Güz Nehri’nde en öne çıkan unsurlar, sadelik ve Cheever’ın yalın anlatımı. Bu kısacık öykülerde karakterlerin bu kadar güçlü tasvir edilmesi ve okurda bıraktıkları etkide de Cheever’ın usta bir yazar olduğunun göstergesi

John Cheever’dan  bir öykü derlemesi

AYŞEGÜL UTKU GÜNAYDIN

Güz Nehri ve Daha Önce Derlenmemiş Diğer Hikâyeler, Amerika’nın önde gelen yazarlarından, Pulitzer ödüllü John Cheever’ın ilk dönem hikâyelerinden oluşan bir derleme. Büyük Buhran sonrası ekonomik çöküşü, fabrikaları, işsiz insanları, kolay para peşindekileri, umutları, bunların yıkılışını, pişmanlıkları, hayal kırıklıklarını anlatıyor Cheever. Yarış pistlerindeki simsarlardan, lokanta garsonlarından, kasvetli pansiyonlardan, gece kulüplerinden söz ediyor. Amerika taşralarından manzaralar görüyoruz bu hikâyelerde. Küçük tutkuların, hayal kırıklıklarının bireyin yaşamına etkileri ele alınıyor.

Kitapta, Cheever’ın 1931-1941 yılları arasında çeşitli dergilerde yayımlanan hikâyeleri yer alıyor. Derlemeye ismini veren “Güz Nehri”, temelde herhangi bir olayın gelişmediği, sade bir hikâye. Cheever’ın tam da yapmak istediği bu. Büyük Buhranı yaşayan Amerika’nın çalışmayan fabrikalarını, fakirliğin ve işsizliğin boyutlarını büyük bir gözlem gücüyle anlatıyor. Diğer hikâyelerde ise karakterler ve olaylar ön plana çıkıyor. Genel olarak baktığımızda derlemede kadın karakterlerin önemli bir yer kapladığını söyleyebiliriz. Ayakları üzerinde durmaya çalışan, hayattan umduklarını almak için istediklerini yaptırmaya çalışan kadınlar. Anlatımın da çok güçlü olduğu “Bayonne”, “Prenses”, “Striptizci” ve “Fırsat” adlı öykülerde kadın figürlerin, karşılaştıkları zorluklar karşısında nasıl bir savunma mekanizması geliştirdikleri ve hayatta kalma mücadeleleri incelikle anlatılıyor. Bir yemek arabasında, müşterilerinin çoğu pazarcılardan ve kamyon şoförlerinden oluşan garson Bayonne’un hikâyesi bunlara bir örnek. Yanına kendinden genç ve güzel bir yardımcı gelene kadar alanının tek hâkimi ve müşterilerinin ilgisiyle var olan bir kadının, yeni gelen garsonla birlikte bunu kaybedeceğini anlayıp bulduğu çözüm çok çarpıcı. Varlık alanını kaybetmektense işsiz belki de günlerce aç kalmayı tercih eden kadın karakterlerin yaşamdaki duruşlarına hayran kalmamak imkânsız.

“Striptizci” de derlemede öne çıkan kadın hikâyelerinden biri. Bir gece kulübünde çalışan ellili yaşlardaki bir striptizcinin artık yaşlandığı gerekçesiyle işten kovulması üzerine gelişen olaylar ele alınıyor. Kendisi yerine alınan genç kızın ayağını kırması üzerine işe geri çağrılan kadın karakterin dönmek için koyduğu şart ve sahneye çıktığında insanlar üzerinde yarattığı etki ise unutulmaz.

Kitabın başında yer alan makalede George W. Hunt da kadın karakterlerin gücünü vurguluyor: “Cheever’ın daha sonraki hikâyelerini okuyanlar için belki daha da şaşırtıcı olan, bu ilk hikâyelerin ne kadar kadın odaklı olduğu. Burada bu yoğun erkeksi bakış açısı yok. Bunun yerine, genellikle merkezi karakterler olarak bağımsız, kendinden emin kadınlar görüyoruz. Bu kadınlar duygudaşlıkla yorumlanan merkezi karakterler; en iyi replikler onlara veriliyor, gerçek bir nüktedanlık yeteneği bahşediliyor ve hayatın gizemleri hakkında en derin fikirlere sahip olanlar da onlar.”

Cheever kolay para peşindeki insanları, iflah olmaz kumarbazları ve dönemin ruhunu büyük bir gözlem gücüyle aktarıyor. Yarattığı karakterlerin güven verici olduğu söylenemez. Pek çoğu kolay paranın peşinde koşuyor. Yazar bu durum için bozulan ekonomiyi gösteriyor. Zaman zaman ekonomik kriz Cheever’ın karakterlerini insanlıklarından ödün vermeye ve umutlarını terk etmeye de zorluyor. Hunt’ın da belirttiği gibi hikâyeleri, beklentilerin düştüğü bir dönemde vakarlarını korumaya çalışan orta sınıf insanların hikâyesini etkili bir biçimde yakalıyor.

Buna karşın hayatta kalabilmek için kimi karakterlerin verdiği mücadeleye tanık oluyoruz. “Bir Seyyar Satıcının Özyaşamöyküsü”nde ayakkabı satıcılığı yapan karakter, geçen zaman içinde Buhran’ın yaşamları üzerindeki etkisini şöyle dile getirir: “Bazen tüm hayatım boşa geçmiş gibi hissediyorum. Bazen sabahları, tıraş olurken hissediyorum bunu. Bir şey yemişim de mideme dokunmuş gibi başım dönüyor ve usturayı indirip duvara yaslanmam gerekiyor” (65). “Geçerken” adlı hikâyede ise “Ölü ellerin şekillendirdiği, ölü ellerin hükmettiği yoz bir dünyada yaşıyoruz Bu dünyanın yozluğu her şeye siniyor. Yapacağımız tek şey onu değiştirmek,” diyor Cheever’ın karakterlerinden biri.

Ayrıca Buhran’ın ekonomiyle birlikte insan ilişkilerine yansımalarını da görüyoruz. Dolayısıyla kumar ve aşk arasında da önemli bir ilişki kurulduğunu söyleyebiliriz. Karakterlerin çoğu kumarbaz, dolayısıyla yaşam da bir kumara dönmüş durumda. Kumarhane veya hipodromlarda tanışıp hızlıca evlenmeye karar veren karakterler çıkıyor karşımıza. Buna karşın karakterlerine çok yönlü bakıyor Cheever. Zayıflıklarını da, kararlı tutumlarını da yalınlıkla veriyor, hatta sahipleniyor.

Yoğun kent görüntülerin yanı sıra doğa imgelerini de tekinsizliği ve karşıtlığı vurgulamak için kullanıyor Cheever: bazen kaçış, bazen de Buhran’ın yıpratıcı etkisini göstermek için. Örneğin “Alman Birası ve Bermuda Soğanları” öyküsünde baharın gelişinin yarattığı tedirginliği sezdiriyor yazar bize: “Her saat tıkırtısının, oluktan damlayan suyun tıpırtısının farkındaydı. Günün ve ışığın geçişinin, sabahın, akşamın, alacakaranlık karmaşasının ve gecenin farkındaydı. Baharın ve mevsimdeki değişikliklerin farkındaydı. İki bostanın arasında, yeşil buğdaylar hızla dalgalanıyordu. Manzaraya soğuk su gibi sızmış, korkunç bir yeşillik hâkimdi. Nehir dolgundu. Teneke damı döven yağmurlar ılık ve acı olacaktı. Amy bunu önleyemezdi. Elleri cansız ve tedirgin, tuhaf bir enerjiyle huzursuzdu. O elleri yaşsız, ihtiyarlamamış olanlarla değiştiremezdi ve istese de sonsuza dek kış olamazdı ” (49).
Kitapta en öne çıkan unsurlar, sadelik ve Cheever’ın yalın anlatımı. Bu kısacık öykülerde karakterlerin bu kadar güçlü tasvir edilmesi ve okurda bıraktıkları etkide de Cheever’ın usta bir yazar olduğunun göstergesi.
Sonuç olarak Güz Nehri ve Daha Önce Derlenmemiş Diğer Hikâyeler, dönem ruhunu çok iyi yansıtan, okudukça daha da çok öykü okuma isteği uyandıran bir derleme. “Neden Kısa Hikâye Yazıyorum” başlıklı yazısında Cheever, bu anlatım biçimindeki “hızın”, yaşam tarzlarımızdaki yeniliği en iyi şekilde kayda geçtiğini savunuyordu. Belki de Cheever’ın dediği gibi, “Yoğun ve süreksiz deneyimler yaşadığımız sürece, edebiyat dünyamızda kısa hikâye olacak.” Güz Nehri, yazarın Pulitzer’e uzanan edebiyat yolculuğunu keşfetmek için bir rehber niteliği taşıyor.