Joyce’un izinde ‘Bir aradalık’
Documentarist Belgesel Film Günleri’nde prömiyeri yapan ‘Ulysses Çevirmek’ filmi büyük alkış aldı.
Emrah KOLUKISA
James Joyce’un ‘‘Ulysses’’ romanını Kürtçe’ye tercüme eden Kawa Nemir, ‘‘Ulysses Çevirmek’’ adlı belgeselde kendisine sorulan oyunbaz sorulara seri yanıtlar verirken (oyun, tarihten kimi silmek istediğinizle alakalı bir zihin alıştırması aslında) çoğu kez tereddüt bile etmez ve ‘Tom Waits mi kalsın Edith Piaf mı?’ sorusuna ‘Piaf’; ‘Piaf mı Oğuz Atay mı?’ sorusuna ‘Oğuz Atay’; ‘Yaşar Kemal mi, Oğuz Atay mı?’ sorusuna ‘Kesinlikle Oğuz Atay’; ‘Oğuz Atay mı, Shakespeare mi?’ sorusuna ‘Bu durumda Shakespeare’ dedikten sonra kendisine ilk kez tereddüt yaşatan soruyla karşı karşıya kalır: ‘Shakespeare mi James Joyce mu?’ Bunu hiç beklemediği belli olan Kawa aniden suskunlaşır ve ne diyeceğini bilemez; hala da bilmiyor olabilir bize sorarsanız. Aylin Kuryel ve Fırat Yücel’in yönettiği belgeselin Türkiye prömiyerini yaptığı Documentarist’teki gösteriminde izleyicinin de en çok tepki verdiği (salon yıkıldı kahkahadan) sahnelerden biriydi bu anlattığım. Kaçıranlar üzülecek kanımca.
15 HAZİRAN’DA BİTECEK
Cuma günü başlayan ve 15 Haziran’a dek devam edecek olan Documentarist 16. İstanbul Belgesel Günleri’nde Joyce’un 1922’de ilk kez tamamı basılan romanı ‘’Ulysses’’in 100. yılı için yapılan etkinlikler serisi kapsamında gösterilen ‘Bir Aradalık’ filmlerinden biriydi ‘’Ulysses Çevirmek’’. Aylin Kuryel ve Fırat Yücel ikilisinin birkaç yıl önce izlediğimiz ‘Baştan Başa’ adlı belgeselinden sonra çektikleri yeni filmleri 4 yılı aşkın bir süre sonunda ‘Ulysses’i Kürtçe’ye çeviren Kawa Nemir’in hikayesini anlatıyor. Kendisi de bir şair olan ve Hollanda’da Anne Frank’ın o meşhur günlüğünü yazmaya başladığı eve yerleşen Nemir adeta bir başrol oyuncusu gibi izleyiciyi çabucak etkisi altına alan ve kıvrak zekasıyla etkileyerek film boyunca peşinden sürükleyen biri. Onu izlerken bir yandan Joyce’un şifreleriyle boğuşurken bir yandan da sürgündeki bir yazarın kendisinden 100 yıl önce farklı da olsa bir başka sürgünü sırtlamış bir diğer yazarın üzerinden kendi anadilinin savaşını verdiğine tanık oluyoruz. ‘Ulysses’in kürtçeye çevrilmesine verilen tepkilerden kürtçenin bir dil olarak bile kabul edilmediğine ilişkin ipuçlarını devşirmek hiç de zor değil zira. Böyle olduğunda bu tercüme neredeyse bir var olma (existence?) savaşının bir cephesine dönüşmüyor mu?
BİR HAYLİ UZUN YOL
Ulysses: European Odyssey başlıklı ve İstanbul’un da aralarında bulunduğu 18 Avrupa kentinde düzenlenen devasa projenin İstanbul ayağındaki etkinlikleri şu sıralar devam ediyor. Her kentin bir temasının olduğu bu etkinliklerin İstanbul teması ise ‘Co-existence’ ya da projenin Türkiye ayağını koordine eden Gülen Güler’in tercih ettiği şekliyle ‘Bir aradalık’… Bu anlamda bir haftayı aşan bir süredir başta Yapı Kredi Kültür Sanat binası olmak üzere farklı mekanlarda yapılan oturumlar, söyleşiler, çocuk atölyeleri, film gösterimleri ve hatta hafta sonu büyük ilgi gören dans performansları yapılıyor. Kuryel ve Yücel’in Kawa Demir’in tercüme yolculuğunu anlattıkları filmleri ise tüm bu çeşitliliğin tam ortasına gelip oturdu sanki ve ‘Bir aradalık’ kavramına yeni bir tartışma alanı ekledi: Dil. Farklı dillerin bir aradalığı da tıpkı diğer tüm farklılıklar gibi alabildiğine elzem ve söz konusu dil Kürtçe olduğunda ‘existence’dan ‘co-existence’a bir hayli uzun bir yol var önümüzde.
Kuryel ve Yücel’in Kürtçe’ye çevrilen ‘’Ulysses’’in matbaadan çıkış sürecini anlatarak sonlandırdığı (romanın 21 Mart’ta yani Newroz’da okurla buluştuğunu da ekleyelim, yukarıda andığım mücadelenin sembolik bir doğum tarihiyle noktalandırıldığını not düşmek adına) incelikli filmlerini kaçırmış olsanız da Documentarist devam ediyor; kaçırmak istemeyeceğiniz başka bir çok film var sırada. ‘Bir aradalık’ etkinliklerini ise İstanbul’un Ulysses’i başlığı ile sosyal medyadan bulup yakalayabilirsiniz; James Joyce’un peşinde bir kez daha kaybolmak size yeni bir İstanbul kazandırabilir belki.