Tuncer Erdem, Kötü Tabiat, İyi Doğa’da, hem arayışlar hem de bulunanın yarattığı hoşnutsuzlukla selamlıyor okuru. Saf doğanın karşısına çürümeyi temsil eden insanın şiddet ve nefret yüklü benliğini koyuyor.

Kabul edenler ve başkaldıranlar
Fotoğraf: YKY

Ali BULUNMAZ 

Tuncer Erdem, iyi bir gözlemci; izliyor, dinliyor ve kaleme aldığı metinlerle okuru mekânlar, insanlar ve duygular arasında çıkardığı yolculuklarda kuşatılmışlığı, ferahlamayı, mutluluğu ve tedirginliği hissettiriyor. 

Erdem, yarattığı karakterler ve kurguladığı olaylar aracılığıyla geçip giden zamanı, uzakları, yakınları; uzaklıkları ve yakınlıkları, hayatı ve ölümü düşündürüyor bize. İnsanların bıraktığı izler, bozkır, şehirler ve rüyalarla beraber vedalara direnişleri, metruk yerleri ve yeryüzünün güzelliklerini de… Bu anlatılarda, hem anlatıcıda hem de okurda şaşkınlık, hayranlık, tiksinti, öfke, keder ve şefkat uyanıyor. Hayaller ve gerçekler birleşiyor. İkilemler ise metinlerin arka planında bulunuyor: Gidenler ve kalanlar, kabul edenler ve başkaldıranlar bu ikilemlerin öznesi hâline geliyor. İçinde türlü türlü hikâye olan yollar çatallanıyor ve uzayıp gidiyor. Gerek yollar gerek yoldaki hikâyeler, bazen hayallerin bazen de uykusuzluğun eşlik ettiği arayışla genişliyor. Kimi zaman da bulunanların yarattığı memnuniyetsizlik çıkıyor karşımıza. 

Erdem, yeni öykülerinin yer aldığı Kötü Tabiat, İyi Doğa’da, hem arayışlar hem de bulunanın yarattığı hoşnutsuzlukla selamlıyor okuru. Saf doğanın karşısına çürümeyi temsil eden insanın şiddet ve nefret yüklü benliğini koyuyor. Gidiş ve dönüş arasında olup biteni, bu ikilik üzerinden hikâyeleştiriyor. 

‘KABINA SIĞMAYAN SICAK BAHAR’

Dalgalanmaya yeni başlayan ve durulması pek mümkün görülmeyenlerin “günaha batmanın, zevklerden sarhoş olmanın sınırına ermeyi” arzuladığı ve elbette dönüşü olacak bir gidiş hikâyesiyle açılıyor Kötü Tabiat, İyi Doğa. Erdem, insanın içinde kabaran kötülükleri ve dingin suları aynı anda getiriyor karşımıza. Uzaklara yollanırken yakınındakilere gözünü kapatıp kulağını tıkayanları, kaçışları, umutları ve ihtimalleri hatırlatıyor. Kötüye meyyal oluşları ve kire pasa bulaşmayı da… 

Erdem, küçük dünyaları, ileride parlayan şehir ışıklarını ve bozkırı getiriyor gözümüzün önüne. Toprağın altında ve üstünde yapılan hazırlıkların, açılan yarıkların ve ısınan suların yanı başından seslenirken “törpülenen hıncın taşma noktasına varışını” ve “kabına sığmayan sıcak baharı” anlatıyor. Ardından gözünü boşluğa dikiyor: “Bakıyorum, koynumda büyük bir boşluk, ıssızlıkla kuşatılmışım, gün çoktan ağarmış ben uyanırken. Farkına varmamışım… Işığın altında oynaşmaya başlamış, âlemin aydınlık yanı. Bir masal anlatmış geceyarısı vadiye inen kurtlar. Ağaçtaki çaylak yavrularına, penceresinden sarı ışık vuran eve. Ben duymamışım…”

KÖTÜ TABİAT, İYİ DOĞA, Tuncer Erdem, Yapı Kredi Yayınları, 2022

Anlatıcı, açığa çıkan ve gözlenen hikâyelerin varlığına dikkat çekerken ağızdan bir türlü çıkmayan ya da yarım yamalak dillendirilen sözcüklere işaret ediyor. Bozkırın yassı höyüklerinde, karanlıklarda, ağaç gövdesinde, çukurlarda ve tarla kenarlarında saklı kötülükleri hatırlatıyor. Geçmişi dolduran karanlık hikâyeleri anlatanlar ve susanlarla karşılaşıyor. Bunların, kırsalla kenti birbirinden ayıran iyilik ve kötülükleri içinde taşıdığını fark ediyor. Tekinsizlikleri, korkuları, metruk yerlerdeki karanlığı ve doğanın çekirdeğindeki naifliği yansıttığını, rüyaları ve gerçekleri birbirinden ayırdığını düşünüyor. 

Geride kalan ya da kaldığı düşünülen pişmanlıkların insanın bir anda karşısında nasıl dikildiğini anlatıyor Erdem. Bu süreçte, zamanın dünyayı boşlukla devindirdiğini ve insanların da olup biteni izleyerek yaşamaya uğraştığını söylüyor.

HER AN HER YERDEKİ KUŞKULAR 

Erdem’in öykülerinde işitilen kibir dolu sözlerin de kışı atlatıp rahata eren bozkır bahçelerinin de izini sürüyoruz. Aynı zamanda düşleri bile huzursuz eden fısıltıları işitiyoruz. Hikâyelerde hep bir yürüyüş, yürüyüşün içinde bir arayış var. 

Hayat çarkı döner, yaşam gece ve gündüz arasında akarken sokaklarda, kırlarda, şehirlerde ve deniz kenarlarında yol alan kuşkuları getiriyor karşımıza Erdem. Uzak denizlere kaçmaya yeltenenler, ormanlarda gezinenler, dalgın dalgın yürüyenler, büyük yalnızlıklar ve zor kararların arifesinde olanlar sahne alıyor birer birer. Daha sonra hanede kan dökenler, geceye bağıranlar ve boşluğa seslenenler. “İyi bir insan için kendini feda etmesi beklenenler”, “suretlerle kavga eden gölgeler” ve “saflık çağında kötülüğü tanıyanlar” da… 

Bulaştığı kötülüklerden arınmak isteyenler ve bunun için doğanın iyiliğine geri dönenler de çıkıyor karşımıza. Zalimlerden bıkan ve içinde kabaran kibre boyun eğmekten utananların dönüş yoluna getiriyor bizi Erdem. Onların dilinden sesleniyor hepimize.

Kötü Tabiat, İyi Doğa’da Erdem, çağrışımlara açık öyküler kaleme almış. Geçmişten gelen ve ilerideki olası tortuları haber veren, kötülüğü ve iyiliği belli belirsiz çizgilerle ayıran ikilikleri karşımıza getiren hikâyeler bunlar. Çağrışımlar da bu geniş alan sayesinde tetikleniyor; anlatılmak istenen meram yön değiştirerek hem karakterleri hem de okuru bambaşka kapılara getiriyor. Sonuçta, doğanın iyiliğini ve insanın doğasını anlatmak enikonu güçleşirken bozkırdaki yel misali hikâye şiire, şiir de hikâyeye dönüşüyor.