Yıldızların örttüğü gece kıpırtısız sularda giderek derinleşen, sessizleşen bir düşü belirginleştirdi. Yeni ay rotayı Ege’nin mitik dilinde, Sakız-İkarya adaları arasında çizdi. Yelkenin hafif rüzgârlarla havalandığı başı boş bir gecede sürüklenen bedenler, parıltılı muammada ilerliyordu.

Yelkenlinin uç kısmında halatlara tutunarak sallanan adamı göz ucuyla izliyordu kadın. Kemikli, ince yüzü beynindeki öfkeyi çekip çıkaran o terden cilalanmış uzun, zayıf bedeni severdi. Sert, dolgun kalçasının yarığına inen kamçı esnekliğindeki belkemiğinin adamı cezbettiğini gayet iyi bildiğinden, kadın (keyifliyse) sırtını dönerek otururdu. Mor gölgelere dönüşen suretleri alaylı tebessümle, dalgalara karışan kaçak benliklerdi. Ellerinde kayıp oyun metinleri, gece yarısının gizinde tanrılar denizinde şafak sökene dek seslenirdi. Giderek daha coşkulu… Kalabalıkların dar düşünceleri yerine erotizm dolu aşkın, tutkunun dehlizlerinde sözcükler, kayalıklara çarparak dağılan cümleler çağ yangınının hikâyesiydi.

Adam-“ yağmur gibi söyle bana bırak dinleyeyim.” dedi. Yarılanmış viski şişesinden bir teklik aldı. Gökyüzüne bakan, kımıltısız yüzüne hafif bir ışıltı düşüyordu, kazadan kurtulan bir kişi gibi kemiklerine işlemiş bir korkuyla gülümseyen yüzüne. Kadın bu çağrıyı aylar önce bir başka gecede işittiğinde aynı heves, heyecanla titremişti. Tennessee Williams’ın sarsıcı kısa oyunlarından biriydi bu çağrı. Kadın kalan tütünü sardı, aralıklarla nefes çekerek adamın dudaklarına bıraktı, kamaraya yöneldi. Reji defteri ve oyunun basılı olduğu çift kopyayla güverteye geri döndü.

Düşüş ya da yükseliş, tanrısal takdirin gücünü işaret ederdi. Dönek ve kaprisli tanrıça Fortuna (talih), kaptanların olduğu gibi kralların da, dilencilerin olduğu gibi soytarıların da kaderini belirlerdi. Fortuna’nın alegorik Çark-ı feleği döndükçe insanların bahtı da dönerdi. Adam ve kadın birbirine baktı. Şiirin twitter mesajlarına, temasın bilgisayar kameralarına indirgendiği hastalıklı günümüzde; T.Williams’ın kesiştikleri ve dahi sığındıkları dünyasını sahneleme kararı muhtemelen Fortuna’nı çarkından doğmaydı.

Kadın, reji notlarına göz atıyordu. Adam defteri aldı okumaya başladı: “-Tennessee Williams’ın oyunlarında oyun kişilerinin içine bırakıldıkları uzamda hüküm süren yoğun kirlenme, yozlaşma, modernitenin ölümcül çelişkisini yansıtır. Williams’ın çürümüş dünya ya da vahşi orman olarak tanımladığı dünya hali içinde devinen karakterler… Gerçeklik dış dünya da değil derin psikolojik kırılmalar yaşayan karakterlerin içindedir. Yazarın mucizesi, insanın aczini kırılgan ruhlardaki yansısını görkemli trajediye dönüştürmesindedir. Kapitalist döngüden soyutlanma, genellikle alkol ve seks gibi savunma biçimleriyle birlikte kullanılır. Kaçak karakter fiziksel ve duygusal olarak içinde yaşadığı mekanı/durumu gündelik akışa kapatır. Olgu modern toplum projesinin iflasıdır. Yazar eserlerinde, çıkışı sosyalist tahayyülün paylaşımcı, kavrayıcı hümanizmasında arar. ”

Kadın, beline kadar sarkarak başını siyah sulara batırıp, çıkardı. -Düşünelim, dedi. Viskiden bir teklik çekerek devam etti: “ -Kaçak karakterler ateş, su, yağmur, rüzgar, ışık gibi doğal metaforları kullanarak çürümenin bulaştığı ruhlarını, bedenlerini, çürümenin yayıldığı yaşam alanlarını arındırmaya çalışıyor. Bu oyunda o ara alan bir otel odası. Bazen bir küvet! Ve karanlık, gölge, krater ağızları, vahşi orman, uçurum zirveleri, kıraç topraklar vb. kaçınılan, kaos içindeki dünyanın imgeleri. Biz oyunu direkt ülkenin parklarından birinde geçirsek? Mesela Gezi Parkı’nda.” Adam duraksadı. Gözlerinden geçen düşünce bulutu dağılırken, gülümseyerek defterine not aldı. Rastgele bir yerden seslemeye başladı: KADIN- … Kitap elimde uykuya dalacağım ve yağmur yağacak. Uyanıp yağmuru dinleyeceğim, yine dalacağım. Kıyı boyunca tek başıma ilerleyeceğim, rüzgârda incele incele… Öyle ki sonunda gövdem bile kalmayacak. Rüzgâr serin, beyaz kollarına alacak beni. Sonsuza kadar, ta ötelere taşıyacak!