Kardelen Tatar Delilik çağlar boyunca metaforik ve sembolik olarak önemli ölçüde kadınlara özgü bir hastalık olarak görüldü ve ne yazık ki bu önyargı 21. yüzyılda bile devam edebiliyor.  Bahçeşehir Üniversitesi profesörlerinden Gönül Bakay, Delirtilen Kadınlar’da İngiliz ve Amerikan edebiyatı odağında, sanatta kadın deliliğinin nasıl işlendiğini inceliyor. >>Delirtilen Kadınlar kitabınızda, İngiliz ve Amerikan edebiyatında kadın deliliğini […]

‘Kadın deliliği’ eşitlikle çözülebilir
Kardelen Tatar

Delilik çağlar boyunca metaforik ve sembolik olarak önemli ölçüde kadınlara özgü bir hastalık olarak görüldü ve ne yazık ki bu önyargı 21. yüzyılda bile devam edebiliyor.  Bahçeşehir Üniversitesi profesörlerinden Gönül Bakay, Delirtilen Kadınlar’da İngiliz ve Amerikan edebiyatı odağında, sanatta kadın deliliğinin nasıl işlendiğini inceliyor.

>>Delirtilen Kadınlar kitabınızda, İngiliz ve Amerikan edebiyatında kadın deliliğini ele alıyorsunuz. Dolayısıyla ilk soru biraz ‘tahmin edilebilir’ olsa da sormak istiyoruz; neden kadınlar ve delilik? Ve bunun devamında kadınlık ve delilik olguları ilk ne zaman ve neden bir araya getirilmiş?

Bir kadın olarak kadınların yaşamlarına, yarattıklarına, işleri, eşleri ve çocukları ile olan ilişkilerine hep ilgi duydum. Kadınları her halleri ile daha iyi tanımak istedim. Bu açıdan kadınların eski çağlardan beri ‘delilikle’ bağdaştırılmalarının nedenlerini araştırıp öğrenmek istedim.

Bilindiği gibi, toplum tarafından onaylanmayan, çoğunluktan farklı, alışılmadık düşünce ve davranışlar sergileyen kişiler çağlar boyunca ‘deli’ olarak nitelendi. Kadınlar da tarihin çeşitli dönemlerinde, içinde yaşadıkları kültürün onlara biçtiği rolün dışına çıktıklarında ‘deli’ olarak damgalanmaktan, hatta kocalarının bir sözüyle akıl hastanelerine kapatılmaktan kurtulamadılar. Eski çağlarda, Mısır’da ve Antik Yunan’da delilik doğaüstü güçlerle, kötü ruhlarla ve büyü ile bağlantılı görüldü; ‘deli’ kadınlar cadılıkla suçlanarak yakıldı. Ruhsal bozuklukların bir sağlık sorunu olarak ele alınmaya başladığı 19. yüzyıldan sonra da kadınlar histeriyle, 20. yüzyıl başlarında şizofreniyle eşleştirildiler ve nihayet 21. yüzyılda depresyonla mücadele ediyorlar. Bugün dünyada depresyon kadınlarda yaklaşık yüzde 41,9, erkeklerde yüzde 29,3 oranında görülüyor. Birleşmiş Milletler başta olmak üzere uluslararası kuruluşların araştırmalarına göre, kadınların aile içinde ve toplumda çok sayıda rol üstlenmek zorunda olması, cinsiyet ayrımcılığı, yoksullukla bağlantılı açlık ve beslenme bozuklukları, aşırı iş yükü, aile içi şiddet ve cinsel taciz kadınların ruh sağlığını ciddi şekilde tehdit ediyor. Zor yaşam koşullarından kaynaklanan kayıp duygusu, aşağılanma, küçümsenme ve kapana kısılmışlık duyguları depresyon belirtileri olarak ortaya çıkıyor.

>>Konuyla ilgili herhangi bir kaynağa baktığımızda ilk veya en çok karşımıza çıkan isim Shakespeare oluyor. Ophelia başta olmak üzere, onun birçok kadın kahramanının ‘delilik’ bahsi altında anıldığını görüyoruz. Bu dönemin bir yansıması mı sizce, yoksa büyük Shakespeare’in kadınlara yaklaşımı ile ilgili bir şey mi?

Shakespeare’in yaşadığı çağ, yeni fikirlerin, yeni anlayışların oluştuğu Rönesans çağı. İngiltere Kraliçe I. Elizabeth gibi güçlü bir kadın lider tarafından yönetilmekte. Bu dönemin yazarlarının kadınlara ilgi duyması, onları daha yakından tanımaya çalışmaları kaçınılmazdı. Örneğin aynı çağda Spenser de Kraliçe Elizabeth’e övgü olarak The Faerie Queen’i yazmıştır. Öte yandan Shakespeare’in tüm zamanların usta sanatçısı olarak anılmasında, kadın-erkek ayırımı gözetmeden yarattığı, tüm hırsları, zaafları, entrikaları, duygu dünyalarındaki iniş çıkışlarıyla sergilediği karakter çeşitliliği ve zenginliğinin, insanlığın tüm hallerini gözler önüne sermiş olmasının payı büyüktür. Hiç kuşkusuz kadınlar da tüm çeşitlilikleriyle, güçlü kadınlar, hırslı kadınlar, ruh sağlığı bozuk kadınlar, asi kadınlar, yumuşak başlı kadınlar olarak Shakespeare’in yapıtlarında yer almışlardır: Hırçın Kız’daki Kate, Othello’daki Desdemona, Macbeth’deki Lady Macbeth, Hamlet’teki Ophelia gibi. Shakespeare bu karakterleri etkileyici bir incelik ve derinlikle ele alırken, yaşadığı toplumun kadına ve erkeğe ilişkin egemen değer yargılarını da gözler önüne sermiştir.

>>20. yüzyılda kadın deliliğinin, kadın başkaldırısına uygulanan tarihsel bir etiket olduğu anlaşılmaya başlansa da “bugün hâlâ kadınlarda rekabetçi, güvenli, yerine göre öfkeli gibi erkeksi özellikler eleştiriyle karşılanıyor ve patolojik olarak kabul ediliyor” diyorsunuz. Kadın deliliği nasıl aşılacak? Ne zaman kadınların aykırı görüşleri delilik yaftasından kurtulacak?

Günümüzde ‘kadın deliliği’nin büyük ölçüde ayırımcılıktan kaynaklandığını ve ancak eşitlikle çözülebileceğini biliyoruz. Kadınlar bugün eş, anne ve bakıcı olarak ağır sorumluluklar taşıyorlar, giderek daha büyük oranda iş gücüne katılmaları da sorumluluklarını artırıyor ve onların ruh sağlıklarını zorluyor. Bir yandan da bir kadının ‘normal’ ve sağlıklı sayılması, kendi cinsi için kabul gören davranış normlarına uyması ve bunları kabul etmesi demek. Erkekler sorunlarını çok çeşitli şekillerde dışa vurabilirken, kadın kendisine uygun görülen davranışların dışına çıktığı zaman, kocası ve hekimi tarafından huysuz, inatçı, çocukça, taşkın ya da zapt edilemez olarak değerlendirilir. Ne var ki kadınların eğitim düzeyi, iş ve toplum hayatında yer alması giderek bu kuralları geçerliliğini zorlamaktadır.

Gönül Bakay

>>1960’lardan sonra yeni bir feminist psikoloji alanı gelişiyor ve baskın düşünce sistemine karşı çıkan, sorunları sosyopolitik ve kültürel bağlamda değerlendiren kadın merkezli bir psikoloji doğuyor. Özellikle 1970’li yıllarda büyük kazanımlar elde ediliyor. Feminist hareket o günden bugüne aynı yükselişi sürdürebildi mi?

Sürdürebildiğini düşünüyorum. Ancak ele alınan, öne çıkan konular biraz değişmiş olabilir. Yıllarca kadın – erkek eşitliği için uğraşan kadınlar dünyada artık farklı konular, kadına özgü farklı sorunlar üzerinde duruyorlar: aile içi şiddet, cinsel taciz, yalnız annelik gibi. Ama ülkemizde maalesef hâlâ kadın – erkek eşitliği konusunda katledilecek çok yol var.

>>Türk edebiyatında genel olarak kadınların yeri, özel olarak da deli kadın imgesi hakkında ne düşünüyorsunuz?

Türk edebiyatında kadın deliliği konusunu ele alan yazarlar var. Örneğin Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın Ben Deli miyim? ve Filozof Deli, Necip Fazıl Kısakürek’in Hayalet, Kadın Neymiş, çağdaş yazarlarımızdan Perihan Maden’in İki Genç Kızın Romanı gibi. Mehmet Narlı da ‘Edebiyat ve Delilik’ adlı yeni bir araştırma yayımladı. Jale Parla da Türk Romanında Yazar ve Başkalaşım adlı araştırmasında da iki tip yazar olduğuna dikkat çeker. Biri aydın olarak bilinen bilincin yansımasıdır. Diğeri ise ‘başkalaşım taraftarı’ olan yazar tipidir. Bulundukları ortamdaki düşünce ve duygulardan memnun olmayan bu tip yazarlar, başkalaşım arzularını eserlerindeki karakterlere yansıtırlar. İşte tam da bu noktada delilik aklın başkalaşımı, deli ise akıllı olanın başkalaşımı olarak değerlendirilebilir.