Sınırlı istihdam olanakları söz konusu olduğunda erkeklerin tercih edilme eğilimi ve göreli daha yüksek kadın işsizliği göstergeleri, kadınların istihdam beklentileri konusunda cesaretini kırmakta ve kadınları işgücünün dışına, ücretsiz ev içi çalışmaya itmekte.

“Kadın istihdamında sonlardayız”

Özge İzdeş

Çalışma hayatına katılımdaki eşitsizlikler, 2020 yılının Şubat ayından bu yana yaşam koşullarımızı yeniden tanımlayan COVID-19 kriziyle birlikte derinleşiyor. Salgın uzantısında gelişen ekonomik kriz 2020 yılında dünya genelinde dramatik boyutlarda iş kaybı yarattı. Kapanma uygulamalarından etkilenen sektörlerde ve korunmasız kayıtışı istihdam koşullarında çalışanların içinde kadınların ağırlığının yüksek olması kadınların göreli iş kaybını etkiledi. Ayrıca öngörülemez boyutlarda artan evde bakım yükünün eşitsiz paylaşımı tüm sektörlerde kadınların işlerini erkeklere kıyasla korumasını güçleştirdi. Dünya genelinde kadın istihdamındaki daralma (yüzde 4.2) erkek istihdamındaki daralmadan (yüzde 3) daha büyük oldu (ILO, 2021). Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO, 2021), 2021 yılında küresel istihdamın artmasını ve erkek istihdamının 2019 seviyesine geri dönebileceğini öngörüyor. Ancak kadın istihdamının salgın öncesi seviyesini yakalayamayacağı ve istihdamda cinsiyet uçurumunun pandemi öncesinden daha fazla olacağı tahmin ediliyor. On yıllarca çaba sonucunda elde edilen cinsiyet eşitliği kazanımlarını hızla gerileten ve kalıcı eşitsizlikler yaratma riski taşıyan COVID-19 krizine karşı politikaların toplumsal cinsiyet boyutu dünyada farklı yönleriyle ele alınıyor. Türkiye’de ise döviz kuru enflasyon sarmalıyla birlikte daha da derinleşme riski taşıyan krizin gözleyebildiğimiz ve olası sonuçlarını tartışıyoruz.


Türkiye istihdamda cinsiyet eşitliğinde küresel sıralamada kötü bir performansa sahip, 156 ülke arasında 140. sırada yer alıyoruz (WEF, 2021) . Avrupa Birliği ülkelerinde, ya da OECD ülkeleri ortalamasına göre kadınların yarısı işgücüne katılırken, Türkiye’de 2021’in son çeyreğinde her 100 kadından sadece 34’ü işgücüne katılıyor ve 29 tanesi istihdam ediliyor. Türkiye orta-üst gelir seviyesinde bir ülke olmasına karşın aynı gelir grubunda ya da coğrafyada yer aldığı ülkelere kıyasla kadınlara çok daha az istihdama katılma olanağı sağlayabiliyor. İstihdamda cinsiyet eşitsizliğinin bu denli yüksek olmasının yapısal nedenlerini sorguladığımızda birbirini besleyerek eşitsizliği yeniden üreten ekonomik, sosyal ve kurumsal bir döngü olduğunu fark ediyoruz. Türkiye’nin kalkınma stratejisinin düşük istihdam yaratma performansı, çalışma koşullarının bozulması, göreli dezavantajlı pozisyonda olan kadınlar için daha hasmane bir işgücü piyasası yarattı. Bunun yanında kadınların göreli dezavantajlı durumunun temel nedeni olan toplumsal cinsiyet eşitsizliğine ilişkin ön kabulleri ve kadınlara eşitsiz yüklenen bakım sorumluluğunu doğal kabul eden muhafazakâr politika perspektifi istihdamda toplumsal cinsiyet eşitsizliği problemini görmezden gelmekte ve derinleştirmekte. Kamusal bakım hizmetleri son derece sınırlı. Özel bakım hizmetleri ise yükseköğrenim görmemiş pek çok kadın için maaşlarıyla karşılayamayacakları kadar pahalı. Bu nedenle kadınların önemli kısmı çevresinden ya da ailelerinden bakım desteği alabilmelerine bağlı olarak çalışabiliyorlar. Bakım sorunuyla baş başa bırakılan kadınların emek piyasasıyla olan bağları kaçınılmaz olarak zayıflıyor. Bu nedenle kadınlara işgücü piyasasına katılmama nedenleri sorulduğunda kadınların yaklaşık olarak yarısı (yüzde 47,7) bakım sorununa, ev içindeki sorumluluklarına işaret ediyor. Çalışma kararının yanı sıra çalışma saatleri ve koşulları da, kadınlardan beklenen bakım sorumluluklarına bağlı olarak şekillenmekte. Zira çalışan kadınların yalnızca yüzde 16,6’sı çocuk bakım hizmetlerinden faydalanabiliyor (TÜİK, 2018). Çalışan kadınların süregiden bakım yükümlülükleri ve bunun üzerine bina edilen ön kabuller kadınların işgücü piyasasında emeklerinin değerini de etkilemekte. Bu anlamda kadınlar için ulaşılabilir olan işlerin kalitesi de zorlayıcı bir konu. Güvencesiz istihdam biçimlerinin, kadın istihdamının çok büyük bir kısmını oluşturduğunu görüyoruz. Kayıt dışı istihdam, kadın istihdamının yüzde 38.2’si ve bunun büyük bir kısmı kadınların yaygın olarak ücretsiz aile işçisi olarak çalışmalarından kaynaklanıyor. Hizmetler sektöründe kadın işleri olarak kodlanan işlerde ağırlıklı olarak istihdam edilen kadınların umut vadeden sektörlerdeki payı marjinal kalmakta. İmalat sanayii içinde en yüksek oranda kadın istihdam eden sektörler, ücretlerin en düşük ve toplumsal cinsiyete bağlı ücret farkının en yüksek olduğu aynı zamanda işçi değiştirme oranlarının en yüksek dolayısıyla iş güvencesinin en düşük olduğu tekstil ve giyim sektörü gibi sektörler.

Dünya genelinde olduğu gibi Türkiye’de de kadınların pandemi döneminde ön saflarda yer alan sağlık, eğitim ve bakım sektörlerinde ağırlıklı olarak yer almaları yüksek risk almalarını beraberinde getirdi. Ayrıca daha sert etkilenen yüz yüze hizmetlerde ve kayıt dışı istihdamda kadın istihdamı içindeki ağırlığı, kadın istihdamını olumsuz etkilemiştir. Tablo 1’de görüldüğü üzere işgücüne katılıp iş arayan kadınların sayısı çok daha az olmasına rağmen, kadınların daha büyük bir kısmı işsizdir. İstihdam yaratmayan büyüme nedeniyle yüksek ve kalıcı işsizlik, 2000’lerin başından bu yana iki cinsinde sorunu olmakta birlikte, pandemi döneminde işsiz kalan her dört kadından biri bir yıldan uzun süredir işsizdir (TÜİK 2021).

kadin-istihdaminda-sonlardayiz-951541-1.


Sınırlı istihdam olanakları söz konusu olduğunda erkeklerin tercih edilme eğilimi ve göreli daha yüksek kadın işsizliği göstergeleri, kadınların istihdam beklentileri konusunda cesaretini kırmakta ve kadınları işgücünün dışına, ücretsiz ev içi çalışmaya itmekte. Çalışmak isteyen ancak iş bulamayan kadınların önemli bir kısmı iş bulma ümidini kaybettiği için iş aramayı bırakmakta ancak iş olsa çalışmaya hazır durumdalar. Bakımın ve diğer ev içi sorumlulukların kadının görevi olarak görülmesi nedeniyle evdeki ücretsiz çalışmalarına geri dönen kadınlar işgücünün dışına düşüyor ve dolayısıyla sınırlı işsizlik göstergelerini veri alan politikacılar için işsizlik sorunun bir parçası olmaktan çıkıyorlar. Pandeminin ilk yılı olan, yoğun kapanma dönemleri içeren 2020 yılındaki kadın işsizlik rakamlarını bu anlamda 2019 yılından 2020’ye önemli düşüş gösteren kadınların işgücüne katılım oranlarıyla birlikte okumak gerekiyor. Özellikle pandemi krizi gibi özel koşullarda kadınlar artan bakım yükünün getirdiği sorumluluk ile ücretli iş bulma olanağının sınırlılığı içinde hareket etmek zorunda kalırlar. Dolayısıyla krizin etkilerini, basit işsizlik tanımının ötesinde, çalışmak istemesine rağmen işgücünün dışına düşenlerinde dâhil edildiği daha geniş tanımlı işsizlik göstergeleriyle ve kadınların işgücüne katılım oranlarındaki değişimle bir arada değerlendirmek sorunun boyutlarını kavramak için son derece önemli.