Kadın sağlığı devlet politikalarından bağımsız düşünülebilir mi?

Irmak SARAÇ - Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı

Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), sağlığı yalnızca hasta ya da sakat olmama hali olarak tanımlamaz. DSÖ’ye göre sağlıklı olmak, fiziksel, ruhsal ve sosyal açıdan tam bir iyilik halidir. Bu açıdan bakıldığında, biyolojik farklılıkların yanında toplumsal cinsiyet açısından kadın ya da erkek olmanın sağlık üzerinde önemli etkileri olduğu yadsınamaz. Toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin kadınların eğitim düzeyini ve istihdama katılımlarını etkileyerek sağlık hizmetlerinden yararlanma oranlarını düşürdüğünü ve aynı zamanda hem sağlık haklarıyla ilgili farkındalıklarının gelişmesinin hem de bu hakların kullanılmasının önünde bir engel teşkil ettiğini biliyoruz. Bu nedenle kadın sağlığını toplumsal cinsiyet eşitsizliğinden bağımsız olarak düşünemeyiz.

Peki Türkiye toplumsal cinsiyet eşitliği açısından dünyada nerede?

Toplumsal cinsiyet eşitliğinin dünya çapındaki durumunu anlamak için bakılabilecek iki ölçüt mevcut. Bunlardan ilki Dünya Ekonomik Forumu’nun (DEF) yayımladığı Küresel Cinsiyet Uçurum Endeksi. Bu endeks, toplumsal cinsiyet eşitsizliği kavramını; ekonomik katılım, eğitim, sağlık ve politik/siyasi temsil olmak üzere çeşitli kategorilerde ele alır. 2020 yılında yayınlanan son rapora göre Türkiye 153 ülke içinde 130’uncu sırada yer alıyor. Detaylara bakılacak olursa, ekonomik katılımda 136, eğitimde 113, politik alanda 109, sağlıkta 64’üncü sırada olduğu görülebilir. İncelenebilecek ikinci ölçüt, Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı’nın (UNDP) 2019 yılında elde edilen veriler ile hazırlanmış olan Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Endeksi. Yine bu rapora göre Türkiye 162 ülke arasında 66’ncı sırada bulunuyor. Her iki endekse göre de Türkiye’de toplumsal cinsiyet eşitliğinden bahsetmenin çok mümkün olmadığı ortada. Bunlara ek olarak, İstanbul Sözleşmesi olarak da bilinen tam adı Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi olan Türkiye’nin ilk imzacılardan olduğu uluslararası anlaşmadan 1 Temmuz 2021 tarihinde cumhurbaşkanı kararnamesiyle çıkılması da ülkemizde toplumsal cinsiyet eşitliğine dair önemli ve üzücü bir göstergesi oldu. Bu sözleşmenin önemi, basitçe bir takip ya da durum tespiti sağlamanın ötesinde, taraf ülkelere, şiddetin kaynağı olarak gördüğü toplumsal cinsiyet eşitsizliğine yönelik politikalar geliştirme yükümlülüğü getirmesiydi.

Üreme sağlığı ve cinsel haklar açısından Türkiye’nin durumu

Üreme sağlığı ve üreme hakları kavramları ilk defa 1994 yılında Kahire’de yapılan Uluslararası Nüfus ve Kalkınma Konferansı (ICPD) ile gündeme geldi. Bu kavramlar, kadın-erkek her bireyin yaşamı boyunca normal büyüme ve gelişme sürecinden kaynaklanan üreme ve cinsel sağlık ile ilgili ihtiyaçları olduğuna, insan yaşamının doğumdan ölüme kadar bir bütün olarak ele alınması gerektiğine dikkat çeker. ICPD’nin gündeme getirdiği üreme sağlığı ve hakları şüphesiz bireyin üreme ile ilgili tüm ihtiyaç ve haklarını kapsar. Ülkemizde ise üreme sağlığına yönelik hizmetlerin daha ziyade doğum ve doğurganlığa yönelik olarak algılandığı açık. Bu açıdan bakıldığında Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü tarafından her beş yılda bir periyodik olarak yapılan 2018 yılı Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırması (TNSA) sonuçlarına göre doğum öncesi ve sonrası bakım ve doğumun bir sağlık kuruluşunda gerçekleşme oranları yıllar içinde artmış olması şaşırtıcı değildir. Ülkemizde, anne ölümlerini azaltmak amacıyla 1965 yılında doğum kontrol yöntemlerinin satışı, ithali ve kullanılması serbest bırakılmış ve 1983 yılında da gebeliğin 10. haftası doluncaya kadar isteğe bağlı gebelik sonlandırma yasal hale getirilmiştir. 2012 yılından beri yürütülen pronatalist politikalar nedeniyle kamuda bu hizmetlere ulaşılması zorlaşmıştır. Daha önce ücretsiz olarak birinci basamakta sunulan hap, kondom, aylık ve üç aylık iğneler ve rahim içi araç gibi gebeliği önleyici yöntemler sağlıkta dönüşümün de etkisiyle şu an için ücretsiz olarak ulaşılmaz haldedir. Örneğin, TNSA 2018 verilerine göre, Türkiye’de en sık kullanılan modern yöntem olan rahim içi aracın kullanım oranı yüzde 20’den yüzde 14’e gerilemiştir. Bu da karşılanmamış aile planlaması ihtiyacını da arttırmaktadır. Nitekim yine TNSA 2018 verilerine göre bu oran son beş yıl içinde iki kat artarak yüzde 12’ye ulaşmıştır. İsteğe bağlı gebelik sonlandırma hizmetleri için de durum farklı değildir. Kadir Has Üniversitesi Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Merkezi’nin 2020 yılında yayınladığı rapora göre kadınlar, Türkiye’de sadece 8 ilde 10 kamu hastanesinde bu hizmetten yararlanabilmektedir. Unutmamak gerekir ki sağlık hizmetlerine ücretli olarak ulaşılıyor olması eşitsizlikleri daha da derinleştirmektedir.


SONUÇ OLARAK SAĞLIK POLİTİKTİR

İkincil ötekileştirme faktörleri olarak ayrımcılığa uğrama korkusu, dil bariyeri, yeterli bilgiye sahip olmama gibi sorunlar özellikle göçmen kadınlar ve LGBTİQ+’ları sağlık hizmetine erişim açısından daha da dezavantajlı bir konuma itmekte. Sonuç olarak sağlık politiktir. Genel anlamda insan, özel anlamda ise kadın sağlığı ülke politikalarından bağımsız değerlendirilemez. Kadın sağlığı alanında herhangi bir iyileşmeden bahsedebilmemiz için devlete düşen uluslararası anlaşmalar ve değerlendirme kriterleriyle de sabit olan önemli görevler vardır. Toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlamaya yönelik politikalar geliştirilmesi, gebeliği önleyici yöntemlere erimin ücretsiz olarak sağlanması, yasal olmasına rağmen ulaşılamaz olan isteğe bağlı gebelik sonlandırma hizmetlerinin yeniden ücretsiz ve ulaşılabilir kılınması, güvenlikle cinsellikle ilgili eğitimin okul müfredatlarına eklenmesi ilk etapta ivedilikle hayata geçirilmesi gereken politikalarda sadece birkaçıdır.

Kaynaklar:

The Global Gender Gap Report. Geneva: World Economic Forum, 2020
Human Development Report. New York: United Nations Development Programme, 2019
Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü (Kasım 2019). Türkiye nüfus ve sağlık araştırması(TNSA), 2018
Yasal Ancak Ulaşılabilir Değil, Türkiye’deki Kamu Hastanelerinde Kürtaj Hizmetleri,
Kadir Has Üniverisitesi Toplumsal Cinsel Ve Kadın Çalışmaları Araştırma Merkezi, 2020