Kadın - yaşlılık - sınıf mücadelesi: Kesişen yollarımız

Kadriye BAKŞİ - Emekli sosyal hizmet uzmanı

Seksenlerden beri, toplumsal kötülüğün kaynağı olan kapitalist neoliberal politikaların dünyaya bir bela gibi yayıldığından bahsediyoruz ya; işte bu belanın sonuçları sadece sermayenin engelsiz büyüyüp azgınlaşması, esnek, kuralsız-kontrolsüz çalışma saatleri, emek sömürüsünün ve yoksulluğun artması, kâr hırsı ile doğanın tahrip edilmesiyle sınırlı değil.

Bir de “devleti şirket gibi yönetme” meselesi var. Nedir bu?

Kamu mallarının kâr getirmediği gerekçesiyle özel şirketlere satılması, kamusal alanlara yatırımdan devletin çekilmesi, eğitimden kültüre, sosyal hizmetlerden sağlık ve bakım hizmetlerine kadar tüm alanların kâr amacına ve sermayeye terkedilmesi. Bu alanların “parayı veren düdüğü çalar” zihniyetiyle işletilmesinin altında en çok ezilenler ise yoksullar. Ağırlıkla da yoksul çocuklar, yoksul yaşlılar ve kadınlar. Kısaca, toplumun ezici çoğunluğu…  

Biraz daha yakından bakarsak:

Yaşlılık ne? İnsanların tıpkı çocukluk ve gençlik gibi, kendine özgü bedensel ve sosyal ihtiyaçları ile yaşadığı doğal bir evre. Yani yaşlılık aslında, hepimizin yaşamayı ve güzel geçirmeyi istediğimiz bir zaman dilimi. 

Yaşlı kim? Dünya sağlık örgütünün belirlemesine göre, 65 yaşını geçmiş her kişi.

Bu kişilerin sayısı ülkemizde hızla artıyor, yetmişli yıllarda yaşlıların nüfusa oranı yüzde dört küsur iken bugün yüzde on bire yaklaşmış. Yaşlılar artık toplumun vazgeçilmez ve büyük bir parçası. “Eyvah, yoksulluğumuzun nedeni yoksa bu mu?” diye soranlar olursa kısa cevap; hayır değil. Çünkü yaşlı nüfusun en fazla olduğu İsveç, Japonya gibi ülkeler ve batı ülkelerinin birçoğu dünyanın en zengin ülkeleri. Öyleyse sorun varlığın paylaşımında olmalı.

Peki, şirket gibi yönetilen ülkemizde yaşlıların payına ne düşüyor? Sistem, artık üretimde aktif olmadıklarından (sömürülemediklerinden) yola çıkarak yaşlıların yaşamsal ihtiyaçlarını da yok sayılıyor.  Geçinmek zorunda kaldıkları emekli maaşları veya sosyal yardımlarla açlığa mahkûmlar. Her beş yaşlıdan biri bu nedenle çalışmak zorunda, çoğu da güvencesiz ve kayıt dışı. Sermayenin ihtiyaçlarına göre düzenlenmiş yaşlı düşmanı kentlerde, evlerde, hareket etme, nefes alma imkânları ellerinden alınmış. Her beş yaşlıdan biri yalnız yaşıyor.  Sanata, sağlığa, öğrenmeye, bilgilenmeye, sivil hayata ulaşma şansları son derece kısıtlı hatta yok. Dahası yasal uygulamalar, toplumsal önyargılarla dışlanarak, aşağılanarak, hatta neredeyse saklanarak yaşıyorlar.

YA YAŞLI KADINLAR?

Onlara kadın bile denmiyor, doğurganlık bitince cinsiyetleri de yok. Erkeklerden çok daha önce gözden düşüyor, görünmez oluyor bu “teyzeler, anneler, nineler.” Sigortadan emekli maaşı alanları çok az. Denk düşerse üç beş sosyal yardım alanları oluyor. Ev içinde bir ömür ücretsiz çalışmışlar. Şimdi de torun torba, hasta, kendilerinden daha yaşlı aile fertlerinin bakımında bedava çalışmaya devam ediyorlar. Ülkemizin en yoksulu onlar ve elden ayaktan düşene kadar çalışıyorlar. Sermayeye işçi çocuklar, işçi kocalar gönderdiler, işçi torun yetiştirmeye devam ediyorlar. İş gücünü yeniden üretmekle kalmıyor, devletin yapması gereken bakım işlerini bedava yapmaya devam ediyorlar.

İşte feminist politikaların, toplumsal politikalarla zorunlu kesişme noktalarını bu nedenle görmek zorundayız.

Kadını emeği ve bedeni ile görünür kılmak.

Yaşlı kadın ve erkeklerin dışlandığı, açlığa mahkûm edildiği ‘şirket devlete’ dur demek.

Dışlanan milyonlarca insanımızı toplumsal hayata dâhil etmek için yaşlı dostu kentlerde ısrar etmek.

Çocuk ve doğa dostu yaşam alanları için mücadele etmek

Cinsiyetçiliğe, ırkçılığa, yaş ayrımcılığına geçit yok demek

Emek sömürüsüne, açlığa, işsizliğe karşı tüm emekçilerle birlikte sokağa çıkmak için;

1 MAYIS VAR VE BİZ MEYDANLARDAYIZ!