Kadir İNCESU Tülay Ferah ile Eksik Parça Yayınları tarafından yayımlanan ‘İstanbul Kadınları’ üzerine söyleştik. •İlk romanınız ‘Sinek Olmak Zor Şey’in yayımlanmasının üzerinden 34 yıl geçmiş. 34 yılda yayımlanan 14 kitap hayatınızda neleri değiştirdi? Yazma adına güçlü bir çağrı almadığım kesin ama kararlı bir şekilde yazmaya devam ediyorum: 11 roman, Mustafa Öneş ile ortak çıkardığımız şiir […]

Kadını tarih sahnesinden çekerseniz tarih de kalmaz

Kadir İNCESU

Tülay Ferah ile Eksik Parça Yayınları tarafından yayımlanan ‘İstanbul Kadınları’ üzerine söyleştik.

•İlk romanınız ‘Sinek Olmak Zor Şey’in yayımlanmasının üzerinden 34 yıl geçmiş. 34 yılda yayımlanan 14 kitap hayatınızda neleri değiştirdi?

Yazma adına güçlü bir çağrı almadığım kesin ama kararlı bir şekilde yazmaya devam ediyorum: 11 roman, Mustafa Öneş ile ortak çıkardığımız şiir kitabı ‘Tekne Kazıntısı’ ve iki çocuk öykü kitabı. Her romanda yeni bir dünyanın kapısını açmaya çabaladım; saatler, yıllar içinde sık sık beynimin dişlerimin üstünde cızırdadığını duydum. Buna katlanamıyorum ama dönüp dolaşıp yine romanla soluklanıyorum. Yazmak dünyamı güzelleştirdi, acılar da çektirdi. Tiplemelerin özyapıma ne yaptığını bilmiyorum, ne kadar benim bunu asla öğrenemeyeceğim, ama kadını gözlemledim, kadının sınırlarının dünyanın sınırı olduğunu anladım, yazmak için biriktirdim

• ‘İstanbul Kadınları’nı diğer romanlarınızdan ayrı düşünmemek gerektiği fikrindeyim. Hemen hemen hepsi bir bütünün parçaları gibi

Beni rahatsız eden, yıldıran, yememe, içmeme engel olan bir konu beni terk etmiyor ise, bu rahatsızlığı kendim tedavi edemiyorsam yazarlığım devreye girer ve kavga dövüşe girişirim. Sabah akşam, saniyeler, saatler yutulur, aşk, aile, her şey silinip gider; dünyanın efendisi olmanın yalnızlığı içinde kendinizi kanatarak, acıtarak yazmaya başlarsınız. Yazmayı sevmiyorum, bana çok çektirdi ama o bitiş anındaki arınma duygusu var ya, o tadı hiçbir şeyde bulamadım. Yazmaktan ne kadar kaçarsam kaçayım; o tat, o duygu beni ele geçirip canıma okuyor, böyle bir çile, mutlak aşk. Bu duyguların bileşiminden dediğiniz gibi yola çıkarsak romanlarımın hepsi birbirinin sancısına, doğumuna, acısına, hazzına ortaklık eden bir bütünler toplamı. Yazarın yasa koyuculuğu risk almanın ötesine geçemiyor, benim derdim olmak-olmamak değil, derdim bir roman bittikten sonra üstdile çevirdiğim cümleler

• ‘İstanbul Kadınları’nın çıkış noktası neydi?

1950’lerde kadın ilk darbeyi yedi, erkek çalışmaya başladı, kadın ah dese erkeği ona burun kıvırıp, “E… sus artık, buzdolabın bile var!” dedi. Çocuklar da kenara köşelere, odası olanlar odalarına kışkışlandı: “Aman sus baban gelecek!”

Kadının bu kahredici yalnızlığı karşısında yazmayıp da ne yapacaktım ki, bilemiyorum. Ortada bir Venüs var ve biz toplum olarak kadınlı erkekli bu Venüs’ü yok etmek, uyuşturmak, kemiklerine kadar yalnızlaştırmak için her şeyi yapıyoruz.

Milenyum çağına erkek, heteroseksüel oluşumunu tamamlayarak girdi. Bunun ne kadar ayrımındaydık? 1970’lerde bel bağladığımız feminizm erkek egemenler tarafından soyut bir kavrama dönüştürülüp kadını ahlaksızlaştıran bir figür olarak başımıza kakılarak yutturuldu. Beklentim ne? Kadın kendini gösterene boyun eğmeyip beynindeki tükenmeyecek yaratılar ve bilimle buyrukların arasından sıyrılıp, topluma sonsuza dek kadın kimliğiyle yerleşmeli, kimliği sorgulanmamak üzere. ‘İstanbul Kadınları’ bu düşüncelerin odağında filiz verdi. Kadın baskı rotasından çıkıp erkeğini, çocuklarını, dünyayı şaşırtıp parmak ısırtacak

• Farklı zamanlar, sosyal ve siyasal ortamlarda yaşayan, çalışan, farklı bilinç düzeyleri olan dört kadını anlatıyorsunuz. Bu kadınların ortak özellikleri neler?

Romanım, dört ayrı dönemde, bu dönemlerin kadını var eden-edemeyen otoriter tek seslilik süreçlerinin bir toplamı. Sıkça dillendirilen ‘kurtuluşçu’ anlatılardan kadını birey olarak çekip almak, onun toplumsal kanallarda yeni gücünü gösterebilmek ve bir gelenek koşulu olarak yaratılmadığı gerçeği kadınların ortak noktasıydı

• Romanınızdaki dört kadın, hatta neredeyse bütün kadınlar da kendi kararlarını verip uyguluyorlar. Bu kadınları yaşadıkları çevrede farklı kılan özellikleri neler?

Romanımı özel kılan da bu; kadınlar doğası gereği yaratıcılığını bilinçli/bilinçsiz her türlü bakış açısıyla özdeşleşmeyi ya da kaçması gereken engelleri biliyor. Romanda kadınlar bu engelleri aşmak için varlığını erkek gibi politikleştirmeden cinsel farklılığına sahip çıkarak oynaması gereken rolü korkusuzca oynuyor; yeniden düşünme yollarını açarken daha az düşünmeye karşı çıkmanın destansı dili bu

• Kadını yalnızlaştıran kendisi mi, dış etkenler mi?

Kadın geçmişten günümüze insanlık öyküsünün kenarında köşesinde dolaştırılsa da onaylama ve onaylanma düğmesine çok yakın bir tarihte basacak, demokrasiye can verecek güç o. Kadını tarih sahnesinden çekerseniz tarih de kalmaz. Aynada görünen değişmeyenlerin bir iktidar hilesi olarak şimdilik ayak dirediğini vurgulamak gerekti, yaptığım buydu. Kadın yoluna devam edecek, etmeli. Yoksa dünyamız parçalanmış bir bütünün kalıntılarıyla yozlaşmış toplumlara dönüşecek. Şu anda başımıza gelen bu değil mi?