"Değer Deniz de sahne almıştı bizimle. 2 ay sonra, 5 Mayıs’ta da ölüm haberini aldık. Çok ağır geldi bize Değer’in ölüm şekli ve arkasından medyada yer alan aslı astarı olmayan çirkin haberler de içimizdeki acıyı ikiye katladı. Albüm teklifi A.K. Müzik’ten geldi. Benim bu proje sürekli bir proje olduğu için kafamda bunu albüm yapmak niyetim yoktu. Ama albümün içinde de yazdığım gibi teklif gelince “şimdi değilse ne zaman” diye düşündüm"

Kadınlardan düzene yönelen bir isyan: Of!

BURAK ABATAY - @abatayburak
burakabatay@birgun.net

Nisan 2017’de yayımlanan Kadınlar Matinesi son zamanlarda dinlediğim en kıymetli albümlerden birisi oldu. Caz müziğin Türkiye’deki öncü isimlerinden olan piyanist ve şarkı yazarı Selen Gülün öncülüğünde başlatılan proje, A.K. Müzik’in teklifi üzerine albüm haline getirildi. Albüme Sibel Gürsoy, Ece Göksu, Başak Yavuz, Jehan Barbur, Elif Çağlar Muslu, Çağıl Kaya, Şirin Soysal ve Ayşe Tütüncü gibi çok önemli kadın müzisyenler katkı sundu. sözü ve müziği 2015’te öldürülen Sanatçı Değer Deniz’e ait olan “Bekle” adlı şarkı da Ülkü Aybala’nın yorumuyla dinleyiciyle buluşuyor. Mimarı olduğu albüm hakkında Selen Gülün’le albümü, caz müziği ve müzikte kadın olmak üzerine konuştuk.

Kadınlar Matinesi projesi nasıl gelişti?

Ben bu projeyi daha çok yurt dışı odaklı olarak 2011’den beri yapıyordum. Projenin özünde bu topraklardan yetişmiş kadın yaratıcı müzisyenlerin müziklerini yeniden yorumlamak var. 2011’de Roma’da dünyanın en önemli kadın besteciler organizasyonu Donne in Musica için çalışırken vakfın başkanı Patricia Adkins Chiti, Donne in Jazz festivali’nde Türkiye’den kadın müzik yazarlarının eserlerini seslendirmek isteyip istemeyeceğimi sordu. Ben de Kasım 2011’de festivalin bir parçası olarak Frascati, Roma’da Jehan Barbur, Ceylan Ertem, Şirin Soysal, Ayşe Tütüncü, Sibel Gürsoy’un parçaları ve kendi müziklerimden oluşan bir konser verdim. O sıralarda ülkemizde şimdiki kadar çok sayıda kendi müziğini seslendiren kadın şarkı yazarı yoktu. Parçaları kendime göre düzenledim. İki İtalyan müzisyen ile tamamen dolu salona çaldık ve harika geçti. Projeyi o zaman kalıcı hale getirip sadece yurt dışı konserlerimde çalmaya karar vermiştim. İlk Türkiye performansı 2014’te benim doğum günümde o zaman henüz kapanmamış olan ALT Caz kulübünde oldu. Projenin ismini Murat Beşer koydu. Bir dönem diğer projelerimin yoğunluğuna rağmen ayda bir düzenli olarak İstanbul’da Cafe Mitanni’de çaldık. Gurupla birlikte sahnede 20’den fazla kendi müziğini yapan kadın besteci, şarkı yazarı ağırladık.

Albüm olma fikri nasıl ortaya çıktı?

Café Mitanni performanslarından belki de en anlamlı olanlarından birinde, 8 Mart 2015’te Değer Deniz de sahne almıştı. 2 ay sonra, 5 Mayıs’ta da ölüm haberini aldık. Çok ağır geldi bize Değer’in ölüm şekli ve arkasından medyada yer alan aslı astarı olmayan çirkin haberler de içimizdeki acıyı ikiye katladı. Albüm teklifi A.K. Müzik’ten geldi. Benim bu proje sürekli bir proje olduğu için kafamda bunu albüm yapmak niyetim yoktu. Ama albümün içinde de yazdığım gibi teklif gelince “şimdi değilse ne zaman” diye düşündüm. Birlikte çalışmaktan hoşlandığım, müziklerine yakınlık duyduğum arkadaşlarıma haber saldım. Onlardan bazı parçaları kendim talep ettim, bazılarından alternatif istedim, aralarından seçtim, düzenlemelerini yaptım. Onlar da katıldılar kayıtlara. Hep birlikte kaydettik albümü.

Çok sayıda kadın müzisyen destek sundu. Kimler var albümde?

En başta bas gitarlarda ve vokalde Ceyda Köybaşıoğlu ve davulda Monika Bulanda’yı saymam lazım. Proje için canla başla çalıştılar. Hiç aksatmadan provaları yaptılar her ay 2-3 yeni parça öğrendiler konserler için. Onlarsız olmazdı. Bu çekirdek kadronun üzerine Başak Yavuz, Çağıl Kaya, Ece Göksu, Elif Çağlar Muslu, Şirin Soysal kendi parçalarını bizimle birlikte canlı seslendirdiler. Ayşe Tütüncü, Jehan Barbur ve Sibel Gürsoy’un birer parçasının düzenlemelerini biz seslendirdik. Değer Deniz’in Bekle adlı parçasını da yakın arkadaşı Ülkü Aybala Sunat seslendirdi. Uyumlu, tatlı heyecanlarla dolu, sorunsuz, stressiz, harika bir 3 gün geçirdik stüdyoda. Kendilerine böyle bir işte yer aldıkları için ne kadar teşekkür etsem azdır. Hepsini ayrı ayrı çok seviyor ve takdir ediyorum.

Bu albüm, müziğimiz özelinde nasıl bir yere sahip?

Bunu zaman gösterecek, albümün yerinin neresi olduğunu ben de kestiremiyorum kendinden önce böyle bir örnek olmadığı için. Bu albüm benim Türkiye’de yaptıklarımı sayarsak 6. Kişisel albümüm ve şimdiye kadar kaydettiğim albümler zaten birbirlerinden farklı özelliklere sahipler. Bu albüm tabii ki içeriği sebebiyle benim kişisel albümüm olmaktan çok daha kıymetli bir yerde duruyor. Bu kadar güzel ve değerli insanla bir araya gelip kendimizi birlikte ifade edebildiğimiz bir ortam oluşturmuş olmak bile beni yeterince mutlu ediyor. Umarım bu dayanışma başka çalışmalara örnek olur. Kadınlar Matinesi Türkiye’de şimdiye kadar Caz müziği stilinde kendi anlamında yapılmış ilk albüm. Stili de önemli değil aslında. Canlı çalınmış ve söylenmiş olması albümü ayrıca özel kılıyor. Bu ülkede yaratıcı kadın müzisyenlerin arasında çok güzel bir dayanışma ve yardımlaşma var. Örneklerini başka sanatçıların albümlerinde, sahnelerinde de görebilirsiniz. Bu beni çok sevindiriyor. Bu değerin hele şimdi yaşadığımız ortamda görünebilir, hissedilebilir olması çok kıymetli.

kadinlardan-duzene-yonelen-bir-isyan-of-319362-1.

'Her Yerdesin' şarkısında bir 'of' korosu var. Bu 'of' neyin sesi? Neye karşılık geliyor?

Ben o şarkıyı biz bir kayıp yaşadık acısını bile doğru düzgün yaşayamadık diye öfkemden yazdım. Değer’in öldürülmüş olması hakkında medyada çıkan haberlerde sürekli bir karalama hevesi vardı. Müzisyenmiş, yalnız yaşıyormuş... Bir gece önce 4 erkekle dışarı çıkmış… gibi manasız haberlerle olayı anlamsızlaştırmaya çalıştılar. Bunlar nasıl kendi evinde canice öldürülmüş olmaya hafifletici sebep olabilir ki? Çok bunaldım o süreçte. Bir de üstüne evinin önünde eylem yapmak istedik Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformunun desteğiyle, bir partili kadın politikacı gelip tüm durumu kullanarak abuk sabuk demeçler verdi, biz arkadaşları olarak konuşamadık. Değer’in kim olduğunu bile bilmiyordu. Ben de delirdim, eve gelip Her Yerdesin şarkısını yazdım. Albümün kayıtları sırasında katılmak isteyen olursa şuraya bir ‘of’ bırakır mısınız? Diye sorduğumda projede aktif yer alan herkes katılmak istedi ve kendi istediği, içinden geldiği gibi bir Of bıraktı oraya. Bir yandan da ritüel gibi, dizini dövmek, birlikte acını paylaşmak gibi… Ardından da şarkıda ‘kimse anlamaz, kimse bilmez…’serzenişi geliyor zaten.

Türkiye'de erkek ve devlet şiddetine yönelik çok sayıda mücadele örgütleniyor. Bu albüm de sanırım o potada değerlendirilebilir. Bu şiddet sarmalında ise ortak bir düşman, hakim eril dil var. Şiddeti yaratan, onu büyüten ve besleyen. Siz o dili nasıl tanımlıyorsunuz?

Medya dilinin kontrolü sağlanmadığı ve bu korkunç ölümler gereken cezayı bir takım aptalca gerekçeler yüzünden alamadığı sürece şiddetin önü kesilemez. Adam temiz giyindi mahkemeye tıraş oldu geldi diye cezasına iyi hal indirimi alıyor. Çok seviyordum aşıktım diyor sempati topluyor. Gazeteler tecavüz haberi veriyor aynı sayfada çocuk lolita fotoğrafı var. Dayak yiyip polise giden, koruma verileceğine kocasına teslim eve geri gönderilen kadınlar var. Medyanın örgütlü mücadele eden topluluklarla işbirliği yapması lazım. Konuyla ilgili caydırıcı cezalar üzerine gitmesi gerekirken feci şekilde katledilmiş, taciz tecavüze maruz kalmış kadınların başına gelenlerde muhakkak ihmalleri vardır, tahrik vardır, hak etmişlerdir anlamlı haberler vermekten artık vazgeçmeleri lazım. Maalesef eril dil hala ortak hakimiyet dili. Ondan vazgeçilirse kadınları kontrol etmek imkansızlaşır korkusu hakim. Şort giydin diye döverek, dondurma yedin diye dayak atarak kadınlar üzerinde bir kontrol sağlanamayacağını anlamış olmaları gerekiyor artık. Kadınlar her geçen gün bir arada durmanın önemini yeniden ve daha kuvvetli bir şekilde fark ediyor.

kadinlardan-duzene-yonelen-bir-isyan-of-319360-1.

Bu tarz işler o dili kırmaya yardımcı olabiliyor mu?

Elbette. Ben kendi yaşam deneyimimden bunu açıkça gözlemleyebiliyorum. Örneklerin çoğalması cesaret veriyor. Şimdiye kadar bazı kapıları sıkı sıkı tutanlar artık bunun mümkün olamayacağını anlamaya başladı. Daha fazla kadın besteci eseri duymaya başladık, neden? Çünkü bu konuda mücadele verenler var ve örgütlüler. Daha önce sormadığımız soruları soruyoruz artık. Neden müzik tarihi kitaplarında bir kadın besteci ismi geçmez? Olmadığından mı? Buna inanmak mümkün mü? Ya da müzik eğitiminde neden bir kadın bestecinin eseri üzerinden teori anlatılmaz? Sanki tarih boyunca hiç bir kadın müzik yazmak istememiş ya da becerememiş gibi bir algı oluşturuldu yüzyıllarca. Şimdi bunların hepsi kırılıyor tek tek. Dünyanın en önemli Müzik teorisyenlerinden birisi olan Joseph N. Straus Batı Müzik teorisini sadece kadın bestecilerin yazdığı müzikler üzerinden anlattığı bir kitap yazmıştı 1993’te (Music by Women for Study and Analysis).. Bir daha basılmadı. Çok önemli bir çalışma. Ama neden basılmıyor, kütüphanelere dağıtılmıyor, derslerde okutulmuyor? İşte bunların üstüne düşünmek ve daha önemlisi konuşmak lazım.

Türkiye'deki caz üretimini nasıl izliyorsunuz?

Türkiye’de Caz deyince akla gelen bir sürü yeni isim var artık. Bunu çok sevindirici buluyorum. Bilgi Müzik, Yıldız Teknik Üniversitesi’nin Müzik bölümü, Bahçeşehir Üniversitesi, Hacettepe Caz bölümü, Yaşar Üniversitesi derken en büyük yoksunluğumuz olan kent müziği eğitimi açığı kapanmaya başladı. Şimdi İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuarı’nda da Caz bölümü açıldı. Bunlar harika haberler. Arz olmasa bu bölümler de açılamazdı. Demek ki okullu, okur yazar müzisyen olmak isteyen kişi sayısı artıyor. Bu konuda birçok ülkenin çok gerisindeyiz. Milyonlarca insanın birlikte yaşadığı bir ülkede 3-4 basçı, 5 trompetçi, 10 davulcu ile çalışıyorduk. Doğruya doğru. Bunlar insanın hayal gücünü, yeni bir şeyler yazma hevesini kısıtlayan faktörler. Bunu bir besteci olarak söylüyorum, mesela bir büyük caz orkestrası kurayım hayali kuramazsın. Çalarız para kazanırız kısmı zaten gerçekçi değil de ben daha hayalini kurma aşamasından bahsediyorum. Bu ortamda Beşli olarak çalmak bile problem çünkü okur yazar olan 3-5 müzisyen de çok doluyum diyor. Onlar da haklı bir bakıma. Böyle hayaller kurmak hep lükstü. Müzisyenlerimiz maalesef prova yapmayı sevmiyor. Yeni ve orijinal müzikle karşılaşmak insana müzisyen olarak sınırlarını öğretir. Prova yapmak, birlikte çalmanın ekmeği suyudur. Ama nedense bu topraklarda amatörler prova yapar gibi tuhaf bir anlayış mevcut. Bir yandan da arka arkaya yaratıcı albümler geliyor. Heyecanla izliyorum. Değişim başlamıştı zaten 2000’lerin başında şimdi meyvelerini toplamaya başladık. Ama daha yol uzun.

kadinlardan-duzene-yonelen-bir-isyan-of-319359-1.

Türkiye'deki caz üretiminden bahsedecek olursak; dünya bizi nasıl izliyor? Haberdar mı?

Benim de 16 sene eğitmenlik yaptığım Bilgi Müzik bölümünün ilk kurulduğu zamanlarda Kent Müziği’ne, özellikle caza büyük yatırım yapıldı. Ülkenin dalında en iyi müzisyenleri bir arada öğrenci yetiştirdik. Dışarıdan da Ricky Ford, Donovan Mixon, Francesco Martinelli, Butch Morris gibi efsane isimler gelip ders vermeye başladı. Kadroda benim de hocam olan Aydın Esen de vardı. Dolayısıyla dışarıda inanılmaz bir ilgi oluşmaya başladı. Turnelerde bana birçok müzisyen İstanbul’un harikalığından, müzisyen olarak gelip çalmak ve yaşamak istediğinden bahseder olmuştu. Bu inanılmaz ilerleme 2011’de tepetaklak oldu. Hatta Susanne Fowler New Wave of Jazz Musicians Seeks Niche in Istanbul başlığı altında New York Times ve Herald Tribune’de bir haber yayınladı, bu yükseliş ile ilgili. İlgilenenler bu başlıkla tarayıp okuyabilir. Benim, Sarp Maden’in, Ferit Odman, Ozan Musluoğlu, Elif Çağlar Muslu, Burak Bedikyan’ın ve daha aklıma şu an gelmeyen birçok harika genç müzisyenin albümleri hakkında Downbeat dâhil kritik olarak önemli dergilerde haberler yayınlandı. 2011’den sonra gerçekleşen politik olaylar, yaşam tercihlerine direkt müdahaleler ve alkol şirketlerinin sponsorluklarının yasalarla sınırlanması, patlayan bombalar, terör olayları özellikle İstanbul’un bu heyecanlı yükselişini alenen durdurdu. Küçük kulüplere hapsolduk. Çalınabilecek yerler azaldı. Mekanlar ayakta duramadı. Beyoğlu’nun hali malum. Yurt dışında yaşamaya başlamış birisi olarak insanların Türkiye ile ilgili müzikten ziyade daha çok politik sorular sormaya başladığını gözlemliyorum. Ama buna karşılık alternatif müzik dünyasında ciddi bir yükseliş var şimdi. Türkiye’den bazı isimler çok sorulur oldu ve yakından takip ediliyor. Sık sık yurtdışı turnelerine giden, önemli festivallerde çalan kendi müziklerini çalan yeni isimler var. Bunu sevindirici buluyorum.

kadinlardan-duzene-yonelen-bir-isyan-of-319361-1.

Önümüzdeki dönemde bizleri neler bekleyecek? Konser takviminiz nasıl?

Ben Ocak 2017’de Tokyo’ya yerleştim. Müzikal gelişimimden ve alışverişimden çok memnun olduğum bir ortamda yaşıyorum. Bunun karşılığında da beklenmedik bir şekilde karşılıklı konuşmaların derinleşebildiği Duo performanslara yöneldim. Tamamen kendiliğinden böyle bir gelişme olduğu için de peşinden gidiyorum. Yakında kayıtlarına başlayacağım ve içinde çeşitli Japon müzisyenlerle ikili çalacağım bir albüm kaydedeceğim. 6 nefesli enstrüman, piyano, bas ve davul’dan oluşan, Jazz Combo gurubu için 1997’den beri yazdığım müzikleri seslendirdiğimiz Blue Band projesi orada yeniden başladı. Onu da albümleştirmek için senelerdir bekliyorum. Konserler yoğunluklu olarak Asya ve Avustralya’da gerçekleşecek. Şimdi burada tatildeyim ama yakalamak isteyen olursa 24 Temmuz’da İstanbul Bakırköy Belediye Tiyatroları’nda Japonya’dan gelen bir ekip ve Türkiye’den müzisyenlerle ortak gerçekleştireceğimiz bir performans olacak. 29 Temmuz’da ilk kez gerçekleşecek Bozcaada Caz Festivali’nde bir trio konseri çalacağım. İtalya’da basılan ve iki İtalyan müzisyen ile kaydettiğimiz KAPI albümünün de hem Asya’da hem de Avrupa’da bir turnesi olacak. Tüm takvime ayrıntılı olarak web sitemden veya Facebook sayfamdan ulaşılabilir.