İthaki Yayınları Yılmaz Güney’in bütün eserlerini yayımlama kararı almış. Bu karar yayınevinin büyük ustaya vefasının yanı sıra, ne kadar iyi ve cesur bir kalem olduğunun da delilidir. Kalemiyle, kadrajına kocaman bir dünyayı sığdırandır

Kadrajına dünyayı sığdıran adam

DİNÇ ÇOBAN

O yalnızca Türk sinemasının değil dünya sinemasının da en önemli yönetmenlerinden biriydi. Ancak Yılmaz Güney sadece bir yönetmen değil, aynı zamanda iyi bir oyuncu, senarist ve en önemlisi de iyi bir yazardı.
İthaki Yayınları’nın sinema dünyasının usta ismi Yılmaz Güney’e saygıyla tüm eserlerini, roman, senaryo, şiir, öykü ve edebiyat dışı yapıtlarını yayımlama kararı alması ne kadar iyi ve cesur bir kalem olduğunun delilidir.
Kalemiyle, kocaman bir dünyayı sığdırır kadrajına.

Fransız sinema tarihçisi ve eleştirmeni Marcel Martin 1974’te kaleme aldığı bir yazısında şöyle anlatır Yılmaz Güney’in Umut filmini:

“...Umut bir Türk filmi. Türk filmi ama bir kardeş gibi benziyor Mısır filmine, Lübnan filmine, Cezayir hatta bir Yugoslav filmine. Bu ülkelerin en içtenlikli, yani ticari batı filmciliğine bulaşmamış filmlerine...”

Bir senaryoyu,” TÜRK MİLLETİ ADINA...” diye başlatıp, bilmem ne tarihinde “oybirliğiyle karar verildi” diye bitirebilir hatta istediğiniz yere yerleştirebilirsiniz. Bunu oyunun bir parçası yapmak, yazarının kurduğu düşe, detaycılığına ve dahi politik yapısına uygun olarak değişiklikler sergileyecektir.

Yani böylesi bir senaryo basılıp kitap haline getirildiğinde de aynı cümlelerle karşılaşmak pek mümkün.

Ama...

Söz konusu eser, Yılmaz Güney’in ise durum başka.

O zaman, eserde geçmese bile yukarıda andığımız cümlelerin aynı kitapta olması kaçınılmaz oluyor.

İthaki Yayınları tarafından yeniden yayımlanan Yılmaz Güney’in Umut ‘u işte böyle bir kitap. Onlarca sayfada böylesi kararları okuyabilirsiniz.

Kim bilir, belki Umut’u hem gözümüzde hem gönlümüzde eşsiz bir yapıt haline getiren gerçeklerden küçük bir pay da budur.

Yılmaz Güney, 1971 yılında, Umut’u Cannes Film Festivali’ne götürebilmek için Danıştay On ikinci Dairesi’ne başvurur. Ve mahkeme 28.05.1971 tarihinde, Prof. Dr. Nermin Abadan, Prof. Dr. Uğur Alacakaptan ve Dr. Alim Şerif Onaran’ın “sakıncalı değil” raporuna dayanarak Umut’un yurtdışında gösteriminde sakınca olmadığına hükmeder.

Bu kararı alan Güney Film, İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne başvurarak filmi yurtdışına çıkarma izni ister ama, dilekçesine bir türlü yanıt alamaz. Festivale katılma süresinin dolmasına pek az kala başka bir yol denenir. Mahkemece “sakıncasız” bulunan ama emniyetin keyfi ve hukuksuz sessizliği nedeniyle Umut, izin belgesi olmaksızın Türkiyeli bir işçi tarafından, festivale ulaştırılır.

Bunun üzerine GÜNEY FİLM ve Yılmaz Güney, toplu kaçakçılık suçuyla mahkemeye verilir.

Bunları şunun için yazdım.

Sadece kahramanları Cabbar’ın, Fatma’nın, Cemile’nin, Mehmet Emin’in değil, Yılmaz Güney’in umududur, Umut.

Tam da bunun için yazılmış, çekilip oynanmıştır.

Bunu en güzel, İlhan Selçuk anlatır 4 aralık 1973 tarihinde Cumhuriyet’te yayımlanan makalesinde;

“... Gördünüz mü Paris’te Son Tango’yu?

Dışarıda seyretmiştim, bizim sansür kırpmış.

Artık mutlu azınlığımız Yılmaz Güney’i de seyretmek için Paris’e gidebilir.

Halkımız ise Umut’un makaslanmışını görüyor.

Öyleyse yurdumuzda Umut kesik mi?

Hayır!

Umudu hiç kimse engelleyemez. En kalın duvarları bile yıkacaktır Umut...Türkiye’nin Umut’u çağımızın umududur. Yılmaz Güney’in umududur, bizim umudumuzdur.”

‘Yeni dünyanın savaşçılarıyız’
İlhan Selçuk’un tespitlerinin yanı sıra, okuma yazması olmayan Cabbar’ın çekiliş sonuçlarını gazeteden öğrenmek isteyecek kadar piyango biletine olan umududur “Umut”. Feleğin sillesini yemiş Cabbar’ın boynunu bükmez Yılmaz Güney ve öylesi umutsuz bir serüven sonunda dahi onun bu dünyanın ortalık yerinde hâlâ dönüp duruyor olma ihtimalini, dillendirir.
Kısacası her hikayesinde ülke gerçeklerini en yalın diliyle anlatan Yılmaz Güney’in en umutsuz final sonrasında bile “hikaye biter ama umut asla” dediğini duyar gibi olursunuz.

Boynu Bükük Öldüler
İthaki Yayınları’nın Yılmaz Güney’e saygıyla yayımlamaya başladığı serinin bir diğer kitabı da Boynu Bükük Öldüler.
Yılmaz Güney, ‘Boynu Bükük Öldüler’ kitabını Nevşehir Cezaevi’nde 1961 – 1962 yılları arasında kaleme almıştı. “Anlattığım insanları tanıyordum, biliyordum ve onları anımsarken gerçekçi ve içten olmaya çalışıyordum” diye yazacaktı kitabın sonradan kaleme aldığı önsözüne. Nevşehir Cezaevi’nde siyasiler koğuşunun en dip köşesinde, rutubetli bir duvara komşu bir ranzada, geceli gündüzlü on altı aylık çalışmanın ürünü oldu ‘Boynu Bükük Öldüler’. Ve ilk Orhan Kemal Roman Armağanı ödülünü aldı bu eseriyle. Cezaevi yıllarını daha sonra, “ İşçi sınıfının kaçınılmaz ittifaklarını, özellikle de köylülüğün devrim süreci içindeki doğru yerini bilmiyordum” diyerek açıklayacak, ancak diye şerh düşecekti notlarına: “Anlattığım insanları tanıyordum, biliyordum ve onları anımsarken gerçekçi ve içten olmaya çalışıyordum.”

Yılmaz Güney hem ne yaptığının hem de kime neyle dokunduğunun farkındadır. Nettir, durduğu yer bellidir.

Sanat, sinema ve siyaset üzerine Kayseri Cezaevi’nden yazdığı bir mektubunda kendi sanatına karşı susan dönemin aydınlarını ve kendi durduğu yeri, umudunu şöyle anlatır Güney:

“…Yeni bir dünya, sancılı bir doğumla, eski kabuğunu parçalayarak kendisini yaratıyor. Eskiyi silkeliyor, sarsıyor. Ben ve benim gibiler, bu yeni dünyanın çoşkusu; onlar da, bu karanlık, umutsuz ve küf kokan dünyanın yitirilme kaygısı içindeler. Kavganın bağrında gelişen sanatçıları görmezlikten gelmek, umursamazlık, kimi zaman küçümsemeye varan tutum, objektif gerçeği yok edemez. Biz yeni dünyanın savaşçılarıyız! Şu duvar nasıl varsa, öyle…”

Boş bir umut satıcısı değildir Yılmaz Güney. Devrimci sanatın, sosyalist toplumu kuracak insanların duygularını, düşüncelerini ve bilincini eğitmede büyük ve önemli bir rol oynadığını bilir. İlk bakışta göze batmayan, ama bir bütünü oluşturan ayrıntılara dikkat çeker, ayrıntıların önemini kavratır. Onları uyanık, kavrayış yetenekleri yüksek, geniş ufuklu insanlar haline getirmeye yardımcı olur.

Sevdiği topraklarda, sevdiği insanlarla buluştu
Yılmaz Güney, iyi bir enternasyonalist iyi bir yurtsever olduğu kadar iyi de bir Adana sevdalısıdır. Öyle ki,
“Herkesin özlediği, düşlerini kurduğu bir şehir vardır. Ben Adana’yı severim. İşte orada, Adana’da, sevdiğim insanlar yaşar...” dediği şehirde, Adana’da, kendinden insanların arasında çeker Umut’u.
İthaki Yayınları’nın Yılmaz Güney eserlerini yayımlama kararının yanı sıra zamanlaması da önemli. Kitaplarını yıllar sonra ilk kez kendi memleketinde Çukurova 10. Kitap Fuarı’nda okurlarıyla buluşturdu yayınevi.
Fuara gidemedim ama, Yılmaz Güney’in fuarda gezdiğinden eminim. Ve hatta gözlerden uzak bir köşede onu gören ve “dabanca”sını soran Adanalılara “N’eblim” dediğini duyar gibiyim.