Kâğıtta kalan

ONUR CAYMAZ

Bazı fotoğraflar öyledir.

Bir zamanlar, bir yerlerden öylece geçen tesadüfi kişileri gizler.

Diyelim bir gün. Dünyanın herhangi yeri. Şehir merkezi. Herhangi bir turist, yeni yerler görmenin heyecanıyla basıyor deklanşöre.

Her şehirde bulunan, bilindik, meşhur meydanlar. Bin yıldır gri uçuşlarıyla kuşlar. Kış kıyamet dinlemeksizin sıkılmadan, ölümün bile saçlarını okşamış kurşuni heykeller... Sayısını kimsenin bilemeyeceği kadar farklı insan tarafından, milyonlarca çoğaltılmış en klişe karelere, tamamen tesadüf, sadece o an oradan geçtiğin için işlendin. Bir solgunluğa kaydedilip zamanın yakasına iliştirdiler seni.

Bir kâğıt gülsün.

Derken albüm denilen hayaletler seçkisine eklendin. Sayfaların, defterlerin, oradan oraya gidip gelen mektupların belleğindesin. Albümler, ölülerin kâğıt üzerinde zamanla harflere dönüştüğü mezarlık kayıt defteri. Birikir. Yaşayanlar eskir, çürür, küflenir. Albüm, şimdi yok olanın, bir zamanlar var olduğunun kanıtı.

Derken tesadüfen saptandığın fotoğrafta, dünyanın o güne dek hiç bulunmadığın başka bir yerine getirildin. Evrensel serbest dağıtım! Nesnelerin, insanlarla birlikte yolculuğu, kâğıt paraların, çöplerin, elden düşme kitapların, sürekli el değiştiren plakların, insanların... Sen değil yani, senin görüntün... Kimin hayatından geçip gittiysen her birinin aklında tek tek kalan, başka başka sen imgelerinden biri...

Ardından, diyelim tesadüfen seni görüntüleyen kişi fotoğraf sanatçısıymış, bir kartpostala basıldın. Ülkesinden ayrılan ya da sürgüne yollanan yazar çizerlerin çeşitli seyahatlerinde, desenli, aşk dolu zarflara konarak gurbete çıktın. Başkalarının kilitli sandıklarında, gizli evrak çekmecelerinde çoğaldın.

Sayısal hafıza ya da mürekkep; fark eder mi?

Çoğaltıldın.

Zamanla biriktirilenle biriktiren karıştı birbirine. Dönüştü biri diğerine. Hatıra defterlerine yapıştırıldın. Belki çok seviliyordun, bir çerçeveye hapsedilerek duvara asıldın. Köprü altlarına, şehirleri uzağında tutmayı marifet bilen boş arazilere, gettolara, banliyölere, uzaklara götürülüp gizlice yakıldın. Nefret ediliyordu belki de senden. Kimi uzak kasabaların dışında kalan çöp dağlarının üzerinde martılara yedirdin kendini. Kaç tane var senden? Bazı arabaların torpido gözlerinde bırakıldın. Bazı âşık adamlar tarafından çok özlenen kadınların oturduğu evlere kapı altlarından fırlatıldın. Sırtına şiirler yazılıyordu. Sehpaların üzerinde duran bazı kül tablalarında makaslara kurban ettin ellerini. Çekmecelerde konakladın yıllarca. Savaşlar, yıkımlar, açlıklar gördün. Gelgelelim hiçbiri dokunamadı gövdene. Sararıp soldun sadece. Okulda, sıra altlarında bırakılan kitapların arasında. Öylece durdun. Kaldın. Bekledin. Beklemek zamana karşı durmak. Kendinden başka hayatlar yaşadın. Üzerine notlar yazıldı, aşk kelimesi yazıldı üzerine. Aşk kelimesi, dudağının sol kenarına değdi başka dillerde.

Coğrafyada gezindin, tarihte... Hiç bilmediğin, bir daha asla göremeyeceğin evlere aktın. Birinin gözünden çıktığın sonsuz yolculukta kimlerin hatırasına, hayatına karıştın? Bir kıyıda... Bakır aydınlığında kuşlarla, meydandaki heykelin üzerine az önce düşmüş yağmur damlalarıyla, yerlere vaktin çilleriymiş gibi dağılmış kırıntılarla, arkada kırmızısı sararmış tramvay durağıyla...

Orda mısın? Duyuyor musun?

Kâğıtta kalan şehir meydanının yakın arkadaşı heykel, belki yüz yıl sonra yıkılacak ama fotoğrafta kalan sen, şimdilik ayakta duran o kurşuni milli kahramanın arkasındaki sokağa sapıp, o zaman kaldığın otele gitmeye devam edecek. Tıpkı seni zamandan kaçırıp yakalayan fotoğrafçı gibi. O da fotoğrafı çekmiş, sevgilisiyle buluşup arka sokaktaki kafede oturmuş, kahve içmişti.

O günkü seni hiç tanımadan, yüz binlerce sen yarattığından haberi yoktu bir fotoğrafta seni öldürenin. Ne kadar az insan fark etti orada, kâğıdın kıyısındaki yarım bozuk kişiyi.

Öylece, gürültüsüz, başka yaşamlar yaşadın. Sonra günü gelince, gerçek denen bildik yanılsamada öleceksin. Kâğıt üzerinde sürecek hayatın. Sen kâğıt üzerinde gerçek kıldın kendini. Senin gerçeğin, kâğıt oldu.

Oysa fotoğraftan çekip gidemeyeceksin, tuhaf. Ölüp gitsen de kâğıdın sırlı evreninde, şimdi bizim bilemediğimiz, o gün belki senin bile hatırlayamayacağın bir şeye gülümseyecek, yokluğa karışacaksın.

Mekânı oyup zamanı genişleten gri yokluk sonun olacak.

Sana merhaba yeniden.

O fotoğrafta sahi, neredeydin sen?