Kâğıttan kaplan Cameron işini kaybetti

Aditya Chakrabortty

Finansal kaos, ekonomik kriz, İskoçya’nın Kuzey İrlanda’nın bağımsızlık ihtimalleri: Bullingdon Kulübü’nün işi çok...

Sterlin değer kaybederken ve piyasalar düşüşe geçerken tüm referandum işinin, Nigel Farage ve diğer uç muhafazakârları savuşturmak için David Cameron’ın başının altından çıktığını unutmayalım. Halkın sandığa gitmek gibi bir talebi yoktu ancak Cameron, parti içi işlerini biraz düzene sokmak için referanduma gitti. Koltuğunu sağlamlaştırmak için İngiltere’nin ve Avrupa’nın geleceğiyle kumar oynadı. Tam bir ‘Eton Kolejli’ yönetici sınıfı özgüveni sergiledi ve kazanabileceğini düşündü. Fakat öyle çuvalladı ki ayrışma süreci yıllar sürecek ve Avrupa çapında Milyonlarla hayatı etkileyecek.

Bunları yapan, sıradan bir şeymiş gibi başbakanlık mesleğini ‘iyi becerebileceğini düşündüğü için’ denediğini söyleyen bir adam. Böylesi bir özgüveni haklı çıkaracak meziyetleri ise nadiren sergiledi. Muhafazakâr partiyi modernleştirme planları bankacılık kriziyle birlikte ilk rüzgârda yıkılıverdi. Böylece Cameron ve Osborne öğrencilik yıllarında özümsedikleri Thatcher tarzı ekonomik politikaları tekrar masaya koymak zorunda kaldı. “Büyük adamlar” neredeyse derhal Küçük Devlet yaklaşımına yöneldiler. Başbakanlık, beş yılın sonunda bitmesi gereken kemer sıkma politikalarını devreye soktu, fakat şu anki öngörüye göre bu süre on yıla çıkacak. Koltuğa oturan önceki başbakanlar isimleriyle özdeşleşen fikirler, politikalar ve yönetim şekilleri geliştirirdi: Thatcherizm, Blairizm. Başbakanlık soru-cevap oturumlarında diklenmekten ve hiçbir meselenin detaylarına hâkim olamamaktan başka, Cameronizm’in nesi var peki?

Önümüzdeki günlerde, referandum sonuçlarının ne kadar yakın olduğunu, ülkenin yarısının bu seçimi yapmadığını çok defa işiteceksiniz. Evet aynen öyle, ve bu da Başbakanın zayıflığına işaret ediyor. İngiltere’nin Avrupa’daki geleceği 1975’te referanduma taşındığında Harold Wilson ezici üstünlükle kazanmıştı. Cevabından yüzde yüz emin olmadığı bir soruyu asla telaffuz etmeyen biri olarak, dağlar kadar farkla kazandı. Fakat Cameron, kampanyasını yürütmek için devletin bütün kaynakları elindeyken, anketlerdeki burun farkı dışında bir güvenceye sahip değildi. Yönetici sınıfının doğuştan üyesi olarak, yönetme yetisine sahip değildi, bu kadar basit.



Tabii tüm sorunlar Cameron’ın elinde çıkma değil; önemli bir kısmı da siyasi miras olarak nitelenebilir. Son 40 yıldır her başbakan tepedekilerle halkın geri kalan kısmı arasında açılan refah uçurumunu kucaklayıcı politikalar benimsedi. Uyguladıkları politikalar, Londra’nın merkezini beslerken ülkenin diğer bölgelerini açlığa terk etti. İnsanlara seslerini gerçekten duyurabilecekleri bir sistem sunmak yerine, onları seçilmiş emniyet müdürleri ve belediye başkanlarıyla avuttu.

Bu sabahın sonuçları, on yıllardır devam eden hesaplı duyarsızlığı ve yarattıkları siyasi elitin güvenilmezliğini yansıtıyor. Thatcher, Blair, Cameron: hepsi ekonomik eşitsizliğe yatırım yaptı – eşitsizliğin sonucu da referendum kampanyasının çerçevesini çizen siyasi ve bölgesel kutuplaşma oldu. Londra merkezinde AB’de kalma yanlılarının bu kadar yüksek olmasına şaşırmamalı; neticede mevcut durumdan fayda sağlayan sayılı yerlerden biri. Aynı şekilde, Güney Wales’ın ayrılık yanlısı olması da doğal; mevcut düzenin 40 yıllık getirisi, tutulmayan sözler ve sonsuz sefilleşmeden ibaret. Ancak maalesef, bu haklı serzenişlerin tümü ırkçılar ve aşırı sağcılar tarafından dillendirildi. Eğer “büyük bankalar,” Nigel Farage isimli eski bir broker tarafından hedefe konuyorsa, gidişatta bir terslik var demektir.

Başbakan Cameron, eşitsizlik ve güvensizlikten oluşan zehirli karışımı çözmeye çalışabilirdi, fakat daha da kötüye gitmesine sebep oldu. AB’de kalma kampanyasının lideri olarak ulusal konut programının dışına itilenlere hitap etme şansı vardı. Bunun yerine, ülkede varlık-yokluk ayrımında en büyük mesele konut fiyatları olmasına karşın, George Osborne ile birlikte konut fiyatlarıyla ilgili tehditler savurdu.
Popüler meşruiyetten yoksun olduğunu kabul edercesine Mark Carney, IMF’den Christine Lagarde, Hazine’deki kamu memurları gibi kişilerin otoritesine tutundu. Cameron’ın güçsüzlüğünü, arkasına saklandığı teknokratlar kadar güzel anlatan bir şey olmadı.

Şimdi oynadığı kumarı kaybetti ve işinden oldu, bedeli ise ülkenin geri kalanı ödeyecek. Zaten işinde iyi değildi, sadece ukalaydı. Şanslı değil, vurdum duymazdı. Fakat şimdi kalkanı düştü.


The Guardian’dan çeviren: Fatih Kıyman