Cüneyt Akman, Türkiye’deki istibdadın hikâyesini kaleme aldı. Tek adam yönetimi... ‘Ulu hakan’ hayranlığı... Ve o eski istibdadın, zaman içinde İslamofaşiz­me evrilmesinin hikâyesi: Kahrolsun İstibdat Yaşasın Hürriyet

Kahrolsun istibdat

Öykü Özfırat

2008 Küresel Krizi’ni ön­ceden tahmin eden dünyadaki az sayıdaki iktisatçıdan biri olan Cüneyt Akman, Kahrolsun İstibdat Yaşasın Hürriyet adlı bu yeni çalışmasıyla 1876’dan 1909’a, 1923’ten 2000’lere ve günümüze kadar gelen tarihsel süreci inceliyor. Biz de Akman’a sorularımızı yönelttik.

»AKP Türkiyesi için çok fazla isimlendirme kullanılıyor. Kitabınızda faşizm ve gericilik üzerinden tanımlamalar yapıp “Neredeyse faşist özentisi” ifadelerini kullanıyorsunuz. Günümüz Türkiye’sini nasıl tanımlıyorsunuz?
Otoriter ve gerici rejimlerin tarih boyunca pek çok örneği, dolayısıyla ismi de oldu. 1920’lerde özel bir tür siyasi gericilik adeta salgın hastalık gibi dünyayı sarmaya başladı: Faşizm! Bugün dünyada yine son derece tehlikeli bir hastalık, bir siyasal gericilik, bir cins otoriter yönetim tarzı yayılıyor. Tıpkı bir zamanların faşizmi gibi o da kendi değişimlerini, metamorfozlarını geçirmekle meşgul; nerede istikrar kazanacak, neye dönüşecek göreceğiz. Örnekleri, işte Putin Rusyası, Macaristan, Polonya, gitgide belki Hindistan vs... AKP’nin ‘yeni rejim’i henüz tam anlamıyla kurulmuş ve oturmuş değil. Ancak bu yolu takip ederse çeşitli İslamist-faşist akımlardan biri haline, hem de onun devletleşmiş haline gelecek gibi. AKP’nin dönüştüğü şey bu yola epey hevesli, imkânları da var.

İslamist-faşizm veya İslamofaşizm kavramını ilk kez Turan Dursun’un ölümünün ardından Demokrat dergisinde kullandım. Başka kullanan var mı, bilmiyorum. Türkiye’nin ve bütün Ortadoğu’nun İslamist bir faşizmin tehdidi altında olduğunu söylediğimde sene 1990’dı. O zamandan bu yana canavar gitgide büyüyor ve dönüşüyor. Şimdilik bu yeni olguyu eski ve tanıdığımız kavramlarla, ‘faşizm, vb’ ile açıklamaya çalışıyoruz. Ne var ki yeni olgu yeni kavrama ihtiyaç duyar. Umarım dünyadaki bir ucu IŞİD’de bir ucu Avrupa neofaşizminde gözlenen bu dalganın önüne set çekilir de bunlara bir ad koymak zorunda kalmayız.

»Kitapta ‘Eski ve yeni Abdülhamitçilik’ başlıklı kısımda, tarikatlarla ilişkiden basın sansürüne kadar birçok alanda geçmiş ve günümüz arasındaki benzerlikleri maddeler halinde sıralıyorsunuz. Abdülhamid figürü, yeni İslamcı rejim için neden bu kadar önemli?
Çünkü yapmaya çalıştıkları şey bir anlamda bir karşı devrim, eski düzeni yeniden kurmak anlamında bir ‘restorasyon’ olarak görüyorlar. Bu anlamda Abdülhamid önemli. Çünkü o ‘Son Osmanlı Padişahı’ onlar için. Sonraki Sultan Reşad’ı İttihatçıların kuklası, Vahdettin’i de gerçek anlamda padişah olamamış sayıyorlar. Abdülhamid’in bir başka önemi de Tanzimat döneminden sonra onun da bir cins geriye dönüş başlatmış olması. Onun istibdat idaresi, tek adam yönetimi olarak eski mutlakiyetçiliğe bir öykünmedir. ‘O yaptı, şimdi de yapılabilir’ diye düşünüyorlar. 2. Abdülhamid hayranlığı İslamist faşizm için olmazsa olmazdır. Kitapta bunu, Nakşibendi geleneği, sonra da Necip Fazıl eliyle İslamcı faşist ideolojinin nasıl oluşturulduğunu anlattım. Muhayyel bir tarih ve gerçekle ilgisi olmayan bir Abdülhamid yaratmışlar. Bu yalanları ellerindeki devlet imkânlarıyla TV dizilerinde anlatıyorlar. Yarattıkları ideal Abdülhamid aslında gerçek değil ama yeni totaliter rejim heveslerinin sembolü olduğu için önemli.

»Kitap tam da 24 Haziran seçimleri sürecinde yayınlandı. Seçim sonuçları, kitapta yazdıklarınız doğrultusunda sizi şaşırttı mı?
Hayır. Kitapta bu seçimin sonucu hakkındaki fikrimi yazmıştım. İlgilenenler kitabın sondan bir önceki sayfasına baksınlar; nedeni orada epeyce açık olarak yazılı.

Şu kadarını söyleyeyim AKP 2002’de adeta kaza sonucu iktidara geldiğinden beri hiçbir demokratik seçim yapmadı. Her seçim öncesinde muhalif kesimleri kriminal kişiler/örgütler olarak göstermeye yönelik polis operasyonları yapıldı ve öyle seçime gidildi. 2007’den itibaren neler yapıldığı ve ayrıca hangi başka yöntemlerle seçimlerin manipüle edildiğini kitapta anlattım. Seçimlerin antidemokratik ve manipülatif özelliği ise her seçimde daha da arttı. Bu son yapılan şeye ‘seçim’ diyebilecek bir siyaset bilimci var mı, varsa neye dayanarak söyler bilmiyorum. Ülke çapında seçim falan değil, bir cins ‘oylama’ yapıldı.

»“AKP’nin ekonomi politikası sürdürülemez bir saadet zincirinden başka bir şey değil” diye bitiriyorsunuz kitabınızı. Ekonomi alanında eğitim almış biri olarak yakın gelecekte Türkiye’yi ekonomik anlamda neler bekliyor sizce?
Her saadet zincirinin sonunda ne olursa Türkiye’yi de o bekliyor. Üstelik epey de yaklaştı. Ne var ki bir saadet zinciri mesela Titan, mesela Jet Fadıl, mesela Çiftlik Bank’ın başındakiler, zincir koptuğunda, ödemeleri yapamadıklarında paraları kaldığı kadarıyla kapıp, sıvışır giderler. Devletlerde öyle olmayabilir. Siyasi iktidarın dizginlerini çok kuvvetli tutan birisi varsa, o zaman işin faturasını birilerine ödetir. Bu kısmen yakın çevresinden olmayan iş insanları, daha büyük ölçüde ise sıradan yoksul ve orta halli halktır. Onun için işte halka sandıkta hâlâ muhtaçken zincirin kopmaması için her yolu denediler ve bu nedenle de seçimi alelacele öne aldılar.

»Kitabınızda savaş ve militarizm çok temel bir tema. Askeri harcamaları ve savunma sanayiini de ayrıntılı olarak ele almışsınız. Kitabın konusu açısından bu neden önemli?
İster Türkiye ister dünya tarihinde olsun otoriter yönetimlerin hem doğuşunda, hem iktidarda kalışında, bazen de ülkeyle birlikte kendisinin de çöküşünde militarizmin ve savaşların büyük önemi var. İstibdat rejimleri savaşla kanla kurulur ve kanla beslenir. Bugün Cumhuriyet rejimi rafa kaldırıldı ve bunu savaş politikaları eşliğinde bazı iyi niyetli cumhuriyetçileri de milliyetçilikle kandırarak yaptılar. Halbuki gerçek cumhuriyetçilik, gerçek yurtseverlik savaşa karşıdır. Savaş yüzyıllar öncesinden dendiği gibi ‘Kralların eğlencesidir’, bugün de diktatörlerin… Üstelik kimse söylemeye cesaret edemiyor. Ülkedeki ekonomik zorlukların en temel sebeplerinden biri aşırı askeri harcamalar. Ayrıntısı kitapta var. Bakın lazer güdümlü bombalarla övünüyoruz ama yüzlercesi atılan o bombalardan bir tanesinin 30 bin dolar civarında olduğunu kaç kişi biliyor veya bir F-16 filosunun tek bir sortisinin kaç milyon dolara mal olduğunu, yahut Suriye’deki cihadcı milislere ne kadar para harcandığını…

»Kitapta İkinci Mahmud dönemi ve Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılması önemli bir yer tutuyor. Genellikle İkinci Mahmud ülkede Batılılaşmayı başlatan ilerici bir padişah olarak görülür; Yeniçeriliğin kaldırılması da iyi bir olay olarak… Tam tersini iddia ediyorsunuz. Niye?
Bakın, Türkiye’de sosyalistler birbirine ‘yoldaş’ diye hitap eder. Nedir yoldaş? Çoğumuz bilmeyiz. Yoldaş, yeniçerilerin birbirine hitap şeklidir. Yeniçeriler katledildikten sonra Mahmud ‘yoldaş’ kelimesini yasaklamıştır. Biraz kendi tarihimizi bilelim. ‘Her Müslüman Türk asker doğar’ düşüncesi Mahmud’un icadıdır. Orduyu Sünni İslam tarikatlarına, özellikle Nakşibendilere teslim eden de odur. Bütün ülkeyi toplumu ve devletiyle gerici tarikatların eline teslim etmiş, anlamsız savaşlara girerek (ki hepsini kaybetti) ve ayarı bozuk para basarak ülkeyi de ekonomisini de mahvetmiştir. Son olarak söyleyeyim: Abdülhamid, Meclis’i Mebusan’ı kapatırken “Artık atam Mahmud’un yolunu takip edeceğim” demiştir. Kitapta bu bölüm özellikle önemli çünkü bugünkü yeni İstibdat rejiminin tarih öncesinde onu yaratan kabaca 4 dönem var: İkinci Mahmud dönemi - İkinci Abdülhamid dönemi - 1941-49 Nazi flörtü sonra ise ABD’ye yanaşma, hemen öncesi ve sonrasıyla 12 Eylül 1980… Mahmud ve Yeniçeriliğin ilgası, ardından gelen Bektaşiliğe karşı engizisyon, istibdadın miladıdır.