Oslo görüşmeleri, İmralı’ya adamını gönderme; barış yönünde iyi niyetli, üstelik de cesurane girişimlermiş. Bunları söyleyenler eğer yalakanın değilse, geri zekalının ‘Allah’ı.

Kan dökülmesinin tek sorumlusu, Erdoğan. Kendi oğulları, şu ya da bu şekilde askerlikten ’yırttı’; ki, bu kendisinin kullandığı deyim; bizim çocuklarımız ise ölsün; asker, gerilla veya ‘sınır kaçakçısı’ olarak; nasıl olsa tazminatını öder Erdoğan, yine bizim cebimizden: Bunların her şeyi para; hükümet programına bile koymuşlar  hedefimiz ‘piyasa toplumu’ diye; sonra da hiç utanmadan Oktay Ekşi’ye tazminat davası açıyorlar; Neyzen Tevfik’in ‘şöyle dersin kızar da, şunu yaparsın aldırmaz’ dediği gafillerin edepsiz versiyonları olarak.

Başbakan, cinayetleri otomatiğe bağlamış durumda. Bu, neo-liberalizmin nesnel gereği; bin parçaya bölünmüş cesetler gelsin ki, Ömer Dinçer, taşeron kurbanı madenciler için “ güzel öldüler”diyebilsin, Çalışma Bakanı olarak. Bu şahıs, Cuma vakti patlayan baraj  kapağında suya kapılıp ölen ve beşinin ceseti hâlâ bulunamayanlar için de “ah ne güzel, suda abdestli öldüler”diyecek bir canlı; şimdi Eğitim Bakanı ve 5 yaşındaki yavrularımıza göz koymuş vaziyette: Mevcut Siyasal Partiler Kanunu, temelde darbecilerin, sonuçta darbeci kılavuzu/bezirganı Özal’ın eseri olarak, tabiî ki antidemokratik; ancak her şeyden önce insan haysiyetine aykırı, milletvekilliğini parti liderinin maskara maşası olmaya zorlaması açısından.

Bunlar, toplu hâlde İslamcı militanlar. ‘Reis’leri bakın ne diyor: Biz yaratılanı severiz yaratandan ötürü; hem de bir marifetmiş gibi. Bunların referansı insanın dışında; yani, ne yapsan ne etsen de sen sen olarak değil, insanı/hayatı/canı aşan bir referans temelinde değerlendiriliyorsun: Müstebitin işine geldiğinde ”seni keserim (de) yaratandan ötürü”süne ‘introduction et rondo capriccioso’ olarak.

Erdoğan, kendi diktatörlüğünün peşinde; “Kürtlerin ‘cici babası’ olur muyum”u deniyor; bir iki köyün adını eskisine döndürüp bir iki Kürt şarkıcıya parasız konser verdirterek; bir de bunlar, cemaati yok edilmiş kiliselere çan takıp haç diktirtmenin uyanıkları ya, süreci tersten işletip bir iki çan kiralamak (solcu eskisi, Kanal 6 zengini bir iki ‘edip’) ve bir de paslı çan ithal etmekle koskoca bir tarihsel-toplumsal hareketi yok ederim zannediyor; tabiî olmuyor.

Sivil siyaseti, darbeci babalarının yolunda, daha da yok etme peşinde binlerce insanı içeri attırtıyor ‘terör uzantısı’ ithamıyla; buna karşılık, silahlı siyaseti muhatap alıp, her şeyi silaha bağlıyor. İnsanların, seslerini duyurup muhatap alınmalarının ve bu süreçte pazarlık güçlerini arttırmalarının kuralı silah kullanma, silah yoluyla en denli etkili olabileceklerini göstermek oluyor. Bu kural gerek kendisi, gerekse karşısındakiler için geçerli oluyor. Neo-liberalizmin taşraya fırlattığı bu ajanlar için ‘performans’, yani doktor için gün başına bakılan hasta,  asker için de bir salvoda katledilen vatandaş sayısı artık tek başarı ölçütü ya, kahramanlık peşindeki başbakanın gözüne girmek uğruna da Uludere(ler) artık farz oluyor.

Başbakanından genelkurmay ve/veya MİT başkanına, katliamın sorumluları (katliama katliam diyemeyen cani yamakları da) mutlaka yargılanmalıdırlar, cinayetleri teşvik, iç savaşı tahrik ve de canileri düpedüz ödüllendirmekten. İç İşleri Bakanı ise; o yargılanmaya bile değmez; zira biz, başbakanı sırtından attı diye at katili olamayacak kadar hayvanat ve/veya nebatat ile ahlakiyat arasındaki kesikliliğin farkındayız.