Kahverengi zarf gazetecileri sizi...
‘Kahverengi zarf gazetecilerine’ dikkatli bakın. Zarfın rengini almış yüzlerinden tanırsınız onları. Kulaklarına fısıldasak “ahlaktan, maneviyattan” söz edip köpürürler bir de. Teflon gibiler, üstlerine hiçbir şey yapışmıyor bunların...
Mehmet ERDEM
Doğan Tılıç hocamın alanıdır bu ama mesleğimizin bazı tipler yüzünden daha da yerlerde süründüğü şu günlerde ben de değinmeden edemedim. Sonuçta, aynı mesleği yapmak talihsizliğini yaşadığımız figürlerin iyice ortalığa saçılan rezillikleri karşısında sessiz kalmak zor gerçekten. “Mesleğin namusu”nu kurtarmak gibi bir misyonum yok elbette, ne haddime, ama bizi yapıp ettiklerimizle, yazıp çizdiklerimizle uğursuz, arsız mihrakların hedefi durumuna getiren mesleğimizin, başkaları için keyifli hayat sürecekleri bir olanak olarak zihinlerde yer etmesine sessiz kalınamaz malum.
Şimdi şu adlarını, sanlarını duyduğumuz, hem karanlık hem akçeli işlerde adı geçen gazetecilerin, - çok tuhaftır- yaptıkları da aslında bir tür “gazetecilik”. Yani bu mesleğin yüzkarası zatlar özellikle 1994’den sonra literatüre giren, “kahverengi zarf gazeteciliği” denen pis işin ülkemizdeki temsilcileri durumundalar. Kulaklarına fısıldasak “ahlaktan, maneviyattan” söz edip köpürürler bir de. Teflon gibiler, üstlerine hiçbir şey yapışmıyor bunların.
Deyimin anavatanı İngiltere’dir. 1994 yılında şu ünlü Harrods mağazasının sahibi (aynı zamanda Prenses Diana ile aynı kazada ölen sevgilisi Dodi’nin babasıdır) Muhammed el Fayed, Avam Kamarası’ndan bir parlamentere kendisi lehine soru sorması için kahverengi zarf içinde para verdi, iddiası ortaya atılmıştı. Bu deyim daha sonra para karşılığı haber, makale yazan gazeteciler için kullanılmaya başlandı. En yaygın olduğu yer, şimdilik tabii, Nijerya’dadır. (Şimdilik diyorum, önce şu Peker’in, ardından Sezgin Baran Korkmaz’ın iddiaları doğruysa, Nijerya’yı ikinci sıraya itebiliriz yakında rahatlıkla).
NİJERYA’YI DA GEÇERİZ
Nijerya’da malum, medya 1990’lardan önce devlete aitti. 1985’ten 1993’e kadar ülkeyi yöneten İbrahim Babangida iktidarında ülke medyası çoğunlukla demokratikleşmeye karşıt bir konumda oldu. Devlet medyası haline gelmiş gazetelerde çalışan gazeteciler, devletle iş yapmak isteyenlerin gözünde önemli aparatlar haline geldiler haliyle. Derler ki ülkede cebine para tıkıştırılmasına alışmış gazeteci sayısı yüzlercedir. Parasını veren dilediği hikâyeyi yazdırabilir tabii. Sanırım durum hâlâ öyle orada. Kuşkusuz buna itiraz eden, her yerde olduğu gibi, meslek etiğine inanmış gazeteciler de var. Nijerya Gazeteciler Sendikası ciddi bir mücadele veriyor bu sözümona “gazeteciliğe” karşı.
Kahverengi Zarf Gazeteciliği’nin dünya çapındaki yaygınlık derecesi konusunda kesin bir bilgi yok. Demokrasinin olmadığı ya da demokrasisi hasarlı ülkelerde rastlanıyor ki şaşırtıcı değil. Daha çok Asya, Doğu Avrupa’nın yanı sıra Latin Amerika ile Afrika bölgelerinde hayli yaygın. Afrika İletişim Araştırmaları dergisi 2010’da yaklaşık 10 Sahra Altı Afrika ülkesinde durumu ortaya koyan 40 inceleme yapmıştı. Bulabilsek de bir okusak tabii. Ya da Doğan hoca bulsa bizim için.
NEDENİ AZ MAAŞ MI?
Bunu sormuşlar konuyu araştıranlar. Gazetecilerin düşük maaş almaları olabilirmiş yanıtlardan biri. Bunu hep yaşıyoruz. İşverenlerin gazetecilere maaşlarını, teliflerini veremediği durumlarla sık sık karşılaşıyoruz biz de. Şimdi şu adı geçen tiplere bakıyoruz da öyle pek az maaş alan kişiler gibi görünmüyorlar bunlar. Mesleğe belli ki paralı birilerinin arkalamasıyla girmişler zaten. Yani Afrika’da, Asya’da, benzeri yerlerde düşük maaş alanların “zarf” kabul etmelerini onaylamasam bile anlarım da bu bizdekilerin durumu farklı. Bunlar fakirliği mesleğimize başladıklarında fark etmiş değiller, muhtemelen. Önceden yaptıkları iş her neyse, biri din dersi öğretmeniymiş örneğin, çok paralı değilse de garantisi olan meslekler. Gazeteciliği (mesleğin bir özelliğidir malum) ilişki kurma, “çevre yapma” amaçlı kullanmak, garantili o işlerinden daha kazançlı gelmiş bunlara demek ki. Yani bunlar açlıktan ölmüyorlardı. İktidar seviyor bunlar. Her türünü seviyorlar; paranın iktidarını, tek adam iktidarını, başkalarının tepesine bindirdikleri inançlarının iktidarlarını. Seviyorlar işte.
BEDELİ AĞIRDIR
Meslek, kaldırabilen için itibarlı elbette. Etiğini içselleştirmeden, kulağını vicdanına ayarlı yapmadan yapılacak iş değil. Ama yapıp etmelerinde işlerine yarayacak bir silah gibi olabiliyor gazetecilik bazılarının gözünde. Kapıları açan bir meslektir. Tuhaf olan şu, gündemde olan figürler “kendi itibarları” sanıyor bunu. Benim yok ama insanın çok zengin dostu olabilir elbette. Yaptığımız meslek öyle bir meslek ki, “zengin dostu”muzla da karşı karşıya gelebileceğimiz durumlar olabilir. Onunla da ilgili yazılması gereken varsa, güle oynaya değil ama gerçeğe bağlılık duygusunun gereği olarak belki yazmamız gerekebilir. O nedenle “gerçek” gazetecilerin kendileri gibi “gerçek gazeteci” olanlardan başka dostları pek olmaz. Bedeli ağır, erbabını yalnız bırakan da bir meslek tabii.
Şu akçeli işlerde adı geçenlerden biri olan tv sunucusunun yapmacık ses tonuyla aslında kendisi olmadığını anlayabilmek hiç de zor değil. Kişi her saat nasıl rol yapabilir, anlayamam. Kendisi olmak daha kolayken, neden zoru seçer kimileri? Mesleğin sıkıntılarını çekmekten korkan ama kendilerini olduğundan farklı göstermekten hiç çekinmeyen, dolayısıyla rezil olmaktan da korkmayanların tuhaf bir cesareti var.
Defalarca yazdım daha önce. İrlandalı gazeteci Veronica Querin vardı bir de. Dublin sokaklarında bugün uyuşturucu satanlar yoksa onun sayesindedir. Bu yürekli kadın gazeteci, yıllarca uyuşturucu satıcılarıyla ilgili haberler yaptı. Uyuşturucu baronlarının adamlarının saldırısına uğradı, öldüresiye dövüldü. Nihayet bir gün kırmızı ışıkta durduğunda otomobilinin yanına gelen motosikletli iki katilin kurşunlarıyla öldürüldü. Çok gençti. İki çocuk annesiydi. Şimdi Dublin’in güzel meydanlarından birinde heykeli vardır.
Öldü ama uyuşturucuya karşı verdiği kavgayı kazandı. Katilleri ile onları azmettirenler bulundu. Ülkedeki, bilinen ama üzerine gidilemeyen ne kadar uyuşturucu taciri varsa yargılanıp hapse atıldı. Dublin, bugün sokaklarında uyuşturucunun neredeyse hiç bulunmadığı kentlerden biridir.
Söylemeye gerek yok, Querin de başka “meslektaşlarına” yapıldığı gibi teklif edilen paraları kabul edebilir, rahat yaşayabilirdi. Ama o şimdi kendisine şükran borçlu olan, öldürüldüğü dönemin gençleri günümüzün orta yaşlıları için bir kahraman oldu. Bunu kendisi seçmedi elbette, kim ölümü seçer. Ama ölümden korkmamayı seçebilir insan. Hatta korka korka ölümün üstüne de gidebilir. Querin bunu yapmıştı.
Kiminin sokaklara heykeli dikilir, kimi rezil bir yat faresi olarak anılır. Hayatta yapacağı seçimler getirir insanları bulundukları yere.
Kahverengi zarf gazetecilerine dikkatli bakın. Zarfın rengini almış yüzlerinden tanırsınız onları.