‘Şanssız Mücadeleci’ şarkısıyla dinleyiciyle buluşan Kalben, “Artık eyleme geçmek ve hem meslektaşlarımı hem ezilen, yok sayılan tüm vatandaşları korumak, yaşama bağlamak için yapılacaklara odaklanmak gerek” diyor.

Kalben: Artık eyleme geçme vakti

Gizem Ertürk

Alternatif müziğin temsilcilerinden Kalben, uluslararası bir ekiple çalıştığı Şanssız Mücadeleci isimli şarkısıyla müzikseverlerle buluştu. Kalben, şarkısı ile karantina günlerinde sevgisiz, temassız ve aşksız kalanlara müziği yoluyla umut olmayı amaçladığını belirtiyor. Kısa sürede 1 milyon YouTube dinlenmesine ulaşan şarkının klibinde müzisyenin “girdiği her odaya kendi ruhunu getirir” dediği usta sanatçı Ahmet Mümtaz Taylan oynuyor.

Kendine has sesi ve yorumu kadar, cesur söylemleriyle de dinleyicisinin gönlünde yer eden Kalben ile son çalışması “Şansız Mücadeleci” vesilesiyle bir araya geldik.

Şansız Mücadeleci yine dinleyiciyi kalbinden vurdu. Nedir hikâyesi?
Zarif yorumunuza teşekkür ederim. Gelen yorumlar, mesajlar yoluyla anlıyorum ki hissi ortaklık ediyoruz şarkımızla. Şarkıyı 2019 Ekim’de yazdım. Müzik sayesinde zamanda ileri, geri hareket edebildiğimi hissediyorum. Şanssız Mücadeleci’nin müziğini, düzenlemesini çok değerli, uluslararası bir ekiple üretmek yeni bir öğreti oldu. Halk olarak iyice yalnızlaştığımız, yeterince önemsenmediğimiz bu kaotik zamanın içinden geçerken hepimizi buluşturduğu için, şarkının bendeki anlamı da farklı.

Klipte çok sevgili Ahmet Mümtaz Taylan’ı görmek de ayrıca güzeldi. Kendisiyle yollarınız nasıl kesişti?
Ahmet Mümtaz Taylan girdiği her odaya kendi ruhunu getirir. Her ifadesiyle bir filmdir. Her cümlesiyle bir oyundur. Hayranlıkla izlediğim böyle kıymetli bir sanatçıyla hatıra var etmiş olmak enfes. Sevgili yönetmenimiz Başak Soysal bize mis gibi bir set kurdu ve ortaya Şanssız Mücadeleci çıktı. Klibe giden yol ise sürprizliydi. Daha önce sevgili Ahmet ile bir edebiyat dergisinin yazar kadrosundayken ahbaplık etmeye başladık. Mahallemiz de bir. Düşüncelerimiz de hür. Ahbaplık sürdükçe yakınlığımız gelişti. Sonra, bir gün, Kabataş vapur iskelesinde İstanbul Hatırası ekibiyle çekime gideceklerken ben de Heybeliada’da kendimle tatile gidiyorken karşılaştık. Keyifli bir vapur sefasından sonra aklıma bu fikir düştü ve paylaştığımda da sevecen bir evet yanıtı aldım. İşte hikâyemiz de budur.

Süreç herkes için zorlu olsa da en çok müzik daha doğrusu sanat darbe aldı. Bu süreçte çok yalnız kaldıklarını, yok sayıldıklarını hissettiler. En acısı sürece dayanamayıp bu dünyayı terk edenler bile oldu. Sizce yaralarımızı nasıl saracağız?
Meslektaşlarımın hayatlarına son vermek zorunda hissettikleri bir dönemde kalbimin kırılmaması, susup oturmam, bu düzenin değişmesi için çalışmamam imkânsız. Bir yaramız daha oldu, haklısınız. Derin bir yara. Toplumun her kesiminden, köşesinden insanı bir araya getiren sanat üreticilerinin, sahne emekçilerinin ve daha nice çalışanın yok sayılması, kanunlar ve kanun yapıcılar tarafından bizzat dışlanması, hiçleştirilmesi ne büyük yara. Bir halk örgüsünde yer alan her meslekten insanın eşit değer görmesi gereklidir. Hele böyle kriz zamanlarında “devlet baba” diyerek ailemizin direği haline getirdiğimiz, güvendiğimiz devlet kurumlarının hepimize eşit destek sağlaması gerekir. Örneğin ben bir sahne işçisi olarak ekibimdeki on kişiden ve onların ailelerinden sorumluyum. Şampanya denizinde yüzüp konağımın bahçesinden denize girmiyorum. Öyle bir hayatım yok. İstemem de. Hem ekibime hem devlete hem sivil topluma karşı bir sürü sorumluluğum var. Vergilerimi tıkır tıkır ödemeye de devam ediyorum. Konser yapmıyoruz, mekânları açmadılar diye bu da durmadı mesela. Bir başkası bir mekânda garson. Mekân kapandı. Garsonluk bitti. İşsiz kaldı. Ailesini geçindiremedi. Umutsuzluğun dibine kadar gitti. Ben meslektaşlarıma baktığımda hayata karşı zarif fikirleri ve duyguları olan insanlar görüyorum. Böyle insanları yaralamak, yok saymak, ölüme sürüklemek çok büyük zulüm bence. Katilleri serbest bırakanların, sanat ve sahne emekçilerini intihara sürüklemesine söylenecek tüm sözleri söyledim. Artık eyleme geçmek ve hem meslektaşlarımı hem ezilen, yok sayılan tüm vatandaşları, mesleğine, rengine, diline, dinine, cinsiyetine bakmadan korumak ve yaşama bağlamak için yapılacaklara odaklanmak gerek. Fayda var etmemiz gerek.

Bir takipçinizin bedeninizin üzerinden yaptığı bir yoruma öyle güzel bir cevap verdiniz ki adeta biz kadınların sloganı oldu. Hayat kısa, memeler sarkıyor… Peki siz kendinizle, bedeninizle hep barış mıydınız?
Tecavüz kelimesi sözlüğüme 4 yaşındayken girdi. Elbette vücudumla her zaman barışık olmadım. Erkeklerin onayı, beğenisi için bilinçaltıma işlenmiş egemen kodları takip ederek yaşadım. Nasıl görünürsem, davranırsam “sempatik, sevilir, kabul edilir ya da şirin” olurdum? Şimdi çeşitli yorumlarda, sözlük yazılarında bana yapıştırılan o içi boş ve kötücül sıfatları senelerce kendime yapıştırdım zaten. Yabancıların üstümde hükmünün kalmamasının sebebi de bu sanıyorum. Ben herhangi birinin bana söyleyebileceği en kötü sözleri, kendime çoktan söyledim ve herhangi birinin bana yapabileceği kötülükleri hak ettiğime inanarak senelerce yaşadım. Artık ölümlü hayatımı böyle yaşamayı reddediyorum. Kimsenin tahakkümüne, baskısına, bilgisizlik ve korkudan doğan nefretine, öfkesine kişisel alanımda izin veremem. Buna katlanmak zorunda değilim. Benim gibi hissetmiş, yorulmuş ve yeniden yapılanmış insanlarla buluşmak için sahip olduğum platformları kullanmak hoşuma gidiyor. Takipçime de bizleri buluşturduğu için şükran ve sevgi doluyum.

kalben-artik-eyleme-gecme-vakti-888227-1.



GÜZELLİKTEN DAHA CİDDİ SORUNLARIMIZ VAR

Kadın bedeni üzerinden yapılan güzellik dayatması sadece ülkemizde değil tüm dünyaya yıllar, asırlar boyu yapıldı yapılmaya da devam Peki nasıl bir gelecek hayal ediyorsunuz özellikle kadınlar özelinde? Değişmesi gereken en temel şeyler nedir size göre?

Kadınların güzellikten çok daha ciddi sorunları var. Kadın cinayetleri… Eğitim olanaksızlıkları… Fırsat eşitsizliği… Şiddet… Çocuk gelinler… Tecavüz… Seks işçiliği… Regl döneminde kullanmak zorunda olduğumuz ürünlere pahalılık ve yüksek vergi oranları gibi acı sebeplerle ulaşımımızın olmaması… Vücut mütilasyonları (kadın sünnetleri gibi)… Saymakla bitmeyecek kadar fazla sorun. Ne acıdır ki biz hala memelerden, göbeklerden, yağlardan, kıllardan bahsediyoruz. Bu fiziksel ve yüzeysel olanı aşıp da birlikte bir adım ileri gidebilirsek kadınların da ülkelerin, halkların yönetiminde aktif söz ve iktidar sahibi olduğu; kanun yaptıkları; akademi ve banka gibi kurumların hiyerarşik yapılarında üst basamaklara tırmandıkları, zaten tüm kurumlarda en tepede çalışabildikleri; felsefe, matematik, edebiyat, müzik, bilim ve daha nice alanda “kadın” sıfatı olmadan doya doya üretebildikleri ve cinsiyetlerinin hapishanesinden kurtuldukları günleri görebileceğiz. İnanıyorum. Bu güzel çocuklar için inanmak zorundayım.

Fotoğraf: Dilan Bozyel