Kanada Başbakanı Justin Trudeau’nun Latin Amerika stratejisi, ilerici yönetimlere saldırmak üzerine kurulu. Fakat bir strateji başarısız oldu. Bölgede solcu hükümetler birbiri ardına zaferler kazanıyor.

Kanada'nın kıta politikası iflasta

Yves ENGLER

Justin Trudeau’nun Latin Amerika stratejisi paramparça oldu. Göreve geldiği günden beri Latin Amerika’nın solcu iktidarları ile savaşıyor. Partisi Venezuela, Nikaragua ve Bolivya’da solcu hükümetlerin devrilmesinde rol oynadı. Fakat Venezuela’da halen sosyalistler iktidarda ve bölgede solcular birbiri ardına seçimler kazanıyorlar. Honduras, Peru ve Bolivya gibi ülkelerde ilerici partiler sağcıları alt ettiler. Bölgesel dayanışma tekrar güçleniyor.

Latin Amerika ve Karayip Devletleri Topluluğu (CELAC) kısa süre önce Arjantin’de bir araya geldi. ABD ve Kanada hariç tüm Amerikalı devletler birliğin üyesi. Otuz dört üyenin otuz üç lideri zirveye katıldı. Katılım göstermeyen tek lider, Brezilyalı başkan Jair Bolsonaro oldu.

HALKLARIN BİRLİĞİ RAHATSIZ EDİYOR

CELAC 2011 yılında Venezuela'nın başkenti Caracas’ta kuruldu ve Hugo Chavez, Rafael Correa, Luiz Inacio ve Lula de Silva gibi solcu liderlerden övgüler aldı. Birlikten haz etmeyen tek ülke Kanada değil. Küresel Kuzey’e mensup çoğu ülke, bu birliğin yerine ABD egemenliğindeki Amerikan Devletleri Örgütü’nü (AOS) tercih ediyorlar. Tabii CELAC’ın kurulmasına gerekçe olan başlıca neden OAS’ın maksadını aşması oldu.

Kanada hükümetinde görev yapan Venezuela’dan Sorumlu Başdanışman Allan Culham geçmişte Venezuela, El Salvador ve Guatemala gibi ülkelerde büyükelçilik yapmıştı. Diplomatik zirveyi kınamakta gecikmedi. 2016 yılında Senato Dışişleri Komitesi’nde söz alan Culham şu sözleri sarf etmişti: “CELAC Amerika kıtası için olumlu bir örgüt değil. Dışlayıcı bir yapıya sahip. Kanada ve ABD’yi kasıtlı olarak dışlayan bir kuruluş. Başkan Chavez ve Bolivarcı devrim hareketinin ürünü.”

Kanada ve ABD’nin kasıtlı olarak dışlandığı gözlemi doğru. Gözleminde eksik kalan, Kanada ve ABD’nin on yıllardır uyguladıkları emperyalist politikalar ve müdahaleci yaklaşımlar.

LİMA GRUBUNU HEDEF ALDILAR

Bir süre önce emekli olan Culham, 2017 yılında liberaller tarafından ‘geri getirildi’ ve Kanada’nın Venezuela’daki rejim değişikliği çabalarına destek verdi. Kanada son beş yıldır Caracas’ı yalnızlaştırmak için elinden geleni yapıyor. Yaptırımlar uyguluyor, uluslararası mahkemelere suç duyuruları yapıyor, Venezuela’nın şaibeli muhaliflerini destekliyor. Venezuela halkını perişan eden tüm bu teşebbüsler başarısız oldu.

Kanada ve Peru’nun 2017 yılında kurduğu ‘Lima Grubu’ Venezuela hükümetini devirmek isteyen ülkelerden oluşuyor. Grup son bir senedir toplanmadı. Solcu lider Pedro Castillo, Peru’da genel seçimleri kazandıktan sonra Perulu Dışişleri Bakanı Hector Bejar bu grubu “Uluslararası siyasette Peru tarihi boyunca yapılmış en kötü şey” olarak tanımladı. Birçok ülke Lima Grubu’ndan çekildiğini ilan etti. Bölgede yapılan kitlesel eylemler grubu zayıflattı. Albeto Fernandez ve Christina Kirchner’in zaferinden sonra Arjantin de gruptan çekildi.

Bu esnada Kanada yönetimi Bolivya’nın ilk yerli başkanını devirmeye çalışıyordu. OAS’a destek veriyor, 2019 seçimini kazanan Evo Morales’i itibarsızlaştırmaya çalışıyordu. Bu çabalar neticesinde muhalif protestolar düzenlendi ve yapılan darbeye ‘meşru gerekçe’ yaratıldı. Toplumsal hareketlerin direnişi sayesinde darbeciler yeni bir seçim yapmak zorunda kaldılar ve iktidar tekrar Morales’in partisinin oldu. OAS ve diğer darbe destekçileri itibar kaybetti.

SAĞCI İKTİDARLARA KOŞULSUZ DESTEK

Kıtanın liberalleri Şilili diktatör Augusto Pinochet’in zalim baskılarına sessiz kaldılar. Fakat ülkede direniş asla hız kesmedi ve Şili’de yapılan referandum neticesinde diktatörün neoliberal anayasası değiştirildi. Geçen ay yapılan seçimlerde solcu lider Gabriel Boric açık ara farkla başkan seçildi.

Şilililerden ilham alan Kolombiyalılar harekete geçtiler ve aşırı sağcı lider Ivan Duque’yu köşeye sıkıştırdılar. Son seçimi Duque az farkla kazandı ve dönemin Kanadalı Dışişleri Bakanı Chrystia Freeland tebriklerini sunmakta gecikmedi. “Kanada ve Kolombiya demokrasi ve insan haklarına sadık olmayı sürdürecekler” dedi.

Trudeau da destek vermekte gecikmedi ve Twitter’dan yaptığı açıklamada “Ivan, seninle ve ekibinle çalışmayı sabırsızlıkla bekliyorum” dedi. Trudeau için kötü haber, bu övgülerin Kolombiya halkında bir karşılık bulmaması. Ülkede başkanlık seçimleri Mayıs ayında yapılacak ve anketlerde solcu aday Gustavo Petro önde çıkıyor. Bu seçim on yıllardır sağcılar tarafından yönetilen Kolombiya’nın kaderini değiştirebilir.

Geçtiğimiz Kasım ayında Daniel Ortega Nikaragua’da tekrar devlet başkanı seçildi. Kanada yönetimi ülkeye yapılan yardımları iki sene önce kesmişti ve devlet yetkililerine yönelik yaptırımlar uygulanıyordu. O dönem ABD ulusal güvenlik danışmanlığı yapan John Bolton Nikaragua’yı “zulüm üçgeni” olarak tanımladığı gruba dahil etmişti (diğer iki ülke Venezuela ve Küba’ydı). Ortega’nın otoriter eğilimleri olduğu doğru fakat hükümeti Venezuela liderliğindeki Latin Amerika için Bolivarcı İttifak’ın (ALBA) bir parçası. Bu ittifak Kuzey Amerika ülkelerinin bölgede kurdukları hegemonyaya cevaben oluşturulmuştu.

BREZİLYA'DA İLERİCİ İKTİDARA MÜDAHALE

Bölgede en önemli mücadelelerden biri, Brezilyalı İşçi Partisi’nden seçilen Başkan Dilma Rousseff’in 2016’da ‘yumuşak darbe’ sürecinde yargılanması oldu. İkinci seçim zaferinin üzerinden henüz bir yıl geçmişti ki Rousseff parlamento oyuyla görevden uzaklaştırıldı. Gerekçe, bütçe yasasının ihlal edilmesiydi. Süreci tetikleyen, ülkedeki kötü ekonomik gidişat ve ‘oto yıkama’ adı verilen yolsuzluk soruşturmasıydı. Soruşturmanın odağında partiye Rousseff’den önce liderlik eden Lula de Silva vardı.

Rousseff’in yolsuzlukları için yeterli delil bulunamadı ve Lula’ya yönetilen suçlamalar da zayıftı. Davayı yürüten savcı Ssergio Moro, Brezilya yargı sistemine göre aynı zamanda davanın hakimiydi. Sonraları Jair Bolsonaro iktidarında adalet bakanı koltuğuna oturdu. 2019 yılında Intercept’in yayınladığı görüşme kayıtları, Lula’ya yönelik suçlamaların siyasi amaçlar taşıdığını doğruyordu. Aynı suçlamalar görevden uzaklaştırılan Rousseff’i de zayıflatmak için kullanılmıştı.

Trudeau hükümeti Venezuela seçimlerindeki düzensizlikler ile ilgili bolca açıklama yaptı. Fakat Rouseff’in görevden uzaklaştırılmasıyla ilgili sessiz kalmayı tercih etti ve solcuların yargılandığı örnekleri hiç dert edinmedi.

FAŞİST BOLSONARO KANADA'YI MEMNUN ETTİ

Kanada Brezilya liderliğindeki MERCOSUR ticaret bloğuna katılmak için çalışmalara başladı (hemen öncesinde Venezuela bloktan atılmıştı). Kanada-Brezilya Stratejik Diyaloğu denen bir süreç de başlatıldı. Ekim 2018’de Dışişleri Bakanı Freeland mevkidaşıyla bir araya geldi. Konuşulan konular arasında Venezuela hükümetinin baskı altına alınması da vardı. Twitter hesabından yaptığı açıklamada “Kanada ve Brezilya güçlü bir dostluk paylaşıyorlar ve uluslararası hukuk düzenini savunuyorlar. Venezuela’daki Maduro rejiminin hesap vermesini sağlayacağız” dedi. Bolsonaro iktidarında Brezilya, Lima Grubu’na katıldı.

Düpedüz cinsiyetçi, ırkçı ve çevre düşmanı bir lider olan Bolsonaro iktidara 2018 yılında geldi. Zaferini mümkün kılan başlıca olgu, rakibinin hapiste olmasıydı. İşçi Parti’nin bir önceki lideri Lula de Silva, ikinci dönemini yüzde 83’lük görev onayıyla tamamlamıştı. Seçimlere girmesine engel olmak için siyasi amaçlar taşıyan yolsuzluk suçlamaları ortaya atılmıştı.

Trudeau hükümeti Lula’nın hapse atılması karşısında sessiz kaldı. Yüksek Mahkeme’nin kararını vermeden önceki akşam ordunun başındaki general bir açıklama yaptı ve hakimlerin Lula lehine karar vermesi halinde askeri müdahale yapılabileceğini ima etti. Kanada buna dahi sessiz kaldı. O günden bugüne yaşanan süreçte Lula’ya yönetilen suçlamalar boşa çıktı ve Ekim ayında yapılacak seçimlerde Bolsonaro’nun rakibi Lula olacak.

Başarısız ve şaibeli siyasi liderlere destek veren Trudeau ve liberalleri, Latin Amerika stratejilerini değiştirecek gibi görünmüyorlar. Kanada’nın bölge politikası uzun süredir Washington’ın ve Kanadalı kapitalistlerin ekonomik çıkarları ekseninde şekilleniyor. Kanada’nın bankalarına, maden şirketlerine ve diğer büyük firmalarına yakışan da ABD imparatorluğundan ekonomik ve siyasi baskılarından kurtulmaya çalışan hareketleri baskılamak oluyor.

Jacobin'den çeviren Fatih Kıyman