Ne ‘Ak Saray’ı, doğrudan doğruya ‘Kara Kondu’. Kara Kondu üzerinden yapılan ise, rejim darbesi. Başbakanlık binası diye yapılıyor; ‘o’ cumhurbaşkanı seçilince, ‘o’nun sarayı oluyor. Dört mü beş mi, özel uçağı varken, bir uçak daha alınıyor başbakanlığa, fevkalade lüks ve devasa; sonra o cumhurbaşkanı olunca, ‘o’nun hizmet ve emrine veriliyor; kısacası gerek o iğrenç ‘kondu’, gerekse dev-anası uçak, makama değil, ‘o’na tahsis ediliyor: Bu, saltanat.

Cumhuriyet’i lağvediyor bu ‘o’; saltanatı, yani sultanlığı kuruyor. ‘O-astı’ biri var; o canlı da, restorasyondan bahsediyordu, hiç utanmadan. Aslında, ‘utanmadan’ lafı bile iltifat olur, bu canlılara: İnsan, yüzü kızarabilen, yani utanabilen canlıdır; ve de bunların yüzü kızarmaz.

Aydınlanma, özellikle de Fransız Aydınlanması, insanın haysiyet savaşıdır: Kimmiş sultan/padişah/kral/imparator; ne maskaralıkmış iktidarının kaynağının Tanrı veya İnsan-üstü bir varlık olması. Böyle bir varlık gerçekten varsa bile, böyle bir şeyi kabûl etmiyorum: Ben de bir özneyim; zira, eğer özne değilsem, hayvana mümasil bir canlı.

‘Karakondu’, zaten yasadışı, daha da önemlisi gayri-meşrû bir binadır. Alevî ‘önder’leriymiş orada ilk yemeğe giden canlılar: Yedikleri haram, kendileri de; tamam söylemeyim; işte böyle bir ‘şey’lerdir.

Oradaki ‘o’ nedir: İnsanlara hakaret eden, ama bunu arkasında binlerce koruma/polis ve benzeri yaratık olmadan yapamayan ‘bir’i; pek bir cesur, pek bir şerefli, pek bir delikanlı.

Sigara içiyor diye, insanlara hakaret eder: Sigara yasağı, kapsama alanı itibariyle, edepsizliğin şahikasıdır. Sen kim oluyorsun da benim, kendi arabamda içtiğim sigaraya yasak getiriyorsun: Kendi delikanlılığnın en büyük kanıtı durumundaki 20-25 arabalık koruma ordusunun sadece bir dakikada çıkarttığı egzoz gazı kadar hava kirlenmesini, ben bir ömür boyu sigara içsem de eşitleyemez iken.

Sağlık Bakanı diye ortalıkta dolaşan canlı, hiç mi hiç utanmadan ‘müjde’ledi, açık havaya da sigara yasağı geliyor diye. Çalışma Bakanı dedikleri ise, cinayet sorumlularını, yani maden müfettişlerini –ne kadar varsa- “adalete teslim etmem” demekten utanmıyor: Kendisi de , Enerji Bakanı da Azrail’in ‘kıyakçı’ları, haralardaki anlamıyla.

Binali nâm bir ‘Milyarali’ var, Pamukova katliamı baş sorumlusu: Kendisi, TCDD genel müdürü ve kendilerini cinayete azmettiren ‘reis’leri 41 kere idam, olmadı ‘müebbet’le yargılanmadıkları sürece iş cinayetlerinin sonu gelmez: ‘Hızlandırılmış’ olsun diye, makinistlere “şu saatte Ankara’ya varmış olacaksınız” talimatını veren, sırf siyasal şov maksadıyla, kendileri.

Taa, en başta dedik; bu ‘o’, rejim darbesi yapmış biri; iktidarı gayri-meşrû; zira, Parlamento ‘auto-mülga’, yani kendi kendisini kendi elleriyle ilga etmiş: Hepsi mi, tam bilmiyorum; ama, AKP’li ‘milletvekili maaşı alan elemanlar’ın çoğu, Cumhurbaşkanı adayı olarak kim gösterilecek konusunda üstü boş kağıdın altına imza attılar. Bu, ahlaken kabûl edilemez bir şey: Bunu yapabilen insanın ne sözüne itimat edilir, ne de eşi bile olsan yatağına girilmez; sabah yanında kiminle uyanacağını bilemezsin.

Boş kağıt altına imza atmanın ahlakî ve siyasî boyutunun ötesinde bir de hukukî boyutu vardır ki, bu canlılar, kendilerine verilen vekaleti, müvekkillerinin izni olmaksızın bir üçüncü şahsa devretmiş; dolayısıyla emanete ihanet etmenin ötesinde, yetkileri dahilinde olmayan bir işi yaparak vekillik konumundan düşmüş, parlamentoyu vekilsiz bırakmışlardır; zira, Cumhurbaşkanlığına kim aday gösterilecek konusunda teklifte bulunma yetkisi, her vatandaşa değil sadece milletvekillerine tanınmıştır ve bu yetkiyi tek bir kişiye, yani ‘reis’lerine devrederek sadece vekillikten değil, diktatörlüğe destek verip rejim darbesi suçlusu durumuna da düşmüşlerdir.

Yazımızı bitirmeden şunu da söyleyelim: Sabiha Gökçen havaalanında, erkeklere ayakta işemek yasaklanmış, idrar yollarında iltihap ve/veya prostata sebep olur gerekçesiyle. Tamam, Kobani’yi düşürtemedi; ama, yine de bir umudumuz var kendisinden; gelsin tuvalet kapısında, elinde sopa nöbet tutsun, bizi prostattan kurtarmak üzere, “yoksa zabıta çağırırım, ha” tehdidiyle.