Memleketin elinde kalan en önemli biyolojik rezerv alanlarını bünyesinde barındıran Karadeniz bölgesi can çekişiyor artık.

Karadeniz karasun, daha kararmiyasun…

UĞUR BİRYOL / ubiryol@gmail.com

Karadeniz bölgesi, son yılların en gözde yerleri arasında. Nedeni çok basit; Karadeniz’in dört bir yanı eşsiz bir doğal müze gibi. Köyleri, dereleri, kuşları, ormanları, yaylaları, yaşam biçimi ve insanlarıyla, dışarıdan gelmek isteyenleri cezbediyor. Gel gör ki, her güzelliğin de ekolojik bir bedeli var. Herhalde bu diyeti ödeyen yerlerin başında da Karadeniz geliyor.

Karadeniz’e yapılan kötülüklerin başında, sahilleri birbirine bağlayan ve zaten sahil dokusunu yok eden duble yol çalışması var. Müteahhit kafasıyla, hesapta ulaşımı kolaylaştırmak için yapılan bu yol çalışması, bölge insanının denizle bağlantısını kestiği gibi, kıyı ekosistemini de yerle bir etti. Çok ama çok az yer kaldı bölgede, hâlâ denizin varlığını hissettirebilen. Bu bağlamda yapılan yol, aynı zamanda Samsun’dan Sarp’a kadar, tek tip, çirkin bir yapılaşmanın da önünü açtı. Sıvasız, tuğla binalarla örülü sahil boylarında şehirler de birbirine benzemeye başladı. Oysa Karadeniz’e uzaklardan gelenler, o yollardan geçtiğinde yemyeşil bir yolculukla büyüleniyordu, şimdiyse sadece beton görebiliyor.

Bu yol çalışmasının akabinde, su potansiyelinin yüksek olmasını göz önüne alarak; baraj ve HES gibi çalışmalar yapmaya başladılar. Barajlar iklimi değiştirdi, HES’ler dereleri kuruttu ama ne gam, daha çok para kazanma hırsı uğruna kızılağaçların, ladinlerin, binlerce bitkinin ve canlının içinde yer aldığı sucul yaşam yok edildi göz göre göre. İstanbul’daki selde dere yatakları nasıl verdiğini geri aldıysa, buralarda da böyle olacağı hiç düşünülmedi. Hopa’da yaşanan selde, doğa kendine yapılan kötülüklerin karşılığını verdi; insanlar mağdur oldu, canlar yitti…

Yetmedi, bu sefer Cerattepe gibi bir doğa alanında maden arama faaliyeti başlatıldı, hem de yöre halkının tüm itirazlarına rağmen. Öyle ya, “ Bu milletin a….koyacağız” dediler, gereğini yapmaya koyuldular, hükümetten kimse çıkıp, “Sen kimsin ki bu millete küfür ediyorsun?” diyemedi. Direniş hâlâ sürüyor ama nereye kadar bilinmez!

Sahil yolları, barajlar, HES’ler, madenler derken bitmeyen kötülükler dalgası, adına ironik bir biçimde devam eden “Yeşil Yol” dalgası ile devam ettirilmek istendi. Yeşil Yol, hesapta Karadeniz’in yaylalarını birbirine bağlamak amaçlı turizm destekli yoldu ama kazın ayağının öyle olmadığı anlaşıldı. Katarlılar’a peşkeş çekilen dağlarımız, ormanlarımız, sularımız ve yaylalarımız kimlerin elinde kalacak hesabıymış, öğrendik. Yıllardır görülen yayla davalarının ardından, işgalci sayılan yayla sakinlerinin yerine kimlerin oturtulmak istendiği anlaşıldı. Bu memleket siyasetinin en büyük handikabı, kendi insanlarını sevmemesi neticede, Karadenizli siyasetçiler de kendi memleketlerini sevmiyor, vallahi ve billahi hem de!

Ve en son hadise, Rize ve Artvin için düşünülen havaalanı. Maksimum iki ya da üç saat uzaklıktaki Trabzon havaalanı orada dururken, denizi doldurup yeni bir havaalanı inşaatına girişmek de neyin nesi? Ve bunu yapmak için, Pazar’ın Haçapit köyünü talan etmek? Bütün bir doldu malzemesi için, bir köyü yok etmek. Yok artık, bu kadarına da pes, yani siz ey efendiler, bu kadar mı Allah’tan korkmazsınız?

Hiç boşuna nefes tüketmeyin, dünyanın en özel bölgelerinden birini ellerinizle yok ettiniz, etmeye de devam ediyorsunuz. Bu saatten sonra yapacağınız herhangi bir açıklamanın, bir özrün de anlamı yok. Karardı Karadeniz artık, geçmiş olsun!