İrlandalı yazar Sean Moncrieff’in ‘Sokak Lambalarının Meleği’ modern edebiyatın oldukça başarılı örneklerinden biri. Romanda yaşamları ölüm üzerinden şekillendirilen karakterler var edilmiş

Karakterleri doğuran ölüm

BARIŞCAN DEMİR

Gogol, mezarında gülümseyedursun, başkalarının ölümleri üzerine kurulup şekillenen hayatlar fikri, Ölü Canlar isimli eşsiz klasikten sonra popülerleşmiş, o gün bugündür de edebiyatta sık sık işlenir olmuştur. Schiller’in, polisiye türünün ilk örneğini yarattığı Hayaletgören kitabındaki Prens karakteri ve Poe’nun meşhur karakteri Auguste Dupin bile, gerçekleşmiş olan bir ölüm sonucunda hayat bulmuş olan karakterlerdir. Kimse kusura bakmasın; ama Prens de, Dupin de, ünlerini, ölüm nedenlerini araştırdıkları ölülere borçlu karakterlerdir. Schiller’in Hayaletgören’i yazması ve Poe’nun Morgue Sokağı Cinayeti’ni yazması, Gogol’ün Ölü Canlar’ın ilk cildini bitirmesinden önceye denk gelmiş olsa da, başlattıkları polisiye geleneği ile, ne Sherlock Holmes’ler yaratılmamıştır ki, Ölü Canlar’daki fikirden, yani ölümden beslenerek var olan karakterlerin yaratımının popülerliğini desteklememiş olsunlar. Sean Moncrieff isimli İrlandalı yazarın, Sokak Lambalarının Meleği romanında da aynı şekilde, kaynağını Ölü Canlar’da bulan, yaşamları ölüm üzerinden şekillenen karakterler var edilmiştir.

KARAKTERLERİN ORTAK ÖZELLİĞİ
Kitap, Manda isimli bir genç kızın ölümünün çevresinde süzülen, onun ölümü ile beslenip, besin olarak aldıkları hayat enerjisiyle devamlılıklarını sağlayan, birbirinden farklı beş karakteri barındırır. Karakterlerin ortak özelliği, karakterlerin kendine has yaşamları  birbirlerinden oldukça farklı olmasına rağmen, tabi oldukları inançları doğrultusunda şekillenen yaşamlarından sıkılmaları; yaşamlarına getirdikleri eleştirilerin kendilerine ait olmasına rağmen, eleştirilen yaşamlarına devam etmek zorunda olduklarını fark edip eleştirel bir kaçış ve zorunlu uyum arasında gidip gelen bir süreklilik içinde olmaları onları ortaklaştırır.
Karakterlerin ilki, İrlanda’ya özgü bir Bulvar gazetesinde çalışan ve ölü kız Manda’nın kuzeni olan muhabir Carol’dır. Carol, yaptığı işten de, işi dolayısıyla alışkanlığı olmuş yaşamından da sıkılmış bir kadındır. Sıkılmışlığını dile getirenin kendi olmasına rağmen, ölü kuzeninin haberini aldığında, ölü Manda’dan dileyebildiği tek şey, dibe batmış kariyerini kurtaracak bir haber çıkartarak ölmüş olmasıdır. İkinci karakter ise, eski yaşamında magazin haberlerini oldukça meşgul etmiş olmasına rağmen, şimdinin ünlü siyasetçisi olmaya aday bir kadın olan Rachel’dır. Rachel’ın politik çalışmalarının bir kısmı Manda üzerinden yürütülmektedir ki, ölmesiyle hem bu çalışmalara hem de Rachel’ın siyasi kariyerine güçlü bir darbe indirmiştir. Üçüncü karakter ise Michael isimli bir rahiptir. Michael’ın rahip olmasının sebebi, inancına bağlı değil, yalnızca ölümün karanlığına olan tutkusundandır. Michael’a göre ölümün aşılamazlığını hatırlatan tek kurum kilise olduğundan, onun seçebileceği en iyi meslek de rahiplik olmuştur. Manda ve Michael’ı kesiştiren şey ise, Manda’nın da üyesi olduğu Lucifer’ın Çekici isimli, dini bir tarikatın, ayin toplantılarının Michael’ın çalıştığı kilisede yapılıyor olmasıdır. Kitabın dördüncü karakteri, Baz isimli genç bir serseridir. Yaşantısı ve satır aralarından kendini gösteren hayat felsefesi beatnikleri andıran Baz, Manda’nın ölümünün birinci dereceden zanlısıdır. Beşinci ve son karakter ise, taksici Maurice’dir. Maurice’in derdi, taksisine binen yolcularladır; kimin bineceği asla belli olmaz taksiye, fakat her müşterisinin ortak özelliği anlatacak bir şeyleri olmasıdır. Kendinin günah çıkartılan bir rahip gibi görülmesinden bıkmıştır Maurice. Taksisine binen bir müşteri de, Manda’nın ölümünün birinci dereceden zanlısı Baz’dan başkası olmayacaktır.
Sean Moncrief’in kitabı, günümüz edebiyatında oldukça sık karşılaşılmaya başlanan, diğerinin ölümü ile var olan karakterleri barındırmanın yanında, farklı hayatların kesişmesi tekniğinden de beslenir. Yazar, kitabın her bölümünde kesişimlerin işaretlerini verir ve okura bu kesişimlerin gerçekleşmesini bekletir. Kitabı sürükleyici yapan da, bahsi geçen bu kesişimlerin beklenmesine rağmen gerçekleşmeyi erteleyişleridir. Kitabı edebi anlamda güzel yapan şey ise, kesişimlerin beklenilmesi değildir tabii. Moncrief’in bu modern İrlanda kurgusunu özel yapan şey, her karakterin kendine has bir üslupla bezenmiş iç ve dış konuşmalara sahip olarak yazılmış olmasıdır. Örneğin, Baz karakterinin monologlarında sokak jargonunun bütün nimetleri seçilebilirken, Michael konuşurken, eğitimini Hellence ve Latince öğrenimiyle tamamlamış, entelektüel arayışlarının sonu asla gelmeyecek şekilde kurgulandığı bir karakterle karşılaşırız. Maurice’in monologlarında devrik cümleler artarken, Rachel’ın konuşmaları, alkole kaçmaya meyilli bir muhabirden bekleyebileceğiniz bütün iç hesaplaşmaları içerir. Birbirinin tam tersi karakterlerin, örneğin Baz’ın ve Michael’ın bölümleri arka arkaya geldiğinde bile, dildeki değişme sizi rahatsız etmeyecek bir haldedir. Bu konuda övülmesi gereken kişi öncelikle İrlanda’dan çıkan yazardır tabii, fakat unutmamak gerekir ki, Türkçe’ye çeviren Ümit Edeş de orijinaline oldukça yakın beş farklı dili tutturabilmiştir.
Konusu, yaratıcılıktan oldukça uzak olsa da, İrlanda edebiyatı söz konusu olduğunda, bir Wilde, Joyce ya da Beckett gibi rakipleri varken mükemmele yaklaşamamış, fakat modern edebiyatın oldukça başarılı örneklerinden biri olmuştur Sokak Lambalarının Meleği. İrlanda edebiyatına düşkün, dikkatli bir okur için güzel bir kaçamak olacaktır.