Karanlık Gece filminin başrol oyuncusu Ateş, “Filmde örgütlü kötülüğe karşı karanlığı aydınlığa çıkartacak bir mücadele var” dedi. Yönetmen Alper ise “Bu suç, utanç, vicdan ve adalet arayışının filmi” diye konuştu.

Karanlığı aydınlığa çıkartmak için...
Özcan Alper’in yönettiği Karanlık Gece’de Berkay Ateş rol alıyor. (Fotoğraf: BirGün)

Emrah KOLUKISA

Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde En İyi Film ve En İyi Senaryo, Ankara Film Festivali’nde En İyi Yönetmen, Jüri Özel Ödülü ve SİYAD Ödülünü alan “Karanlık Gece” nihayet vizyona girdi. Filmin 2019’dan bu yana süren yapım macerasını Özcan Alper ve Berkay Ateş’le konuştuk. Ateş kariyerinin en güçlü performanslarından birini sunduğu filmin hazırlık süreciyle başladı anlatmaya.

“Karanlık Gece”de kariyerinizin en güçlü performanslarından birini sunuyorsunuz. Fiziksel anlamda da ciddi bir meydan okuması olan role nasıl hazırlandınız?

B.A.: Süreç ilk başta senaryo üzerinde uzun zaman geçirmemizle başladı. Karakterin geçmişini ve bugününü anlamak, o vicdan azabını içselleştirmek önemliydi benim için. Aynı zamanda psikiyatristlerle suçluluk psikolojisi üzerine çalıştık. Aynı süreç içinde de bağlama çalmayı öğrenmek, motor kullanmak ve dağcılık gibi derslere devam ettim.

Senaryoyu okuduğunuzda ‘bu rolü muhakkak oynamalıyım’ duygusu geldi mi size, başkası oynasa örneğin, üzülür müydünüz?

B.A.: Kesinlikle üzülürdüm. Çünkü Özcan Alper’in sinemasını hep takip ettim ve her zaman dili, hikâye seçimleri beni etkiledi. “Sonbahar” filmi hayatımda büyük bir yere sahip. 

Özcan Alper ve Murat Uyurkulak ile rolün inşası sürecinde hangi noktaların üzerinde durdunuz?

B.A.: Biraz evvel dediğim gibi suçluluk duygusu önemliydi. Çünkü zaman bazı yüreklerde bu duyguyu azaltmıyor ve tam tersi büyümesine sebep oluyor. Bir süre sonra artık vicdanın yükü ağır basarak sizi esir alabiliyor. Bu yüzden de bu esaretten tek bir şekilde çıkmak mümkündü, o da eylem. Sonu ne olursa olsun. İşte o kararları verdiği yerler bizim için önemliydi. Keskinliktense birçok detayın karakteri nasıl dönüştürdüğünü çalıştık. Bu da gerçekliğimizin altını çizdi bana kalırsa.

Özcan Alper ile çalışmak nasıldı?

B.A.: İstediğim alanları açma konusunda hep açıktı. Bazı sahnelerin üzerine tartışıp birbirimizi ikna ettiğimiz zamanlar oldu. Bunun önemli olduğunu düşünüyorum. Bu yüzden de Özcan Alper’in seti benim için de önemli bir deneyimdi. Şartlarımız zordu tabii ki, köyler, dağlar, obruklar. Ancak Özcan Alper’in sinemaya ve hikâyeye olan tutkusu hepimizin birbirimize ve filmimize sarılmasını perçinledi. 

“Karanlık Gece” büyük ölçüde yaşadığımız zamanların bir izdüşümünü gösteriyor. Siz nasıl görüyorsunuz içinde bulunduğumuz günleri, yaşadığımız memleketin ahvalini?

B.A.: Küçük bir ölçekte örgütlü bir kötülüğü anlatıyoruz, ancak sonu ne olursa olsun verilen bir mücadeleyi de. Bu yüzden filmi umutlu buluyorum, çünkü korkunun duvarını yıkmak için kararlılık, mücadele var. Karanlığı aydınlığa çıkartmak var. Yaşadığımız günler belki böyle, fakat işte filmler var, sokaklar var, mücadeleden ve güzel bir dünya hayalinden vazgeçmeyen insanlar var.

Ağır bir deprem travması yaşadık yakın zamanda. Ailenizin bir tarafı Malatyalı ve Malatya da depremden kötü etkilenen illerden. Neler hissettiniz bu depremde?

B.A.: Çok etkilendiğim bir süreç oldu. Çaresizlik ezici bir duygu. Ailemizden kayıplar olmadı fakat bizim içimizde yaralar açıldı. Bu felaketi birebir orada yaşayan insanlar, hâlâ sokaklarda kalan insanlar, isyan eden insanlar oldukça biz kendi duygumuzdan bahsedemeyiz gibi geliyor.

***

10 YILDA KÖTÜLÜK DAHA GÖRÜNÜR OLDU

Yönetmen Özcan Alper, Karanlık Gece filmini, Kadıköy’de arkadaşlarıyla kartopu oynarken öldürülen gazeteci Nuh Köklü’ye adadı. Alper sorularımızı yanıtladı:

“Karanlık Gece”nin senaryosunu Murat Uyurkulak ile birlikte yazdınız. Hikâyenin çıkış noktasından başlayalım mı?

Ö.A.: Hikâyeyi ilk 2016’da yazmaya başladım ve oluşturdum. Sonrasında Murat Uyurkulak ile birlikte senaryo üzerinde çalışmaya başladık ve derinleştirdik. Bu sefer bu taraftan değil de o çoğunluğa bakma ya da o aradaki kitleye bakmalar burada. Diğer filmlerimi düşününce aslında daha kendimi ve bize yakın karakterleri anlatıyordum nihayetinde ama bu sefer tam tersine memleketteki bu kötülük meselesi, hatta kötülüğün artık daha görünür olması ve başka türlü de örgütlü bir kötülüğe dönüşmesi üzerine (hem toplum hem de iktidar tarafında) bir film bu. Herhalde bunlar bende yer etmeye başladı son dönemde diye düşünüyorum. 

Nihayetinde memleketteki bu kötülük halini anlatma dürtüsüyle başladı her şey diyebilirim. Yazma sürecinde birçok başka şey de işin içine girdi elbette çünkü son yıllarda böyle çok fazla hikâyeler yaşandı ülkede… Hem Türkiye’deki toplumsal muhalefetin bastırılmasıyla ilgili hem de özellikle Gezi sonrası, onunla beraber doruğa çıkan çevre meselesiyle ilgili. O mücadeleler esnasında yaşanan pek çok hikâye de esin kaynağı oldu.

Neredeyse son 10 yıldır iktidar cenahından yürütülen bir ayrıştırma politikası var, herkesin birbirinden nefret ettirildiği bir süreç ki bunlar da filmin odak noktasında.

Ö.A.: Öyle, bu film bunları anlamaya çalışıyor daha çok. Bir linç hikâyesi ama bir yandan da toplumdaki bu milliyetçilik ve bu milliyetçiliğin çok hızlı bir biçimde ırkçılığa doğru evrilmesi ve bu ırkçılığın kökenleri üzerine de bir film; Murat ile birlikte bunlara da bakmaya çalıştık. Hem son 10 yıldaki bu yükseliş, nefret söylemi, toplumu ayrıştırma, ikiye bölme ve bunun üzerinden başka türlü iktidar kurma biçimleri hem de aslında 100 yıldır bu topraklardaki kötülüğün beslenme şekilleri ile bu kötülüğün nedenselliklerini anlama çabası da vardı. Bunu politik bir makale ya da felsefi bir tezden ziyade film formunda anlatmaktı amaç ve film olunca da böyle bir hikâye çıktı ortaya.

Tanıdık bir Türkiye var filmde…

Ö.A.: Bu film için aslında bir suç, utanç, vicdan ve bununla beraber başlayan bir adalet arayışı da diyebiliriz. O yüzden de bugünün Türkiye’sine çok tanıdık gelen bildiğimiz şeyler var. Cumartesi Anneleri meselesini biliyoruz mesela, kaç yüz haftadır onların o ısrarı, mücadeleden vaz geçmemeleri bizim örnek aldığımız bir şeydi. Yine mesela çevre mücadelesi adına kendi hayatları pahasına mücadele edenleri de biliyoruz.

Yaklaşan seçimlere dair ne düşünüyorsunuz? Değişim geliyor mu?

Ö.A.: Evet geliyor. Bunu özellikle bu seçimde ilk kez oy kullanacak gençlerin hissettiğini düşünüyorum. Tabii bir de kadınların… Zaten onlar olmasa, son 10 yıla bakarsak, bambaşka bir Türkiye ile karşılaşabilirdik. İyi ki onlar varmış. Çünkü bu son 10 yılda siyasi partilerden çok kadınlar ve onların ısrarı Türkiye’yi belli bir dengede tuttu diyebilirim, gerçek muhalefet onlardı. Hiç geri adım atmadılar.

Tahminin var mı seçimlere dair?

Ö.A.: Cumhurbaşkanlığı seçimlerini Kılıçdaroğlu’nun bir hayli farkla alacağını düşünüyorum. Çünkü insanlar bütün bu gerilimden, ayrıştırmadan, ötekileştirmeden çok sıkıldılar. Kılıçdaroğlu’nun toplumu tekrar yan yana durmaya, ortaklaştırmaya yönelik bir siyaset dili kurma çabaları etkili oldu ve bu da toplumda bir karşılık bulacak kanısındayım.