Halil kardeş, canım kardeş. Kardeşliğin en güzel yerinde, ikindisinde sessizce veda eden kardeş. Kardeş kardeş. Neye sığdırabilirim ki seni?

Kardeşlik Alfabesi

HAYDAR ERGÜLEN

Kardeşlik alfabesi Ali’yle başlar. Ali Ali canım Ali. Belki de kardeşliğin Ali’yle başlaması hoşumuza gittiğinden, yeryüzündeki en güzel, en yakın, en yalın, bizce en anlamlı, içli, dolu isimlerin başında gelir Ali. “Ali bizim şahımız” diye boşuna geçmiyor deyişte. Diyenlerin bir bildiği, sevdiği olmalı.

Ali’yle başlayan kardeşlik uzun sürer, alfabenin sonunu bulur da, alfabe 29 harften ibaret değildir, “kardeş türküler” gibi kardeş harfler de vardır, w, x, q ve dahi. Harflerin kardeşliği, renklerin kardeşliği derken, dillerin, halkların kardeşliği de, Ali’yle başlayan güzel işlerdendir. Hemşehrimiz, çağdaşımız Yunus’un dediği gibidir: “Severim ben seni candan içeri/yolum vardır bu erkandan içeri.” Ali’yi sevmemiz candan içeri, Ali’nin yolunda cemden içeri.

Barış. Yüzyüze bakmanın, insan olmanın, kainatla, insanla, hayvanla, tabiatla, nebatatla birlik içinde, barış bayrağını açıp sevinç rüzgarlarıyla dalgalandırmanın ve bunun gibi güzel şeylerin, kardeşliklerin adı barış olmazsa ne olur ki?

Can. Şimdi kız çocuklarının adlarının çoğu Nur’la bitiyor. 40 yıl önce de adımızın sonunda olmasa da can eklerdik. Dost, yakın, kalp, gönül, muhabbet, neyi içermez ki can? Biz yine can diye seslenelim, bakalım, görelim, düşünelim birbirimizi.

Çağla, Çimen, Çiğdem…Hepsinde de doğa var, ot var, yeşillik, incelik var, oluşun tadı var. Tabiatıyla kardeşliğin özü var.

Dilek. Sanki birbirinden güzel ağaçların özellikleri onda toplanmış, akasyadan limona, zeytinden kiraza, salkımsöğütten cevize, çınara, her ağacın iyiliği ona geçmiş, Dilek ağacı olmuş, gelmiş. Üstüne de göçmen kuşlar konmuş, her yere yetişme, herkesle dertlenme, ince ince düşünme, hatır gönül bilme, şimdi çoğu kimsenin terk ettiği duyarlı olma gereği, o ağacın dalları olmuş. O kardeşliğimizin gölgesinde toplandığı, altında bahtiyar günler yaşadığımız, dört mevsim ağacımız.

Bilge, Bahar, Cem, Deniz, Dora, Eren, Erkan, Emel, Ebru, Eylem, Eylül, Ece, Durul Ege, Ezgi, insan hangisiyle kardeş olmak istemez ki? Biz de istiyoruz ve adınızı kardeşlik alfabesine yazmanızı diliyoruz. Fadik, Filiz, Füruzan, sanki kardeşliğin şakacı ve güleryüzlü olduğuna birer nişan, birer değerli taş, gözalıcı, parlak ve bakmalara, görmelere doyulamayan. Gül, ki kaç anlam, kaç güzellik birden sayılır, “güle güle gelir canlar paresi”, bir de “bütün bahçeler sende toplanmış/gül müsün nesin?” deyince, bütün harfler de gülde toplanmış olur. Güzel, Gazel, Güney, Gökçe, Göğekin, Göksel, Gönül, Gülnihal, Güzin, hepsinin de şiirde yeri var, belki şiiri havalandıran, nefes aldıranlar arasında onların adları da vardır. Kardeşliğin nefesi.

Halil kardeş, canım kardeş. Kardeşliğin en güzel yerinde, ikindisinde sessizce veda eden kardeş. Kardeş kardeş. Neye sığdırabilirim ki seni? Gönlüme mi? Gönlüm çok daraldı artık, hiçbir şeyi almıyor, ah gönül sarayım olsaydı da orada yaşatabilseydim seni. Gülümseseydin sen de, "Haydar abicim ya, niye üzüyorsun kendini, siz rahat edin, ben balkonda, bahçede uyurım abicim, sen benim için gönlünü üzme!” deseydin örneğin. Sanki dünyanın rahatı kaçacak, herkesin yeri daralacak gibi çekerdin kendini geriye. Varlığından dolayı özür dilercesine. Edip Cansever’in ve Türk şiirinin en sevdiğim şiiri olan “Gelmiş Bulundum”, biraz da senin hallerinden biri gibiydi: Halil halleri.

Küçük sevinçler buldun hep yaşamda, o sevinçler buluşur, biraz daha büyür diye düşünmüş olmalısın. Yetindin, yetinmeyi bildin. Kendini hep sorumlu hissettin, küçücük bir çocukken de Eskişehir’de Cumapazarı’nın orada testiyle Kalabak suyu satarken de, kendince ailene, kardeşlerine destek vermek istedin, sen de ‘Budala’ kabilesine mensuptun ya, kendin için değil, başkaları için istedin önce. Nazlı babaannemin dedemden kalan dul maaşıyla, turfanda meyveleri, kavunu, bilhassa karpuzu alıp, eve getirmeden önce yoksullara götürmesi gibi bir terbiye bu, yolun gereği.

Hep çalıştın, babam uzaklardayken, ben üniversiteye gittiğimde sen baktın eve, o yüzden evini çok düşünürdün, korurdun. Ev kadar bahçeye de düşkündün, belki evden de çok. Ağaçları tanır, çiçekleri sever, bitkileri bilirdin, o çok yakın olduğun tabiat seni biraz daha koruyup kollayaydı olmaz mıydı kardeşim, ciğerparem, karagözlüm, ruhum?

Kardeşliğin harfleri büyük olmuş, küçük olmuş ne çıkar? Yeter ki kimse büyüklenmesin, Itır, İdil, İnci, İklim, İldeniz, İpek alfabeye eklensin.

Kemal, alfabenin en kumral harflerini seçmiş. Açık, güneşli, güleç. Sanki Köy Enstitülü bir öğrenci, kafasının içindeki aydınlık gözlerine de vurmuş, o da ışıklı gözleriyle geleceğe bakıyor! “Sen Türkiye gibi aydınlık ve güzelsin.” Büyüklük nedir, uzaktan yakından ilgisi olmayan adam. Kemal’den en çok, en güzel çocuk olur, çocukla çocuk olur. Üstelik devlet-i alimizin kutsal yargıevlerinde onca dirsek, çile, göznuru ve ömür tüketmişken, her gün Orhan Veli şiiri okuyarak güne başlıyormuş gibi bir iyimserlik, bir neş’e. Ortaokula giderken, sanki okula değil sokağa giderdi. Sonra çok çalıştırdı onu bu devlet, çalıştığı cumhuriyete yarasaydı keşke diyeceğim ama, hem kimin yaradı ki, zor bela kurtuldu ve kendini yeniden göğe, güneşe, sokağa vurdu.

Alican, Hasan, Hüseyin, Kuzey, Poyraz, Rüzgar, Leman, Mehmet, Mahir, Nar, Nazlı Irmak, Mavi, Neş’e, Ulaş, Zeynep: Kardeşlik alfabesi. “Yedi derviş bir posta oturur, iki hükümdar bir dünyaya sığmaz”mış. Sığmasınlar, kardeşlerin yeri, dervişlerin yanıdır, “bir dost, bir post yeter bana” diyenlerin safıdır.

Nazan. Kardeşliğin bir güzel harfi daha. Abilerinin iki sevgilisi: Dilek ve Nazan. “İkisi de ömrümün en kibar semtleri.” İncelikte, iyilikte, güzellikte, anlayışta, sakinlik ve yumuşaklıkta, merhamet ve adalet ve eşitlik ve özgürlük, ama en çok da kardeşlik duygularında. Fransız İhtilali’nin üç şiarından en çok kardeşlik düşmüş payımıza. Tatlılık da Eskişehir’den düşmüş herhalde. Sözünün, işinin tadına doyum olmaz Nazan’ın. Gülüşünün bir de. Bakışının da elbette. Hepimizin üzerinde bir ilgi dolaşıyorsa, birinin bizi düşündüğünü hissediyorsak, o en küçüğümüzün, Nazan’ın büyük ve sürekli ilgisidir işte.

1 yıl önce seni karatoprağa verdik kardeşim, Halil’im, hepimiz sende buluşacağız yine, karadutun altında uyurken sen. Yokluğun öyle büyük, öyle dayanılmaz, ama varlığınla öyle doluyuz ki…