Karşılaştırınca Türkiye’deki kadın cinayetleri azalıyor mu?

İLKE GÖKDEMİR*

Almanya’da eşleri, sevgilileri ya da birlikte yaşadıkları erkekler tarafından öldürülen 80 kadının 18’ini “Türk erkekleri”  öldürmüş haberi konuşuluyor son zamanlarda. Haberlerdeki “Türk”, “Sırp”, “Roman” ibarelerinin son derece rahatsız edici olduğunu söylemekle başlayabilirim. Malum, kadına şiddet uygulayan, öldüren erkekler din, ırk, sınıf ve hangi ülkede yaşadıklarının üzerinde bir ortak paydadan besleniyorlar; patriarkadan.
Avrupa ülkelerinin neden ve nasıl bir karşılaştırma zemini olduğu bu yazıyı aşacak bir konu ama işte Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Ayşenur İslam, Almanya ile karşılaştırmış. Almanya’dan daha kötü halde Avrupa ülkeleri var tabii. Evet de, bu noktada (ASP Bakanı’nın doğru sayıları verme sorumluluğu olduğunu unutmadan) sayıların ne kadar doğru ne kadar yanlış olduklarının çok bir önemi yok aslında. Böyle bir karşılaştırmanın bize söyleyebilecekleri olsa da Türkiye’deki kadına yönelik şiddeti haklı çıkarma, bakanlığın konuyla ilgili yapmadıklarını unutturma işine yaramayacağı kesin. Zira Türkiye’deki var olan verilere bakınca, biraz internetten araştırınca bile, durumun hiç de Bakan’ın dediği gibi olmadığı görülebilir. Ayrıca Türkiye’de doğru dürüst hiçbir veriye ulaşamazken, Avrupa’dakilere ulaşmak kolay olacaktır.   
Göçmenler göç ettikleri yerlere, ait oldukları toplumların değer yargılarını, davranış biçimlerini ve toplumsal kodlarını taşırlar. Fakat göç ve göçmenlik durağan değil, gidilen yerdeki yeni koşullarla artık başka dinamikler de söz konusudur. Yani eğer “Türk erkekleri” Almanya’da kadınları öldürüyorsa, bunu Almanya’daki hayattan, erkek egemen sistemden ve kodlardan bağımsız düşünmemiz mümkün değil. Kaldı ki araştırmada “Alman erkekler”in de şiddet uyguladıkları gerçeği aşikâr. Bu meseleyi, sıklıkla yapıldığı gibi, Avrupa ülkelerindeki göçmenlerin üzerine atıp öylece kurtulmak olamaz. Diğer taraftan, göçmenler, geride bıraktıkları ülkeleri yakından takip ediyorlar. Almanya’da yaşayanlar uydularıyla tüm Türkiye televizyonlarını izlerken, İnternet de Türkiye’yi yakından takip etmeyi olanaklı kılıyor. Dolayısıyla memlekette neler olduğundan onlar da nasiplerine düşeni alıyorlar. Nasıl burada birileri konuşunca karşılığını Erasmus öğrencisine saldırılmasında, kadınları öldüren erkeklerin kendilerini savunma argümanlarında, kürtajın fiiliyatta neredeyse yapılamaz hale gelmesinde buluyorsa, benzer bir karşılığı orada bulması da şaşırtıcı olmaz pek tabii. İktidarlı olanların kamusal alana hâkim olan söylemi, her türlü iktidar alanındaki güçlüyü, bu durumda mesela evlerin içlerinde erkekleri, cesaretlendiriyor.
Memleketteki bir bakan, kadın cinayetleri ile ilgili konuştuğunda, öncelikle hangi ülkede ne olduğunu değil, Türkiye’deki durumu, bakanlığın konuyla ilgili neler yaptığını duymak istiyorum. Kıyaslayınca daha az kadın ölmüyor, durumun vahameti de değişmiyor. Feministler, kadın örgütleri, “öldürülen kadınlar günde 5’i buluyor” derken, devletin bununla ilgili nasıl çalışmalar yürüttüğünü, Bakanlığın bunun önüne geçmek için nasıl bir planlama yaptığını duymak istiyorum. Ama “sağır sultan”ın duyduğunu gerçekte ne ASP Bakanlığı ne de ASP Bakanı Ayşenur İslam duyuyor.  Çünkü anlaşıldığı üzere, gerçekçi politikalar üreterek, kadınların sömürülmedikleri, ezilmedikleri, erkeklerle eşit olarak her alanda yer aldıkları bir Türkiye yaratma hedefleri yok. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı son noktayı İstanbul Sözleşmesi’nin GREVIO  Türkiye adayını belirleyecek komisyon seçimlerinde, sözleşmeyi ihlal ederek koydu. Alanda yılların deneyimi ile mücadele eden kadın örgütlerini/kadınları süreçte saf dışı bıraktı. Kadına yönelik şiddete dair devlet tarafından toplanan doğru dürüst verinin, tutulan istatistiğin neredeyse olmadığını tekrarlayalım. Veri tutulmaya çalışıldığında da o kadar yöntem bilmeden oluyor ki, birden 00 gibi saçma bir sayıyla artıyor şiddet rakamları ve biz tam olarak neyle karşı karşıya olduğumuzu bilemiyoruz. Mesela ensest gibi çocuklara yönelik cinsel şiddete dair verilerde tamamen bulanık bir suda kalıyoruz. Veriler, toplanma yöntemi doğru olursa kullanılabilir olmaktadır. Dolayısıyla, şiddet ile mücadelede önemli bir araç olan veri toplamada en olanaklı kurumların sahibi devlet, İstanbul Sözleşmesi gereği de sorumluluk sahibidir. Doğru yöntemle, bütünlüklü olarak veri toplamak ve kamuoyunu bu verilerle bilgilendirmekle yükümlüdür.  Kadın örgütleri şiddetin arttığını söylüyor, doğru artıyor. Mor Çatı, yürüttüğü dayanışma merkezi ve sığınak çalışmasından çıkardığı sonuçları belirli aralıklarla paylaşıyor. Bianet kadın cinayetleriyle ilgili bir çetele tutuyor örneğin.  
Bu artışın sebepleri burada kısaca anlatılamayacak kadar geniş bir konu kuşkusuz,  ancak erkek şiddetinin münferit olmadığını, temelde sistemsel ve politik olduğunu bilmeliyiz. Şiddet, kadın ve erkek arasındaki erkek lehine işleyen iktidar ilişkisinden, derin toplumsal eşitsizlikten ortaya çıkıyor, evet. Bir de bunu körükleyen hükümet politikaları, neoliberal politikalar, artan muhafazakârlık... Kadını değersizleştiren, aileden bağımsız düşünmeyen, birey olarak görmeyip bir kuluçka makinası, erkeğin hizmetinde bir nesne haline getiren onlarca demeç, yazı, gazeteler ve televizyonlar aracılığıyla yağıyor adeta üstümüze. En kutsal muhafazakâr değer olarak aile de aile diye tutturunca, kadının kariyerini anneliğe fiksleyince, devlet eliyle dayanışınca erkeklik, Türkiye’de sayılar kadın kırımı seviyesine ulaşıyor elbette. Kadın-erkek eşitsizliğinin, adaletsizliğin adı fıtrat olunca, erkeğin kadına her türlü şiddeti, e tabii kadın güçlenip tek başına şiddetsiz yaşamayı isteyince öldürmek, fıtrata dâhil oluveriyor. Yargıya ulaşan kadına yönelik şiddet ve kadın cinayetleri vakalarının ne kadarında erkeklerin hak ettikleri cezaları aldıkları konusu ise değil bu yazıyı dağları aşar yazdıkça.   
Yakın zamana bir çözüm gözükmese de kadınların kazanımları bunca yıllık örgütlü mücadelenin sonucuysa, bu kazanımlardan geri adım atmamak da ancak bu dayanışma ve mücadeleyle olacaktır.

* Mor Çatı Gönüllüsü