Kasabanın öykü halleri

HAYDAR ERGÜLEN

Şiirle övünmemiz eskidir. Öyküyle övünmemizse Cumhuriyet’ten beridir. Eh bir yüzyıl olmuş, memleket öyküyle dolmuş. Bu kadar kafiye şairde de bulunur, ama öykünün kralı kasabada olur!

Roman da öyle ya, kasabanın öyküsü bir başka. Ege’den, Karadeniz’den, İç Anadolu’dan kasabalar dolusu öykü okuduk ve anladık ki kasabayı yaşatan öyküdür, öyküleridir. Erdek, Yozgat, Kütahya... Son yıllarda kasaba irisi kentlerden de öyküler yağmaya başlayınca, aklıma Yahya Kemal’in ‘bizim romanlarımız şarkılarımızdır’ dediği geldi. Öyleyse ‘bizim öykülerimiz türkülerimizdir’ de diyebiliriz.

Modern şiir nasıl kentin şiiriyse, öykü de kasabanın hallerindendir. O küçücük kasabalardan bunca öykü çıkarmak da hayretlere vesile, takdire şayan bir iştir. Ezgileriyle büyülendiğimiz Erdal Güney, her ne kadar tevazu gösterip ‘kendi cazibesiyle gelen öyküler’ dese de, yazının dilini müzik gibi akıcı, sinema gibi görsel ve arkadaşlık gibi şenlikli bir hale getirdiği öyküleriyle de büyülüyor bizi. Fahrettin Engin Erdoğan’ın çizgileri de ayrı bir renk ve hareket katıyor öykülere. Eskisinden yenisine, büyüğünden küçüğüne, sırlısından yalınına, üzgününden güldürüşlüsüne okuduğumuz pek çok kasaba öyküsüne, hak’katen neşesiyle, hüznüyle 32 kısım tekmili birden ‘Kasabanın Akşam Halleri’ de ekleniyor şimdi. Bana ‘bunların diğer kasaba öykülerinden farkı ne?’ diye soracak olursanız, fark demenin gereği yok, ama üstten bakmayan, kasabanın içinden gelen, insanlık hallerinin kıymetini bilen, içi gülen, içten üzülen, sıcak, dedikoduları rivayete dönüştürüp acısını alan, en güzeli de kasaba edebiyatımıza ve öykücülüğümüze yepyeni, şimdiden unutulmaz karakterler kazandıran, şimdilik onsekiz ama devamı sökün edecek öyküler derim. Eline, diline, gözüne sağlık Erdal Güney. Ben sevdim, eller okusun!