‘Şiir dinleyen stadyum dolu insanlar’, işliklerde, fabrikalarda, limanlarda şiir okuyan şair… Bu ‘fotoğraf’lar antik çağa değil yirminci yüzyıla ait!

“Kelimeler hamile bırakabilir!”
Ardiente Paciencia adlı filmden bir kare.

Aydın Afacan

Uzak denizleri düşünün ve ötesini: Şairin birbirinden uzak adalara düşmüş gölgesini, sürgünlere, başkalarının aşklarına karışan hikâyesini… Aşk ve güneşle sırılsıklam yaz günlerini, şiirin ‘gül parmaklı şafağından’ zamanımıza akan kanatlı sözleri, sözün uçsuz bucaksız denizlerini… ‘Odysseus’un şarap kupasından acı denizi yudumlayan denizci’leri; denizden hep beraber ‘bir şarkı söyler gibi’ ağ çeken balıkçıları; bisikletiyle kızgın yaz güneşi altında aşkla, ‘metafor’la sarhoş postacıyı; ‘yedi yeşil deniz’in köpükleriyle düşlerimize karışan şairleri… Ve kelimelerin gücünü…


Neruda ve ‘postacıları’

Şilili yazar Antonio Skármeta’nın 1982’de Berlin’de yayımlanmış, sürgündeki Neruda ve genç postacı arasında gelişen arkadaşlık üzerine kurulmuş Ateşli Sabır (Ardiente Paciencia) adlı oyunu (ç. Aziz Çalışlar) farklı filmlere esin kaynağı olmuştur. Michael Radford’un ‘Postacı’ (İl Postino) filmi, öyküleme ve kurgunun başarısından müthiş müziğine, unutulmaz bir uyarlamaydı. Filme katkısı oyunculukla sınırlı olmayan Massimo Troisi’nin hüzünlü öyküsü de işin başka bir yanı. Bir diğer uyarlama da Rodrigo Sepúlveda’nın, Skármeta’nın eseriyle aynı adı taşıyan Ateşli Sabır filmi. İnsana derinden dokunan tuhaf bir hüzünle karışık ‘Latin’ neşesiyle dolu o atmosfer... Burada amaç, her biri kendine özgü tatlar sunan iki uyarlamayı karşılaştırmak değil. Şiirin, insanların gündelik pratiklerine karışan büyüsü, onun hüznü, neşesi, heyecanı… Skármeta’nın kitabından ve Neruda’dan filmlere yansıyan bazı diyaloglar, şiirin insanın gündelik yaşamındaki yeri açısından gerçekten ilginç: “Siz de aşk ve edepsiz şeyler hakkında şiir yazıyorsunuz!”… “Metaforlar… Siz de kadınları tahrik etmek için kullanıyorsunuz!”… “Şiir onu yazana değil ihtiyacı olana aittir.” Evet, her biri ayrı bir bağlama, sayfalarca tartışmaya yol açacak sözler…

‘Postacının aşkı’ güzel Beatrice de başlı başına güçlü çağrışımlar yüklenir: Şiir tarihine, Dante’nin Beatrice’sine; o ‘şiir gibi güzellik’ gizli bir şairi de taşır içinde. Anne (veya teyze) onu şiirden korumalıdır, şiiri, ‘metaforları’ biliyor çünkü: “Kelimeler hamile bırakabilir”, evet!

kelimeler-hamile-birakabilir-1111085-1.



‘Şiirin gücü’

‘Şiir dinleyen stadyum dolu insanlar’, işliklerde, fabrikalarda, limanlarda şiir okuyan şair… Bu ‘fotoğraf’lar antik çağa değil yirminci yüzyıla ait! Bir ara başkanlık için aday gösterilen Neruda, ülkesini bir baştan bir başa şiirle kat etmektedir. Kampanyayı coşkuyla yürütüp, başkanlık için dostu Salvador Allende’ye destek vererek, Isla Negra’ya o şiir dolu yere ve ‘şairliğe geri dönecektir’. Sonrası malûm… Neruda, Yaşadığımı İtiraf Ediyorum’da anlatır: Günün birinde cebinde şairin ‘España en el corazón’ kitabıyla bir adam gelir ve onu otomobille alır. Neruda, ‘Vega Hamalları Sendikası’ lokalinde bir konuşma yapmak üzere gittiğini otomobilde öğrenir. Soğukta üst üste giyilmiş yamalı file gömlekli, beline çuval sarmış ve sandıklar, sıralar üzerinde oturmuş, kendisini ‘kara gözlerle süzen’ işçiler onu dikkatle dinler. Üstelik okuduğu şiirler de ‘zor anlaşılır’ bir kitabından: “İspanya Kalbimde kitabımı hiçbir gün kolay anlaşılır bir kitap saymadığımı belirtmek isterim. Açıklığa kavuşma çabaları vardır ama biçim açısından büyük ve çok yönlü acı girdaplarıyla yüklüdür.” (ç. Ahmet Arpad) Şair ‘kendi şiirinin ses uyumlarıyla kendi heyecanlanarak’ okur şiirlerini. Oradan ayrılırken, ‘beline çuval bağlamış olanlardan biri ayağa kalkarak ona hepsi adına teşekkür eder ve ekler: “Bugüne kadar hiçbir şey bizleri böylesine güçlü etkilememişti.” Şiirin ‘Postacı’ üzerindeki etkileri de Skármeta’nın kitabında ve filmlerde çarpıcı biçimde görülebilir. Postacı her diyalogunda şairden yeni bir şey öğrenmektedir; metafordan ritme, doğadan gündelik yaşantılara, şiirin akışı derinden, engin ve mütevazı bir sıcaklıkla hissedilir. Diğer yandan postacıya çeşitli güçlükler de çıkarır şiir, anne (veya teyze) her fırsatta şiirin tehlikelerine dikkat çeker. Özellikle Ateşli Sabır’da kızın annesinin şiire saldırısı bile şiirseldir! Ama yine de ‘deneyimleri’ ve düzen arayışı onu şiire güvensiz bir noktada tutmaktadır. Neruda’nın bile sonunda genç aşığa, sevgilisiyle konuşurken metafor kullanmamayı, bir postacı gibi bir balıkçı gibi konuşmayı öğütlemesi ne anlama geliyordu? Şiirle hayat arasında hep bazı zıtlıklar mı söz konusuydu?

Şiir ‘gerçek’ten tehlikeli mi?

Bilinir: Şiirin, aklı başında olmayan şairlerin işi, taklitçi, kışkırtıcı, baştan çıkarıcı olduğu vb. görüşler söz konusu edildiğinde akla gelen ilk kişi Platon’dur. Şairlerin ‘tuhaf sözleri’ yalnızca Yunan filozofu ilgilendirmemiştir; şairin ‘devlet düzeninden’ sonsuz sürgünü bazı dinsel metinlerden de kaynaklıdır. Gerçi Platon’un genel olarak şiire değil de belli türden şairlere karşı olduğu biçiminde çeşitli görüş ve tartışmalar da söz konudur. Bu filozofun şiire yaklaşımı konusunda Alain Badiou’dan Giorgio Agamben’e farklı görüşler ileri süren çağdaş filozoflar da var. Zamanın Yunan toplumunda şiirin etkisi etki o denli güçlüdür ki, Platon’da, tragedyanın ve şiirin yarattığı ‘pathos’un, devletin düzen ve işleyişi açısından gerekli yasaların (nomos) yerini alacağı kaygısı öne çıkar. Havelock’ın şu tespiti bu çerçevede önemlidir: “Yunan şiiri tarihinin aynı zamanda Eski Yunan paideiası tarihi olduğu sonucu buradan çıkarılabilir. Şairler, müfredata peş peşe katkı yaparlar. Platon, eğitimdeki liderliği önce Homeros’a, sonra Hesiodos’a, ardından trajedi yazarlarına, sofistlere ve nihayet kendisine teslim eder.”(ç. Adem Beyaz) Bu çerçevede tartışılacak çok şey var elbette. Genel olarak sözün ve yazının giderek zayıf göründüğü bir zamanda, şiir hâlâ ‘kedi gibi dokuz canlı’! Bir şey daha: Platoncuların devletinde ve onun düzeninde yer almak isteyen şair veya sanatçı var mıdır ki? Bütün ‘düzen’ kurallarına karşı Neruda’nın sevimli ‘postacıları’ orada duruyor: Bütün neşeleri, öfkeleri, aşkları ve hüzünleriyle! Ne demişti Şair:

Bu gece en hüzünlü şiirleri yazabilirim

Şöyle diyebilirim: “Gece yıldızlardaydı
Ve yıldızlar maviydi, uzaklarda üşürler”
Gökte gece yelinin söylediği türküler

Bu gece en hüzünlü şiirleri yazabilirim
Hem sevdim, hem sevildim, ya da o böyle söyler

Bu gece gibi miydi kucağıma aldığım
Öptüm onu öptüm de üstümde sonsuz gökler
(…)
Böyle gecelerdeydi ağaçlar beyaz olur
Artık ne ben öyleyim ne de eski geceler

Sesim arar rüzgârı ona ulaşmak için
Şimdi sevmiyorum ya, eskidendi sevmeler

Şimdi kimbilir kimin benim olduğu gibi
Sesi, aydınlık teni, sonsuz uzayan gözler

Sevmiyorum doğrudur, yürek bu hâlâ sever
Sevmek kısa sürdüyse unutmak uzun sürer

Bu gece gibi miydi kollarıma almıştım
Yüreğimde bir burgu ah onu yitirmeler

Budur bana verdiği acıların en sonu
Sondur bu onun için yazacağım dizeler

(ç. Hilmi Yavuz)