Siyasi baskı ve ekonomik belirsizliklerle gittikçe derinleşen krizin sonucu olarak son 7 yılda 725 bin 209 Türkiye vatandaşı yurtdışına göç etti. En büyük nüfusu geleceklerini tehdit altında hisseden gençler oluşturdu.

Kendi cennetimizde cehennemi yaşadık
Fotoğraf: Berlin.de

Emre YILDIRIM

Türkiye’den yapılan göçten aslan payını alan kentlerden biri olan, çağdaş dünyanın kültürel çeşitliliğinin, kozmopolit ruhunun merkezlerinden ve aynı zamanda neo-liberalizmin başkenti olarak da bilinen Berlin. Berlin’deki göç olgusu, bu şehri sadece bir kozmopolit merkez haline getirmekle kalmamış, aynı zamanda Türkiye’deki siyasi baskılar ve ekonomik zorluklar altında yaşayan gençler için bir umut ışığı olmuş durumda.

Gizem Akman, Ufuk Elik ve Doğukan Karakuş da son dönemde Türkiye’den göç ederek Berlin’e yerleşen binlerce gençten sadece üçü.

Geçtiğimiz seçim döneminde AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sarf ettiği, “Sırf daha iyi arabaya binmek, sırf daha yeni telefon alabilmek, sırf daha çok konsere gidebilmek gibi süfli (adi, aşağılık, bayağı) heveslerle ellerin, yani başka ülkelerin, başka toplumların kapısına varanlara acıyarak bakıyorum” ifadelerinin de muhatabı üç genç.

Gizem, Ufuk ve Doğukan, Berlin’in sokaklarında, kafelerinde ve meydanlarında buluşarak yaşamlarının bu yeni evresini paylaşıyorlar. Biz de Türkiye’den göç eden gençlerin paylaşım alanlarından biri haline gelen Berlin’deki Bavul Kafe’de bir araya gelerek bir söyleşi gerçekleştirdik. Sohbete konu kişisel hikâyeleri Türkiye’deki siyasi baskılar, ekonomik zorluklar ve son dönemde artan genç göçü gibi toplumsal dinamiklerle ilgili önemli ipuçları sundu.

Öncelikle kendinizi tanıtır mısınız? Türkiye’de nelerle uğraşıyordunuz? Göç etme kararını nasıl aldınız ve bu kararı alırken en büyük motivasyonunuz ne oldu?

Doğukan Karakuş (Bavul Kolektif): İstanbul doğumluyum. Okul hayatım Bağcılar’da tamamlandı. Sonra hizmet sektöründe çalışmaya başladım ve uzun süre Antalya’da çalıştım. En son Beyoğlu’nda, 9 yıla yakın barmenlik yaptım. 2011 yılında da Berlin’e yerleştim. Tabii, buraya gelirken herkeste olduğu gibi bende de kaygılar vardı. Göçün kendisinin başlı başına zorlukları var. Hepimizin kafasında oluşmuş o gurbet algısına dair negatif ve pozitif duygular vardı. Yeni bir şehir, yeni bir dil, yeni bir kültür. Bunları gelmeden önce çok düşündüm, fakat günün sonunda benim için en uygun olanın Berlin’e yerleşmek olduğu fikri ağır bastı.

Doğukan Karakuş

Gizem Akman (Oyuncu): Mimar Sinan Üniversitesi Çağdaş Dans Bölümü’nden mezunum. Dans ediyordum, oyunculuk ve müzisyenlik yaparak hayatıma devam ediyordum. İyi kötü kurulu bir düzenim vardı. Öğrencilik yıllarımdan başlayarak alanlarımız iyice daraldı, ekonomik olarak da şahane koşullarda çalışmıyorduk. Meslek olarak bile tanınmayan bir mesleğim olmasından dolayı benim için çok fazla nefes alabildiğim bir ortam da kalmamıştı. Ama Almanya’ya taşınmak gibi bir amacım da yoktu açıkçası. Berlin’e gelip projelerimi yapıp, sonra tekrar İstanbul’uma dönecektim. Tam dönüşüme yakın 15 Temmuz oldu. İyice tabii burada korku içinde inanılmaz bir süreç başladı hayatımda. Çünkü artık nasıl bir Türkiye’ye döneceğimi bilmiyordum. O sırada çok hızlı bir karar almak zorundaydım ve o geçi süreyle geldiğim 3 ay bugün 8 senelik bir göç hikâyesine dönüştü.

Gizem Akman

Ufuk Elik (Müzisyen): 1989 yılında İstanbul’da doğdum. Lise ve üniversite öğrenimim de orada oldu. Branşım müzik. Üniversiteyi bitirdikten sonra yükse lisans süreci başladı. Yüksek lisansı tamamlamadan, 2016 yılının sonunda Berlin’e geldim. En büyük motivasyon, mesleki hedeflerime ulaşamayacak olmamdı. En basitinden; müzik yönetmenliği yapabilmek için ihtiyacım olan ekipmanı burada birkaç ay çalışarak elde edebilecekken Türkiye’de yıllarca çalışmam gerekiyordu.

Ufuk Elik

Berlin’e geldiğinizde sizi nasıl bir hayat karşıladı? Ne hissetiniz, nelerle karşılaştınız?

Doğukan: Türkiye’den çıktığımda oradaki yaşadığımız sorunlar, buranın öznel koşullarındaki problemlerle aynı değildi. Oradan çıktığımda ben de herkes gibi bir nefes alma duygusu hissettim. Sokakta insanlar müzik yaparken ‘polis mi gelecek şimdi’, ‘bunlar kaçacak mı’, düşüncesini yaşamadığında farkı daha çok algılıyorsun. Türkiye’deki bambaşka bir şey, orada kendi cennetimizde cehennemimizi yaşadık. Onu dışarıya çıkınca daha iyi anlıyorsun.

Gizem: Kim olursa olsun, hangi meslekten olursa olsun bir kere yeniden bir hayat kurmak, sıfırdan başlamak çok zor. Dilini bilmediğiniz bir ülkedesiniz, size yabancı bir kültür, aileniz yok, en yakın arkadaşlarınız, çevreniz, birlikte büyüdüğünüz insanlar yok. Çok zor bir şey ve herkes bir kere bu süreci yaşıyor ve hiç o kadar sanıldığı gibi kolay değil. “Biz çıktık kurtulduk, şahane, inanılmaz hayatlar yaşıyoruz” diye bir şey yok. 8 senede 20 ev değiştirdim. Bir kere burada ev sıkıntısı büyük, kiralar çok yüksek. Zaten bütün kazandığınız para sigortanıza, kiranıza gidiyor. Türkiye’ye gittiğimde, arkadaşlarım “tabi senin tuzun kuru, sen kurtardın, en iyisini yaptın, sakın dönme” gibi şeyler söylediğinde “ama öyle değil” de diyemiyorsunuz ya, böyle boğazınıza takılı kalıyor kelimeler…

Ufuk: İlk defa ailemden ayrı bir evde yurt dışında yaşadım. Yani genel algı “Gitti, kurtardı. Fakat o da artık değişmeye başladı. Yani “gitti, kurtardı”, diyen bir kesim var. Ama "gitti orada sürünüyor”, diyen bir kesim de var artık. Çünkü buradaki gerçekler, oraya haber olarak gidiyor. Ben 7 yıldır Berlin’deyim. Bunun beş yılında gerçekten çok kötü şartlarda evlerde yaşadım. Eşimle banyosu, mutfağı, her şeyi dahil 30 metrekare bir tavan arası, çatı katında yaşıyorduk. Bir barınma, ikincisi dil. Yani en azından kahve alacağın insan "başka bir şey istiyor musunuz” diyor, çok özel bir şey de sormuyor ama buna bile yanıt verememek bir özgüven düşüklüğüne sebep oluyor. Böyle bir çıkmazın içine sokabiliyor insanı.

Son 10 yıllık göç furyasının ortalarında buraya yerleşmiş genç göçmenler olarak sizden önce ve sizden sonra yaşanan göçü kıyaslayacak olsanız nasıl bir tablo çizersiniz? Özellikle son dönem gelen gençler açısından yurtdışına yerleşmek nasıl bir maddi temele oturuyor? Ve yine son dönem gelen gençler nelerle karşılaşıyor?

Doğukan: Ben en azından şunu çok net söyleyebilirim ki, 10 yıl öncekiyle bugünkü arasındaki çok görülen fark şu: Ben 10 yıl önce buraya geldiğimde Türkiye’de koşulların git gide zorlaştığı, sertleştiği ama insanların kısmen protesto hakkını da kullanabildiği, biraz da olsa yaşayabildiği bir dönemdi. Şu anda gelen insanlar “Abi çok kötü, nefes alamıyorsun, cebindeki para hiçbir işe yaramıyor artık. Ailemizden ayrı, bir öğrenci evi tutup beraber bile yaşayamıyoruz" diye anlatarak beni Türkiye’deki koşullara ikna etmeye çalışıyorlar. Belki evlenip 2 kişi çalışmayana kadar bir ev tutup beraber yaşama olasılıkları çok daha imkansız hale geldi. Ama her şeye rağmen Türkiye’de hâlâ teslim olmayan bir yüzde 50 var ve umutluyuz!

Gelen insanlar öncelikle bürokratik sorunlar çemberine giriyor. Ve tabii bu bir de ırkçılıkla bütünleştiğinde son derece zor bir süreç ortaya çıkıyor. Hak ettiklerinin çok daha ucuzuna çalıştırılma gerçekliğiyle karşı karşıya kalıyorlar. Sorunlarını çözmek isterken buradaki mafyatik ilişkilere maruz kalıyorlar. Ev bulmak zaten inanılmaz zor ve hatta burada öğrenciyken ev bulamadığı için geri dönenler bile olduğunu söyleyebilirim. Gelenler Türkiye’de en iyi okuldan mezun da olmuş olsalar, Türkiye’nin en iyi kolejlerinde okumuş olsalar, çok iyi derecede yabancı dil biliyor olsalar da sonuçta burası neo-liberalizmin başkenti. O yüzden burada bireycilik çok fazla ve bir o kadar da yalnızlık var.

Ufuk: Son gelenler “ne pahasına olursa olsun kalmalıyız” motivasyonuyla geliyorlar. Fakat benim dönemimde belki biraz daha şansını denemek üzere gelenlerden oluşuyordu. Benim için Gezi çok büyük bir kırılma noktası, Gezi’den sonra; “Bu adam gazını aldı, burdan yürür" dedim. Özellikle son birkaç yıl içinde çok büyük bir yığılma var. Hatta bu durum Almanlarda yabancılara karşı, "Sizin yüzünüzden ev bulamıyoruz" tepkisini açığa çıkardı. Son yıllarda bu söylediğim cümleyi bence binlerce, on binlerce insan duymuştur.

Geçen sene Türkiye tarihinin en kritik seçimlerinden biri yaşandı. Seçim döneminde sizler üzerinden de mevzubahis, peş peşe vaatlerin veya hedef almaların arasında gidip gelen bir kampanyalar sürecine şahitlik ettik. O süreç burada nasıl karşılık buldu? Seçimler muhalefet lehine sonuçlansaydı bu, göç eden gençler için bir dönüş bileti haline gelebilir miydi? Ve son olarak çokça maruz kaldığınız ‘ne olursa Türkiye’ye dönersiniz’ sorularına verebileceğiniz bir yanıtınız var mı?

Gizem: Geçen seçimlerle ilgili burada birçok arkadaşım tabii ki çok umutlandı. “Evet, işte belki de kazanacağız. Kazanırsak döneceğim” diyen çok arkadaşım vardı ama ben umutlu hissettiğimi söyleyemeyeceğim. Türkiye’de çalışmaya devam etmek istiyorum, kendi alanımda bir şeyler yapmak istiyorum ama döndüğümde ne yapacağımı bilmiyorum. Dönsem yine yeniden sıfırdan hayata başlamam gerekiyor, bir hayat kurmam gerekiyor. Bu da Türkiye’de kurulan yeni düzenin içinde hiç kolay gelmiyor.

Ufuk: İki cümleyle şöyle özetleyebilirim seçimden önce belki dönebilirim diyenler, seçim sonrası “bir daha tatile bile gitmem” diyor. Böyle büyük bir kırılma yaşandı buradaki dönme umudu olan insanlar arasında. Çünkü umut fazlaydı, dolayısıyla hayal kırıklığı da büyük oldu.

Doğukan: İnsanlar verdiği emeğin karşılığını alabildiği, kendi kültürlerini, inançlarını, örf ve adetlerini özgürce yaşayabildiklerinde, memleket dediğin yere aidiyet duygusunu hissettiğinde mutludur. Ve insan mutlu olduğu yerden başka bir yere gitmek istemez. Gittiği yerden de eğer o şartlar oluşursa memleketine geri döner. Bu koşullar yerine geldiğinde kesinlikle hiç düşünmeden insanlar memleketine dönecektir. En azından ben kendi adıma bunu gönül rahatlığıyla söyleyebilirim.