İsrail’i protesto etmek adına anti-semitizmi yeniden üreten İslamcı kalemler, daha önce devletin sıkça uyguladığı bir yöntemi benimsemiş durumdalar. Kendi ülkelerinde kendileri ile aynı anayasaya göre vatandaşlık bağı ile bağlı olan yurttaşları “rehin” olarak görüyorlar; tıpkı Neo- Nazilerin ülkelerindeki Müslümanları rehineleştirdiği gibi…

Kendi yurdunda rehin tutulmak

GÜVEN GÜRKAN ÖZTAN

İsrail’in Gazze’deki korkunç saldırısı, yalnızca Ortadoğu’da değil dünyanın birçok köşesinde yeni nefret tohumlarının ekilmesine yol açıyor. İsrail devletinin vahşeti karşısında Batılı güçlerin mütereddit tutumu, özellikle Müslüman ülkelerde Batı karşıtlığı ile İsrail nefretini birleştiriyor. II. Dünya Savaşı sonrasında, savaşın çıkmasında büyük rol oynayan Almanya ve Japonya gibi militarist ülkelerin yenilgiye uğraması neticesinde bu ülkelerde militarizm ciddi bir biçimde eleştirilmişti. Japonya savaşta yaşadığı onarılması güç felaketleri de dikkate alarak, ülkesinde eskisi gibi bir ordu beslemeyeceğini taahhüt etmişti. Nazi döneminin izlerini büyük bir mahcubiyetle silmeye çalışan Almanlar ise militarist pratiklerle Nasyonal Sosyalizm arasındaki ilişkiselliği öyle ya da böyle keşfetmişti. Galip güçlerin bastırmasıyla en azından devlet katında anti-semitizm ve militarizm modern çağın ‘şeytani ideolojileri’ olarak tarif edilmek zorunda kalmıştı.

Zaman içerisinde Almanlar ders kitaplarından ve resmi başka dokümanlardan anti-semitist ifadeleri ayıkladılar. Ancak tabanda Neo-Nazi militanlar hiç eksik olmadı. Almanya’daki göçmenlere hayatı dar eden Neo-Naziler, Türkiye’den giden göçmenlerin kaldığı evler dahil olmak üzere çok sayıda binayı kundakladı, işyeri bastı. Bugün İsrail vahşetine karşı sağ çevrelerin ruhunu geri çağırdığı Hitler’in peşinden gidenler, Avrupa’nın birçok yerinde aslen Müslümanlara ve diğer göçmenlere yaşamı çekilmez kılanlar.

Militarizmin etkisi
İsrail ise doğrudan Yahudi Soykırımı gibi insanlık tarihinin şüphesiz en büyük lekelerinden biri olan facianın bir daha yaşanmaması için kurulmuştu. Bilindik hipotez, Yahudilerin devleti olsa Nazilerin bu denli bir soykırım operasyonu gerçekleştiremeyeceğiydi. Batılı güçler ki savaşta hemen hemen hepsinin eline Yahudi kanı bulaşmıştır- Yahudilerin acısını onlara devlet kurmanın fiziki şartlarını sağlayarak giderebileceklerini düşünmüşlerdi. Bir nevi kendi suçlarını kapatmak adına bölgedeki dengeleri alt üst edecek bir karara imza attılar. 19. yüzyılda milliyetçi hatta ırkçı denilebilecek fikirler bazı Yahudi entelektüeller arasında benimsenmişti; İsrail kurulunca milliyetçi fikirler yeni devletin resmi ideolojisine dönüşüverdi. İsrail militarizmi ise devletin resmi ideolojisinin taşıyıcı unsuru haline geldi.

Avrupa’nın birçok bölgesinden gelen ve farklı kültürlere sahip olan Yahudileri “bir kılmak” için devreye doğrudan ordu girdi. İbranicenin yeniden diriltilmesinde, Yahudi erkeklerine ve kadınlarına öğretilmesinde, ‘masada miti’nin hatırlatılmasında ve “düşman” tayininde zorunlu askerlik mekanizması devredeydi. Kadınların zorunlu askerlik ile silâhaltına alınması ve kışladaki konumları, bir yandan kadınlık ve erkeklik rollerini yeniden inşa ederken diğer yandan İsrail militarizmini sürekli kıldı. Kuruluşundan itibaren Araplarla sık sık savaşan İsrail devleti, militarist söylemin ülkedeki hegemonyası sayesinde tüm hasımlarını ‘SS askeri’ gibi gösterecek bir çağrışımsal güce sahip oldu. 60 yılı aşkın bir süredir İsrail devleti militarist bir devlet olma özelliğini koruyor. Birbirleri ile aynı çatı altında yaşaması imkânsıza yakın olan laik ve fundamentalist kesimleri aynı düşman korkusu üzerinden birleştiriyor. Bugün İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırıları, dış dünyaya, Hamas’a mesaj vermekten çok içerideki antagonizmaları ortadan kaldırmak için… Belki de bu yüzden İsrail içinden bu saldırılara tepki gösteren kitle hâlâ azınlık.       

İsrail’e tepkilerin anatomisi

İsrail’in kanlı saldırısına karşı Avrupa ülkelerinde ve Ortadoğu’da gerçekleştirilen protesto eylemlerinin ise iki boyutu var. Bu eylemlerin bir kısmı doğrudan İsrail devletinin savaşkan hırslarını, katliamlarını ve ayrımcı politikalarını lanetliyor. İçlerinde İsrail dışında yaşayan Yahudilerin de olduğu grup, İsrail hükümetinin saldırganlığını bir “devlet terörü” olarak kınıyor. Akademisyenler İsrail’i boykot ediyor, sanatçılar konserlerinde İsrail devletinin saldırılarını eleştiriyor. Eylemlerin diğer bölümü ise İsrail’i protesto etmek için başlayıp sonrasında anti-semitik mitinglere dönüştürülüyor. Tüm Yahudileri yok edilmesi gereken varlıklar olarak tarif eden, Yahudi dükkânlarına saldıran eylemciler Avrupa’da yeni bir Yahudi pogromu korkusunu yaşatıyor. Daha yeni Paris’in banliyösü Sarcelles’te İsrail’i protesto etmek amacıyla başlayan meşru eylemler, Yahudi dükkânlarına ve mallarına saldırılara dönüştü.    

 Türkiye’deki İsrail protestolarında da benzer bir Yahudi düşmanlığı kokusu var. Aslında Türkiye’de yaşayan gayrimüslimler kendi öz yurtlarında hep “rehin” gibi yaşatıldılar. Türkiye’nin taraf olduğu ya da ülkeye yönelen ve Türkiye içindeki gayrimüslimlerle farazi olarak ilişkilendirilen her olayda gayrimüslimler feci bedeller ödedi. Varlık vergisi ve 6-7 Eylül pogromu, Türkiye’deki gayrimüslimlerin kendi ülkelerinde nasıl güvencesiz olduğunun bir kanıtıydı. Ancak bununla da kalmadı, 1964 Kıbrıs krizi sırasında yaşananlar da en az öncesi kadar travmatikti. 1965’te Ermeni kıyımının 50. yılı nedeniyle diaspora Ermenileri anma yapınca Türkiye’deki Ermenilere “bizim onların düşünceleri ile ilgimiz yok” dedirtmek için yapılanları ya da ASALA Türk diplomatlarını katlederken faturayı buradaki Ermenilere de çıkaran sağ grupları hatırlamak yeterli.

Kendi ülkesinde sokağa çıkmaya korkan, adeta rehin gibi yaşatılan insanların dramlarından söz ediyoruz; son olarak Hrant’ın ve Sevag’ın katledilmesinde yüreğimizi dağlayan kocaman bir yaradan… Söz konusu İsrail olduğunda benzer tabloların Yahudi yurttaşlar için ne boyutlara ulaştığını ise yakın tarihimizden biliyoruz. Şimdilerde bulmacadan Hitler çıkarma canbazlıkları ya da Yeni Akit yazarının Türkiye’deki Yahudilerin İsrail’i derhal kınaması gerektiği yoksa 6-7 Eylül benzeri olayların yaşanmasından “endişe ettiğini” yazması tesadüf değil. Yazarın “endişe” kisvesi altına soktuğu ancak anti-semitik ifadelerle niyetini açık ettiği şey doğrudan Türkiye Yahudilerine gözdağı vermektir. Türkiye’deki Yahudileri, İsrail devletinin vahşetini finanse eden odaklar olarak tarif etmek ve buradan hareketle İHH Başkanı Bülent Yıldırım’ın yaptığı gibi Türkiye’deki Yahudi cemaatini tehdit etmek büyük bir suçtur.    

Hatırlatalım, Türkiye’de sosyalistler İsrail devletinin kanlı saldırılarını protesto etmekte hiç tereddüt etmedi. Filistin ve Ortadoğu hakları ile dayanışma konusunda her zaman yürekten bir eylemlilik sergiledi. İsrail’in şiddetini, İsrail militarizmi ve emperyal ilişkiler içinde değerlendirdi. Kimi zaman doğru ve yerinde analizler yaptı kimi zaman ise hazır şablonları kullandı ancak hiçbir zaman Yahudiler ile İsrail devletini özdeşleştirmedi, Türkiye’deki ya da dünyanın başka yerindeki Yahudileri bir tehdit olarak görmedi.

Ancak İslamcı ve milliyetçi-mukaddesatçı cenah, Soğuk Savaş boyunca komünizmi bir Yahudi icadı olarak yaftaladı; holokost’u reddetti ve tüm Yahudileri sapkın ve saldırgan olarak niteldi. Bugün de bahsettiğim mirasın bakiyesi üzerinden siyaset yapıyorlar. İsrail’i protesto etmek adına anti-semitizmi yeniden üreten İslamcı kalemler, daha önce devletin sıkça uyguladığı bir yöntemi benimsemiş durumdalar. Kendi ülkelerinde kendileri ile aynı anayasaya göre vatandaşlık bağı ile bağlı olan yurttaşları “rehin” olarak görüyorlar; tıpkı Neo- Nazilerin ülkelerindeki Müslümanları rehineleştirdiği gibi… Böylesi bir zihniyetten pogrom, talan ver türlü saldırı fiili türer ama Gazze ile dayanışma gerçekleşmez. Mağduru korumak adına zulüm edenlerin dünyasında ne adalet ne de barış hüküm sürer.  

***

Hatırlatalım, Türkiye’de sosyalistler İsrail devletinin kanlı saldırılarını protesto etmekte hiç tereddüt etmedi. İsrail’in devlet şiddetini, İsrail militarizmi ve emperyal ilişkiler içinde değerlendirdi. Hiçbir zaman Yahudiler ile İsrail devletini özdeşleştirmedi, Türkiye’deki ya da dünyanın başka yerindeki Yahudileri bir tehdit unsuru olarak görmedi.

***

60 yılı aşkın bir süredir İsrail devleti militarist bir devlet olma özelliğini koruyor. Birbirleri ile aynı çatı altında yaşaması imkânsıza yakın olan laik ve fundamentalist kesimleri aynı düşman korkusu üzerinden birleştiriyor. Bugün İsrail’in Gazze’ye gerçekleştirdiği saldırılar, dış dünyaya, Hamas’a mesaj vermekten çok yine içerideki antagonizmaları ortadan kaldırmak için…