Mecburiyetler ve gereklilikler sarmalında ayakta kalmaya çabalayanlar, Bahadır’ın getirip önümüze koyduğu karakterlerden. Başka bir deyişle bir labirentte yolunu bulmaya çalışıyor bu insanlar. Tıpkı her gün etrafımızda gördüklerimiz gibi bir uyanış ânını bekliyorlar.

Kent bezginlerinin yolunu bulma çabası

Derya ÇAKIR

Tekinsizlik ve huzursuzluk çağımızın bir gerçeği. Hepimizin yaşadığı birer hakikat. Bunlardan kurtulmak mümkün olmadığı gibi her ikisi de çoğunlukla yaşarken beslendiğimiz kaynaklara dönüşüyor.

Tekinsizlik ve huzursuzluk, kaçtığımız ya da yüzleşmek istemediğimiz pek çok şeyi bazen ötelememize yardım ediyor bazen bizi bunların tam ortasına atıyor.

Onat Bahadır, ‘Okuma Odası’ndaki öykülerinde tekinsizliği ve huzursuzluğu sonuna kadar yaşayan ve yaşatan karakterlerle buluşturuyor bizi.

‘Her şeyi bozan rutin’e hapsolanlar

Bahadır’ın hikâyelerinde duygularını bastırması nedeniyle iç huzurdan yoksun olanlar, karşılıklı susanlar ve yalnızlığıyla baş başa kalıp ne yapacağını şaşıranlarla yüzleşiyoruz.

Kendisini bir rüyada sananlar, yorgunluktan öleceğini hissedenler, tüm haftanın silindir misali üstünden geçtiğini düşünenler; kısacası kent bezginleri de cabası.

kent-bezginlerinin-yolunu-bulma-cabasi-1019457-1.
OKUMA ODASI
Onat Bahadır
İthaki Yayınları, 2022

Bahadır, bir toplu taşıma aracına tıkılmışçasına yol alan, yaşamaya uğraşan, günün sonunda ruhunu teslim eder gibi yıkılıp kalanlara ve kendisini sarmalayan hoyratlığın pek farkında olmayanlara selam gönderiyor: “Böyle zamanlarda, daracık alanlara bin kişi sıkıştırılmamıza üzülmeli miyim, yoksa bu sıkışıklığı yaratan da biz olduğumuz için işime gücüme mi bakmalıyım bilemiyordum. Her gün, hatta her saat daha kalabalık, daha karmaşık hâle gelen bir cendereydi içinde dönüp durduğumuz şehir. Birbirimize temas etmeden devinemiyorduk. Ancak gittikçe daha mutsuz, karşısındakinin hakkına karşı daha sağır, daha yabani insanlar olmuştuk. Bunda ülkenin her yanına yayılmış ve sanki norm olmaya doğru evrilmiş hoyratlığın da etkisi vardı.”

Öykülerde dikkat çeken bir başka konu, ‘her şeyi bozan rutin’e hapsolmuş insanların fazlalılığı: Sabah kalkıp işe gitme, işyerinde birbirinin aynısı günler geçirme, sonra eve dönüş ve kapanış… Gün içinde molalar, biraz AVM. Çukur metaforu, müphemliğin hayatımızı esir aldığı zamanda mevcut durumu fazlasıyla açıklıyor aslında.

O çukurda insanın aklına tuhaf sorular tebelleş oluyor: “İnsanın kendi trajiğine karşı uyanık olması gerekir, öyle değil mi? Acılarını teatral duygulara evirmeye pek meraklıdır kişi. Kendisini mitik bir figüre dönüştürmeye... Oysa acılar ancak sabırlı eylemlerle alıp başını gider. Bir şey aklımı kurcalıyor. Aklım rüyama dönüp duruyor. Koşan bir ağaç. Koşan küçük bir ağaç... Dünyaya getirmeye cesaret edemediğim çocuk mu, yoksa bir yerlerde unuttuğum kendi çocukluğum mu?”

Labirentte uyanış ânını bekleyenler

Bahadır, insanın kimi zaman gönüllü kimi zaman da zorunlu olarak girdiği burgaca dair öyküler kaleme almış. Can sıkıntısına çeşitli çareler üretmeye ya da ilaçlar bulmaya çalışanlarla yüzleşiyoruz.

Mecburiyetler ve gereklilikler sarmalında ayakta kalmaya çabalayanlar, ‘Okuma Odası’nda Bahadır’ın getirip önümüze koyduğu karakterlerden. Başka bir deyişle bir labirentte yolunu bulmaya çalışıyor bu insanlar. Tıpkı her gün etrafımızda gördüklerimiz gibi bir uyanış ânını bekliyorlar. Bu bekleyiş sırasında eski defterleri karıştıranlar da var, filmlerden ve kitaplardan medet umanlar da, kendisini işyerindeki masasına kelepçeleyenler de…

Bahadır, yaşamın olağan akışı içinde çok göze batanları ve fark etmediğimiz ayrıntıları hikâyeleştirmiş. Bu akış ve onun taşıdıkları, kişilerin benliğini yontuyor; bazılarını sessizleştiriyor bazılarını ise hayli konuşkan yapıyor. Yeri geldiğinde kendisini ve yaşamını sorgulayan bu karakterler, bir aynanın karşısında duruyor âdeta. Ayna, onlar için kimi anlarda bir kaçışa kimisinde ise bir yüzleşmeye denk geliyor.

Saatler, günler ve seneler geçip giderken bir gerilim filmi misali akan yaşamın birer figüranı olduğumuzu anlayanlar da bu durumu kavrayamadan hayatını tamamlayanlar da dikiliyor o aynanın karşısında. Bazıları ise bıkkınlığını dışavuruyor: “Ömrüm boyunca iyilik ve kötülükten ölümüne sıkıldım. Tanrı beni bu oyunun bir tarafında yarattı. Böylece yıkıcılığı bakışım bulanmadan görmem mümkün oldu. Ancak ilk günden itibaren bu çekişme beni sıktı ve daha ötedeki bir şeye özlem duydum. Bunu o da biliyor olmalı diye düşündüm hep. Hatta beni özellikle bunun için yarattığını düşündüm. Fakat sonra, alaycı bir karşı düşünce peyda oldu içimde. Kuşku ve huzursuzluk izledi bunu. Yaşadığım anlar ıstıraba dönüştüğünde ise işte; cennetin ucuna kadar yürüdüm ve kendimi oradan aşağı, ışığın olmadığı yere bıraktım.”

Bahadır’ın bizi yüzleştirdiği karakterlerin çoğunun hem yaşamına hem de zihnine öyle veya böyle bir kaos hâkim. Çıkış yolları bulmayı deneyenler olsa da karakterlerin hemen hepsi akışa kapılmış gidiyor. İşte Bahadır da bu huzursuzluk ve tedirginlik hâlinin anlatıcısı olarak çıkıyor karşımıza.