Kent bizim, yaşam bizim
Oxfam’ın Eşitsizlik A.Ş. raporuna göre 2020 yılından bu yana dünyanın en zengin beş erkeği, servetini ikiye katladı ve bu dönemde neredeyse 5 milyar insan daha da yoksullaştı. Mevcut oranlarda yoksulluğu sona erdirmek için 230 yıl gerekecekken ilk trilyonerin ortaya çıkması içinse 10 kısacık yıl… Tabii ki bu servet eşitsizliğinin de cinsiyeti var. Küresel olarak erkekler kadınlardan 105 trilyon dolar daha fazla servete sahip ve servet farkı ABD ekonomisinin dört katından fazlasına denk geliyor. Ücret uçurumu kapanmıyor; yoksulluk da kadınlaşıyor. Türkiye, siyasal İslamcı AKP iktidarının ve özgül siyasal-toplumsal koşulların daha da derinleştirdiği krizle bu küresel tablonun parçası.
BOYUN EĞMEYİZ
Sosyal devleti sermaye birikim krizinin nedeni gibi gösterip tasfiye eden, rekabetçi girişimci bireye dayalı, kârı toplumun tek düzenleyici ilkesi kılan neoliberal politikaların, özelleştirmelerin yarattığı dehşet sonuçlar en çok kadınları olumsuz etkiliyor. Sosyal devletin çekildiği tüm alanların boşluğu kadının hane içindeki karşılıksız emeği ile doldurulmak isteniyor. Varlığımızın koşulu olan yeryüzü gibi bedenlerimiz de sömürgeleştiriliyor; sömürüye, tahakküme ve şiddete itirazsız boyun eğmemiz bekleniyor.
Toplumsal yeniden üretimin bütün yükü kadınlara yıkılıyor. Eşitsizlikler gittikçe derinleşiyor.
Kadınlar çocuk doğuruyor, yaşlı bakıyor, evin bakımı bitimsiz bir mesai oluyor. Ekonomik krizi ve hanedeki gelir kaybını telafi edecek her tür faaliyeti kadınlar düşünüyor ve yürütüyor. Kadınlar, sermayenin varlık koşulu olan emek gücünü üretiyor. Rowbotham’ın tabiriyle kadınlar “işe gitmiyor, işe uyanıyor”! 2023 yılının son çeyreğinde 11 milyonu aşkın kadın “ev işleri” nedeniyle, ailevi ve kişisel nedenlerle istihdamın dışında. Ev işleri nedeniyle istihdamda olmayan erkek sayısı tam olarak SIFIR! Hane içi ve dışı, özel ve kamusal alan arasındaki ve hane içindeki cinsiyetçi iş bölümünün de göstereni bu sıfır! Kadınlar kendilerine yüklenen bu cinsiyet rolleri nedeniyle istihdama, sosyal ve kültürel hayata, örgütlü mücadeleye ve siyasete de katılamıyor. Dinselleştirilen eğitimle, budanmak istenen medeni haklarla, şiddete karşı hukuki güvencelerin bir bir yok edilmesiyle kadınlar bu fasit daireye hapsedilmek isteniyor.
Bir günde 8 kadının katledildiği, kadına yönelik her tür şiddetin alabildiğine tırmandığı zamanlardan geçiyoruz. Binlerce yıllık ataerkinin kendilerine sağladığı ayrıcalıklarını kaybetmek istemeyen erk(ek)lerin eşitlik karşıtı söylem ve pratikleri de artıyor.
Yerel seçim sürecinde bugüne kadar bu daireyi kırmak, kadınların yaşamın her alanına ve tabii ki siyasete eşit katılımını sağlamanın önündeki engelleri kaldırmak üzere bakım yükünü toplumsallaştırmayı da hedefleyen programlar yerine erk(ek)ler arasındaki güç ve koltuk savaşına tanık olduk. Kadınlar taleplerini her yerde yüksek sesle dile getirdi.
Kimi yerlerde adaylarla sözleşmeler yapıldı.
Seçim, eşitlik mücadelemizin önemli bir uğrağı ama biz kadınlar asla eril siyasetin bizi sıkıştırmak istediği alanla yetinmedik. Bu taleplerin sonuna kadar takipçisi olacağız. Yaşamı üreten, her gün yeniden üretenleriz; dünyanın yarısıyız; seçmenlerin de… Biz durursak dünya durur, biliyoruz!
Kadınların feminist kentler, eşit ve özgür bir yaşam mücadelesine kayıtsız kalan hiçbir siyaseti kabul etmiyoruz. Bu talepler birilerinin bize sunacağı lütuflar değil, yaşamak istediğimiz dünyayı kurmaya giden yolun taşlarıdır ve o taşları kadınların yüzlerce yıllık mücadele deneyimi, kararlılığı ile tek bir geri adım atmayacağımız feminist mücadelemizle kuracağız!