Trenlere, duvarlara çizilen ve kiminin hâlâ ‘vandalizm’, kiminin de sanat olarak adlandırdığı graffiti, ülkemizde de yaygın durumda. Hip-hop kültürünün bir parçası olan graffitinin bir sanat dalı olarak kabul edilmesi dünyada olduğu gibi Türkiye’de de uzun yıllar alsa da İstanbul’un duvarları graffiti sayesinde artık daha renkli. İktidarın ülke genelinde sürdürdüğü baskı politikası artsa da kent yöneticileri artık graffitilere […]

Kent; graffiti ve sokak sanatıyla şenleniyor: Bizim atölyemiz sokaklar

Trenlere, duvarlara çizilen ve kiminin hâlâ ‘vandalizm’, kiminin de sanat olarak adlandırdığı graffiti, ülkemizde de yaygın durumda. Hip-hop kültürünün bir parçası olan graffitinin bir sanat dalı olarak kabul edilmesi dünyada olduğu gibi Türkiye’de de uzun yıllar alsa da İstanbul’un duvarları graffiti sayesinde artık daha renkli. İktidarın ülke genelinde sürdürdüğü baskı politikası artsa da kent yöneticileri artık graffitilere karşı çıkamaz halde. Peki graffiticiler neler düşünüyor?  Bu soruya yanıt aramak için Turbo, Esk Ryen, Reach Geblo ve Canavar mahlaslı sanatçılarla konuştuk.

İNSANLAR GRAFFİTİYİ SEVDİ

İlk olarak Tunç Dindaş, nam-ı diğer “Turbo” ile buluşuyorum. “Turbo”, ülkedeki hip-hop kültürünün öncülerinden ve ülkemizde graffiti denince tartışmasız akla gelen ilk isim.

Turbo’ya graffitinin görünür hale gelmesinin arka planında yatanın ne olduğunu soruyorum, şöyle yanıtlıyor: “İnsanlar gri duvarların olduğu, ya da kat kat afişlerle kapanmış duvarları görmek istemiyor. Onları görüp, bir de bizim işleri gördükleri zaman, aradaki farkı anlıyorlar. ‘Burada bir iş var, emek var’ dedirten işler olduğu için, halk bunu sevmeye başladı. Tabii bunda Instagram’ın da çok büyük etkisi var.”

Turbo olarak tanınan Tunç Dindaş, 1985’ten beri graffiti yapıyor.

Peki Anadolu’da durum ne? Turbo, konuya dair şunları dile getiriyor: “Çankırı, Ankara, İzmir, Adana, Antalya, Bursa, Bodrum, Muğla, Zonguldak ve Amasya gibi birçok yere boyamaya gittim ve deneyimlerim oldu bu gezilerde. Şehir başka bir kafa, şehirde boyamak başka. Küçük şehirde boyadığın zaman insan onu sahipleniyor. ‘İstanbul’dan kalkıp gelmiş, bizim için bir şey yapıyor’ diyor. Graffiti maalesef bir şehir kültürü. Küçük yerde illegal graffiti yapamazsın. Orada 5 nalbur vardır, sen orada boya aldığın zaman, ‘bak orayı boyamış’ derler.”

Turbo, devamında, “İllegal graffiti yapmıyorum ama graffitinin doğrusu illegal olandır” diyor ve ekliyor: “İllegal yaparsın, adını duyurursun, ama sonra sorumlulukların çoğalınca tercih sana kalır. Ben yapmamayı tercih ettim. Çünkü sorumluluklarım var, bu saatten sonra polisten kaç, duvardan atla, yapamam öyle bir şey…”

Turbo, yerel yönetimlerin graffiticilere gereken değeri göstermediği görüşünü savunuyor: “Benim yaptığım sanata değer verip imkânı sağlayan Silivri Belediyesi’ydi. Benim orada duvarlarım var. Berlin’e ya da Fransa’ya gittiğimde orada arkadaşlarımın kendilerine ait olan duvarları var. Orada boyuyorum ama Türkiye’ye onlar gelince Silivri’ye götürüyordum.’ Merkezden niye bu kadar uzağa gidiyoruz’ diye soruyorlardı.”

‘BEN BURADAYIM’ MESAJI

Tunç Dindaş’ın ardından ‘Reach Geblo’ ile de konuşuyorum. 13 sene önce ağabeyinin getirdiği bir bilgisayar oyunu sayesinde grafftiyle tanışan Geblo, o gün bugündür duvarları boyuyor. Söze ise, “Çocuk yaşlarda başladığım için mahalle dışına çıkmaya fırsatımız olmuyordu, sonra dışardaki writerlarla (Graffiti sanatçısı) da tanışarak arkadaş çevremi kurmuş oldum” diyerek giriyor: “O dönem tanıştığım arkadaşlarımla hâlâ birlikte çalışmalar yapıyoruz. Başladığım ilk dönemdeki heyecanı şu an yaşayamıyorum, bazı şeyleri tükettik sanırım.” 

Emrullah Örünklü, sokak çalışmalarında ‘Reach Geblo’ ismini kullanıyor.

Geblo’ya, sokağın onun için ne ifade ettiğini soruyorum, şöyle yanıtlıyor: “Sokağın farklı yönleri var. Sokakta herkes eşit, her kesimden insanla etkileşime girebilirsiniz. Kendim için bir oyun alanı olarak değerlendiriyorum. Üretim alanımız sokaklar olduğu için bir nevi atölyemiz sayılabilir.”

Reach Geblo’ya göre de; graffiti illegal bir sanat. “Biz bu riski alarak boyamaya devam ediyoruz” diyor ve ekliyor: “Graffitinin temelinde egosal bir ilerleyiş biçimi söz konusu. ‘Ben buradayım’ mesajı, sistemdeki yerimizi belirlememizi temsil edebilir. Bütün insanların memnuniyeti sağlamak mümkün olmuyor tabii ama biz bunu birileri memnun olsun diye de yapmıyoruz. Kimi kesim olumlu yaklaşıyor, kimisi de kirlilik olduğunu söylüyor.”

Geblo’ya writerların sergi açmasının eleştirildiğini hatırlatıyorum. Şöyle cevaplıyor: “Genel olarak üretim yaptığımız alan sokak, tabii ama her işi de sokağa mal edemiyoruz. Ama gelişmemiz için denemeye ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum. Bu biraz tercih meselesi… Ben de birçok çalışmamı sergi salonlarında sergiliyorum, böyle bir kıyas içine girmek istemiyorum sanırım.”

Reach Geblo, sözlerini şöyle sonlandırıyor: “Yaptığımız çalışmalar protesto niteliğinde sayılabilir ama işin nerede nasıl ve hangi şekilde yapıldığı çok önemli.” 

Görüştüğüm isimlerde birisi de Esk Reyn…  Esk Reyn, graffiti ve heykel yapan bir sokak sanatçısı. Kendi hikâyesini şöyle anlatıyor: “99-2000’de bir sürü graffiticinin başladığı gibi ben de sokakta bir graffiti gördüm.  Pendik’te Cartel sonrası B-boyların yaptığı bir graffitiydi. 1999’da öğrendim, 2000’de boyamaya başladım. 2006’da üniversiteye girene kadar 3-4 yıl bıraktım. Onun dışında hep boyadım. Esk Ryen ismiyle boyuyorum. Şimdi daha graffitiden uzak, daha mimari formlar ve fütüristik graffiti içerisinde bir şeyler üretmeye çalışıyorum.”

Esk Ryen’in 2018 yılında çizdiği bir graffiti.

Esk Reyn’in aktardıklarına göre; graffitinin bu kadar görünür olmasında sokak festivalleri oldukça etkili. “Ben 15 sene önce sokağa çıktığımda, şu anki kadar graffiti göremiyordum” ifadesini kullanıyor: “2008’de Türkiye’nin ilk graffiti mağazası açıldı: Donut Store. Akabinde de sokak sanatı festivalleri, buluşmalar ve etkinlikler düzenlenmeye başlandı. 2012’de de biz Mural İstanbul’u yapmaya başladık. Bu Kadıköy ve civarı için inanılmaz büyük bir etki yarattı. Yani graffiti şu an Kadıköy’de legal… Son zamanlarda Erenköy’de de boyamaya başladık. Teyzeler, kahve yapıp, indiriyor aşağı… Siz orada sokakta boyuyorsunuz aşure falan getiriyorlar, bu çok enteresan.  Bu evrime baktığın zaman büyük duvar resimleri yapılıyor, belediye de bunu güzel sunuyor. Bu da bizim kültürümüze pozitif olarak çok şey getirdi.”

Esk Ryen’in çizimlerinden biri

Graffitinin Türkiye’de yanlış tanıtıldığından yakınıyor Esk Reyn. “Sokaktaki ruhu, tavrı göz ardı edildi” diye sitem ediyor.

GRAFFİTİ PAHALI BİR ŞEY…

Esk Reyn, sözlerini şöyle sürdürüyor: “Boyalar çok pahalı ve karşılamak kolay değil. Graffiti pahalı bir şey. 15 kutu gitse 25 liradan ciddi para yapıyor. Haftada iki defa yapsan bin TL’ye yakın para gidiyor bunu biz karşılayamayız. Kültürü yaşamak için bunu yapıyoruz.”

Esk Reyn, devamında da “Graffiti sokakta olan bir tavır, bu bir oyuna çevriliyor. Yazının formu ve içeriği, kimliği değişiyor. Neşeli bir hal alıyor. Ben sokakta ne kadar ismimle varım, aslında oyun bu” diyor ve sözlerini şu çarpıcı aktarımda bulunarak sonlandırıyor: “Vandalizm Türkiye graffitisinde çok düşük düzeyde. Boyaların çok pahalı olması bunda etkili. Vandalist graffiticilerin birçoğu illegal yaşıyor. Kimliğini açıklayamaz, hal-i hazırda çok fazla tren ve metro boyuyorlar. Bu arada bu iş adamı da olabiliyor, banka çalışanı da memur da… Hiç tahmin edemeyeceğin insanlar… Bizim kadar rahat değiller, biz onlara göre çok yumuşak tavırda, legal graffiti yapıyoruz.”

İŞ ÜRETİLİYOR AMA…

Son olarak şehrin dört bir yanına çizdiği böcekleri salan ve anonim kalmaya dikkat eden Canavar ile buluşuyorum. Canavar, graffitiyle tanışmasının 15 yıla yakın olduğunu hatırlatıyor: “Hip-hop kültürüyle birlikte tanışıyor insanlar. Benim farklı bir şeyle kendimi ifade etme gibi bir yaklaşımım vardı. O sırada da graffitiye yakın hissetmiştim kendimi.”

Canavar, kendi çalışmaları için şunları ifade ediyor: “Gezi olayları çok etkiledi beni. O dönemde toplumla, iktidar ve güçle alakalı şeyleri ele almaya başladım. Graffiti bilinirlikle öne çıkmaya başladı ama üretimler aynı seviyede devam ediyormuş gibi… İş üretiliyor ama nitelikli mi asıl sorgulanması gereken bu.”

Canavar, graffiti yaparken kendini özgür hissettiğini ancak bunun bir bedeli olduğunu kaydediyor: “Başkalarının kazandığı imkânları reddetmiş oluyorsun aslında. Bu da benim tercih ettiğim bir şey.”

BÖCEK ÇİZİMLERİ GEZİ’YLE BAŞLADI

Çizdiği böceklerin hikâyesini ise şöyle aktarıyor: “Böcek çizimleri Gezi olaylarıyla doğan bir şey. Kendimi hep anlaşılmayan bir çocuk gibi hissettim. Etrafı görür, kaydederdim ama yok gibiydim. Böcek çizmeye başladıktan sonra Kafka’nın Samsa’sına çok benzetiyorlardı, bir süre reddettim ama sonra okudum ve net örtüşen bir şey olduğunu fark ettim.  Toplumun içinde adapte olamama, tutunamama, kendini ait hisset edememe durumunu yaşayan insanları temsilen yapmaya devam ettim. Arnavutköy’deki bir etkinlikte yaptığım duvar vardı, 3 ay önce kapatıldı. Genelde yaptığım işler, diğer işlere göre daha fazla kapatılıyor gibi.”

Şöyle devam ediyor Canavar: “Bunu da aslında bu durumla bağdaştırıyorum. Bana, ‘Arnavutköy’de yapmak ne kadar makbul?’ diye soruyorlardı. Bunu orada yapmak, güzel bir aile ortamı diyerekten… Tam da bu ‘güzel aile ortamına’ parantez açmak gerekiyor. Ben de o güzel aile ortamına aslında ait olmadığımı hissettim. Ama bu çocuklar, aslında oradalar. O duvarın kapatılması da onu vurgulayan bir şey gibi oluyor: O mahallede olmaz, bu mahallerde kabul edilemez, çünkü tatlı ve temiz… Biz daha kötü olan yerlere mi gitmeliyiz? Kapatılmış olması tabii ki insanı buruyor ama kapatıldığında sanki altına onlar imza atıyormuş gibi hissediyorum. Kapatılınca, ‘doğru şeyi yapıyorum’ dedim. Bunu kanıtlamış oldular.”

Canavar sözlerini şöyle noktalıyor: “Meslek lisesinde okudum ben, lise 2’ye geldiğimde güzel sanatlar lisesinden haberdar oldum. Graffiti beni bu noktaya getirdi. Sana kötü gelen, başkasında estetik bir algı oluşturup, onun hayatını bambaşka bir noktaya dönüştürebilir. Bu açıdan graffiti bir mücadele aslında. Benim hikâyemin buralara geleceğini hiç tahmin etmezdim. Nasıl geldi? Birilerinin kirli dediği, pis dediği şeyleri yaparak geldi.”

***

GEZİ DÖNEMİNDE EN ÇOK DUVAR YAZILARI PAYLAŞILDI

İstanbul Şehir Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden Dr. Öğretim Üyesi Övünç Meriç Fermanoğlu’na göre; graffitilerin ‘direniş zemini’ olmasının nedeni sokaktan gelmesi… Fermanoğlu, bunu şöyle açıklıyor: “Hepimizin hayatında yaşadığımız şehirlerin büyük önemi var. Sokağa çıktığınızda duvarların adeta sizinle konuştuğunu görebiliyorsunuz. Graffitiler kentlerin duvarlarını yani kamusal alanlarını sembolik, politik ve sanatsal bir ifade aracına dönüştürüyor. Bunun örneklerini Türkiye’de de dünyada da görüyoruz. Örneğin Gezi Parkı döneminde sosyal medyada en çok paylaşılan içerikler duvarlara yazılan yazılardı.”

ALGI BİRAZ KIRILDI

Fermanoğlu, graffitinin kentleri kirlettiğine dair algının biraz kırıldığı görüşünde. “Öğrencilerimden şehirde sadece graffiti için özel fotoğraf turları yapıldığını biliyorum” diyor ve ekliyor: “Banksy’nin işlerinde de egemen düzene bir karşı çıkış görüyoruz ama yine aynı sistem bu işlere sanatsal bir değer atfederek amacından saptırıyor. Her zamanki gibi bizim kültürümüzün belirleyici biçimi olan estetik bir indirgemeye başvuruyor ya da marjinallik olarak yorumluyor.”

***

GENÇLERİN SANATI GRAFFİTİ

Gençlik sosyolojisi alanındaki çalışmalarıyla bilinen Yeditepe Üniversitesi Sosyoloji Bölüm Başkanı Prof. Dr. Demet Lüküslü’ye  graffiti ve gençlik arasındaki ilişkiyi sordum, şöyle yanıtladı: “Gençlik üzerine çalışan bir araştırmacı olarak ben de benzer bir noktada duruyorum. Gençlerin hayatına dokunan her şeyin aslında politik olduğunu düşünmenin bizi özel olan ile politik olanı ayırmamızdan bir adım öteye taşıyacağını düşünüyorum.”

>> Graffitiler, bir tür direniş zemini yaratıyor mu?

Graffitileri direniş zemini olarak tanımlamadan önce “kendini ifade etme” biçimlerinden biri olarak görmek daha anlamlı olacaktır sanıyorum. Graffitiler, kendini kamusal alanda/sokakta ifade etmenin, “ben de varım” demenin yollarından bir tanesi. Ancak sokağın, kamusal alanın düzenlenmesi ve kamusal alandaki ifade etme biçimlerine yasaklar getirildiği için graffiti illegal olanı, yasaklanması ya da en azından kontrol altına alınması gerekeni temsil etmeye başlıyor. Ve böylece direnişle birleşiyor, bir direniş biçimi olarak karşımıza çıkıyor.

>> Türkiye’de önceleri, graffitinin kentleri kirlettiğine dair bir algı vardı. Bu sanırım biraz kırıldı. Siz neler düşünüyorsunuz?

Sadece Türkiye’de değil tüm dünyada böyle bir görüş hakimdi, çoğu yerde hâlâ hâkim. Bir AB projesi olan PARTISPACE projesinin ortağıydık Yeditepe Üniversitesi Sosyoloji Bölümü olarak ve üç sene boyunca gençlerin kente farklı katılım biçimleri üzerine çalışmalar yürüttük. Frankfurt’taki ekip graffiti üzerine saha araştırması yürüttü, graffiti ve sokak sanatı üzerine yapılan tartışmaları ortaya koydu. Araştırmanın gerçekleştiği bir başka kent olan üniversite kenti Bologna’da da graffitilerin kentin değerini düşürdüğüne dair görüş bildiren kamu yöneticileri ya da kent sakinleriyle görüşmeler yapıldı. Ancak  diğer taraftan tüm dünyada graffiti ve sokak sanatının bir pedagojik yöntem olarak aktif olarak kullanıldığını da görüyoruz. Bu konuda Ayhan (Kaya) Hocanın Türkiye’de Gençlik Çalışması ve Politikaları kitabında zihin açıcı bir makalesi vardır örneğin. Özellikle ulaşılması zor olan gençleri içermek, onlara ulaşmak için çok iyi bir yöntem aynı zamanda graffiti. Ancak sorunuza geri dönersek öyle görünüyor ki kentte/kamusal alanda kimin görünür olup olamayacağı konusunda bir tartışma ve çatışma hep olacak…

>> Graffitiler bir alt kültür olarak, gettolardan çıkıp bütün metropolü sardı. Bu Türkiye’de de böyle mi oldu?

Gettolarda kentin şık mahalleleriyle karşılaştırıldığında graffiti yapabilmek hem kamu otoritesinin gözetimi ve denetiminden daha rahat kaçılabilen hem de özel mülkün dokunulmazlığı gibi konularda daha rahat olduğundan graffiti yapabilmek için daha ulaşılabilir bir imkân sağladı kuşkusuz. Ama aynı zamanda bu durum kendi sözünü söyleme yolları açısından elinde pek de seçenek bulunmayanları yani getto gençlerinin, kentin dışlanmış gençlerinin kendini ifade tarzlarından biri olarak beliriyor. Türkiye’de ise hiphop kültürünün (müzik, DJ’lik ve graffiti) olarak tarihini araştırırken ister istemez Almanya’da yaşayan genç kuşak göçmenler akla geliyor. Danışmanlık yapmaktan mutluluk duyduğum Devrim Lüküslü’nün yönetmenliğini yaptığı Aparkat: Yeraltından Gelen Darbe. Bir Hiphop Belgeseli’nde bu hikâyeyi görüşmecilerimiz etraflıca anlattılar. Bu yüzden ben de bir makalemde konu hiphop kültürü olduğunda diyaspora ile anavatanın yer değiştirdiğini, Türkçe hiphop kültürünün Almanya doğumlu olduğunu vurguluyorum.

>> Graffiti için “sokakların genç dili” yorumunu yapılabilir miyiz?

Graffitinin çok eski bir tarihi yok, özellikle de Türkiye’de. Bu yüzden de ilk kuşak ancak 30’larının sonunda ya da 40’larına yeni gelmiş durumda. Bu sebeple genç kuşakla ilişkilendirilen, yeni bir kültürden bahsediyoruz aslında. Ayrıca kentte “ben de varım” sözünü söylemek isteyen ama buna çoğu zaman imkân bulamayan gençleri kuşkusuz hep çekecektir graffiti ve tabii tüm sokak sanatları… Bu açıdan yaptığınız tanımlama yani “sokakların genç dili” ifadesini kullanmak yanlış olmayacaktır sanıyorum. Bir de tabii konuşmadık ama bu hikâyenin bir de toplumsal cinsiyet boyutu var. Sokaktaki hakimiyet/sokağa çıkmanın göreceli olarak erkekler için daha kolay olması ile paralel bir şekilde erkekler bu alanda daha görünür ve baskın.

  >> Graffitinin diyalog ve eylem yoluyla inşa edilmiş bir sanat mı olduğunu düşününce, anlatılmak istenen neler oluyor genelde? Politik bir tavır mı, kişisel mesajlar mı öne çıkıyor? Devamında, bunu ana akım medyaya karşı bir tavır olarak algılayabilir miyiz?

Biraz önce graffitinin tanımını yaparken de belirttiğim gibi graffitiyi her şeyden önce kendini ifade etme yollarından biri, “ben de varım, ben de bu kentte yaşıyorum” mesajı olarak okumakta fayda var. Bu noktada da kişisel mi yoksa siyasal mesajlar mı verildiği konusu muğlaklaşıyor. Bu konuda feminist aktivist ve kuramcılar önemli bir katkı sundular zaten “özel olanın politik olduğu” üzerine hayli ilham verici bir literatür oluşturdular. Gençlik üzerine çalışan bir araştırmacı olarak ben de benzer bir noktada duruyorum. Gençlerin hayatına dokunan her şeyin aslında politik olduğunu düşünmenin bizi özel olan ile politik olanı ayırmamızdan bir adım öteye taşıyacağını düşünüyorum. Ancak belki şunu söylemek lazım: aslında graffiti de tıpkı diğer kendini ifade etme yolları gibi belirli bir uğraşı, birikim ve her şeyden öte kültürel sermaye istiyor. Pek çok kişi konuşabilirken (konuşma yetisine sahip iken) kendilerini ifade etmekte zorluk çektiklerini belirtiyorlar örneğin- ki konumuz gençler olduğunda bunu söyleyecek pek çok genç bulacaksınızdır. Bu açıdan kendini daha iyi ifade edebilen graffiti sanatçıları olduğu gibi daha başlangıç seviyesinde olanlar tabii ki var.

>> Dünyanın çeşitli noktalarında kimi belediyeler, graffitiyi yasaklamaya bile kalktı. Türkiye’de durum nasıl sizce? Özgürce çizilebiliyor mu?

Aslında benim sahamın üzerinden oldukça zaman geçti. Ancak son olarak sokak müziği üzerine bir saha çalışması gerçekleştirdik, bir şekilde sokak sanatları üzerine çalışmaya devam ettiğim söylenebilir. Hem eski hem de yeni araştırmamın izinde sokağın bir taraftan farklı kesimlerle bir araya gelme imkânı verdiğini ve bunun üzerinden de “görünür” olmayı mümkün kıldığını söyleyebiliriz. Bu açıdan gençler açısından bir manevra açmış oluyor. Ancak diğer taraftan sokak belirli bir güç dengesi üzerine oturan aynı zamanda bir mücadele alanı. Bu güç ilişkisi içinde gençler zaten güç hiyerarşisinin altında yer aldıklarından özgürlükten çok “hakimiyet” ilişkisinden de bahsetmek anlamlı sanırım. Özellikle genç bireyler üzerinden konuştuğumuzda yaptıklarını ailelerine ve yakın çevrelerine anlatmakta zorluk çektiklerini söyleyebiliriz. Bu açıdan görüşme yaptığım gençler yaptıklarının “serserilik” değil de “sanat” olduğu vurgusunu sık sık yapmışlardı örneğin. Bu sebeple “ben de varım” sözünün altında bana ve yaptıklarıma saygı duyun talebi de var kuşkusuz.  

>> Son olarak; örneğin Banksy’nin Filistin’deki çalışmaları, bölgede yaşananları çarpıcı şekilde gözler önüne sermiş ve kamuoyunun dikkatini çekmişti. Bu açıdan bakıldığında, grafit için “estetik bir protesto” yorumu yapılabilir mi?

Tabii Bansky ilk akla gelen graffiti sanatçılarından ve kendini ifade etme aracı olan graffitiyi sanat eserine çeviren, eserleri sanat piyasasında çok değerli olan bir isim. Ancak pek tabii ki tek örnek değil. Hazır Filistin’den bahsetmişken yakın zamanda İngiltere’de Warwick Üniversitesi’nde Ortadoğu’da Popüler Kültür ve Siyaset” başlıklı bir konferansta eski öğrencim, yeni meslektaşım Cemre Zekiroğlu ile birlikte bir sunum yaptık. Konferansta pek çok genç araştırmacı Ortadoğu’dan sokak sanatının ve konumuz özelinde graffitinin estetik bir protesto halini aldığı pek çok örnek verdiler. Öyle görünüyor ki pek çok konuda olduğu gibi bu alanda da Ortadoğu toplumlarına bakmak ve genç kuşağın kendini ifade etme biçimlerine odaklanmak çok ilham verici çünkü muhalefet etmenin bir hayli zor ve tehlikeli olduğu siyasal baskı rejimlerinde kendini ifade etmenin ne kadar yaratıcı ve farklı yolları olduğunu gözler önüne seriyorlar.