Kenter Tiyatrosu’nu var etmek

MEHMET BİRKİYE

Yıldız Kenter, oyuncu, yönetmen, oyun yazarı, idareci, patron, sanatçı, hoca, diva, cumhuriyet kadını, anne vb. İnsan tüm bu unvanlarla nasıl başa çıkabilir. Üstelik biricik isteği sahneye çıkmak ve dünya tiyatro edebiyatındaki bütün büyük kadın rollerini oynamak olan biri.

Carl Ebert’in raporunda; “Fevkalade. Devlet Konservatuarının bugüne kadar yetiştirdiği en kuvvetli elemandır” dediği bir oyuncu.

Bin dokuz yüz ellilerde çalışmaya gittiği, oyunlarını izlediği Kanadalı yönetmen Tyrone Guthrie’in oyunlarına ve oyuncularının beden kullanımına hayran olur. Bedeni bir ifade aracı olarak kullanmak gerektiğini, bizim eğitimimizin eksikliğinin bu olduğunu Muhsin Ertuğrul’a yazar. Aslında çağımızın önemli bir üslubunu “fiziksel tiyatroyu” fark etmiş ve çok etkilenmiştir. Eğer Kanada’da yaşasaydı acaba nasıl bir yol izlerdi.

Biliyorum ki, sahnede oynamak fiilinin onda karşılığı; ‘uçmak’tır. Bedeninin ağırlığından kurtulup boşlukta süzülmesi. İnsan bedeninin estetik bir sanat yapıtına dönüşmesi, kendisini yeniden var etmesi.

Ama özü saf katışıksız oyuncu olan hocam, yaşadığı ve derinden bağlı olduğu ülkesinde bu olanağı sağlamak için kolları sıvamak zorundaydı. Ve ister istemez başka maskeleri de takacaktı.

Yaşadığımız ülkenin sanatla ilişkisini, tiyatroya bakışını, tiyatro alt yapısını düşünürseniz bu yolculuğun ne kadar zorlu olduğunu tahmin edersiniz.

Önce bir oyuncu grubu olmalıydı; Site Oyuncuları ardından Kent Oyuncuları, sonrada da bir tiyatro; Kenter Tiyatrosu. Nitelikli bir tiyatronun yapılacağı, yeni biçimlerin deneceği, bu topraklarda bir tiyatro, bir oyunculuk üslubunun oluşacağı bir çalışma mekânı. Ancak böylesine bir hedefin nasıl zorlu bir yolculuğa, nasıl zorlu bir mücadeleye gebe olduğunu sevgili Hocam biliyor muydu? Bunu bilmiyorum ama bilseydi de vaz geçmeyeceğini biliyorum.

Hiçbirimiz bu yolculukta ona asıl meselede destek olamadık yani o katışıksız oyuncuyu koruyamadık. Kenter Tiyatrosu (binanın adıdır bu kurduğu grubun adı Kent Oyuncularıdır) araç olmaktan çıkıp bir amaca dönüştü. Bu binanın ne için olduğunu unutup, binayı ayakta tutmaya kalktık. Binanın ekonomisi birinci dereceden sorun oldu ve her şeyi o belirlemeye başladı. Hocam bu paradokstan kurtulmak için çok çabaladı. Oynamak istediği oyunlardan vazgeçti (Hedda Gabler, Medea iki örnek). Destek bulmak için (şimdiki tanımı ile sponsor) kibirli insanların kapısını çaldı. Ağlayarak döndüğü günler oldu.

Ama tabii ki bu mücadelenin bir bedeli vardı; bu kavgadan yaralanmadan, yaralamadan çıkmak mümkün değildi. Çok kırıldı ve ne yazık ki çok da kırdı. Bana söylediği son söz “Sana çok eziyet ettim mi?” oldu. Ben size ne kadar ettim dedim. Güldü. Böyle hedeflerimiz varsa kavga kaçınılmazdır.

Maalesef yaşam, dün resmine baktığım on sekiz yaşındaki o saf oyuncuyu koruyamadı. Onu elbirliği ile Yıldız Kenter kültüne çevirdi. Kim bilir bu belki bazıları için iyi bir şeydir. Ama ben bir türlü içimdeki huzursuzluğu gideremiyorum.