Megakentin hormonlu büyüyen ilçelerinden Pendik’e ilişkin yıllardır araştırmalar yapan akademisyen Sema Erder, “Pendik, hem AK Parti camiasının yeni zenginlerini hem de iktidarın sağladığı olanaklardan yararlanan sermaye sahiplerinin işbirliğinin gözlemlenebileceği ilginç bir kentsel alan” diyor.

Kentin aynası Pendik
Pendik’in 1990’da 295 bin olan nüfusu, 2020’de 726 bine yükseldi. (Fotoğraf: Depo Photos)

Semra KARDEŞOĞLU

Sema Erder, uzun yıllardır kentsel gerilim, işçi göçü, gettolaşma üzerine araştırmalar yapan bir akademisyen. 1995 yılında İstanbul Gazi Katliamı’nın ardından kentteki etnik ilişkileri, gerilimi ve kentleşme sürecini gözlemlemeye uygun olduğu Pendik’te bir araştırma yaptı. 2020 yılında ise bu araştırmanın da bulgularının gözden geçirilmesi ve geçen 25 yılda yaşanan değişimin anlaşılması için yeni bir araştırma gerçekleştirdi. Bu çalışma, “Yeni Nesil Popülizm ve Kentsel Gerilim/Pendik Örneği” ismiyle kitap haline getirilerek İletişim Yayınları’ndan çıktı. Pendik’e ilişkin kitap, ülkede ve İstanbul’da yaşanan değişimi, farklı kesimlerin neler kaybettiğini, farklı etnik gruplar arasındaki ilişkiyi anlama açısından çok önemli bir çalışma olmuş. İktidarın güçlendiği bir ilçe olmasına rağmen AKP’nin kalesi imajını üstlenmeyen, Bağcılar ve Başakşehir gibi görülmeyen bir ilçe Pendik… 1990 yılında 295 bin olan nüfusu, 2020 yılında 726 bine çıktı. Hormonlu bir şekilde büyüyen Pendik, bir dönem Boşnak nüfusun da yoğun olduğu bir ilçeydi. Gerçekten her satırında farklı bir bilgi içeren kitabı anlatmak kolay değil. En iyisi okumak ama onun öncesinde Sema Erder çalışmaya ilişkin sorularımız yanıtladı…

Pendik AKP oylarının sürekli arttığı ve İslamcılığın yaygın olduğu bir ilçe. Ancak Başakşehir, Sultanbeyli ya da Bağcılar gibi AKP’nin kalesi ilçelerden biri olarak görülmüyor. Neden?

Türkiye’deki otoriter popülist siyasetin çok eski bir geçmişi olduğu halde AKP ile ilgili siyasal tartışmalar daha çok, “etnikçi/cemaatçi/dinci” söylem ve uygulamalar düzleminde yoğunlaşıyor. Bu bağlamda siyasal alanda, AKP yönetiminin “dindarlık” ile ilgili yaklaşımları, uygulamaları, kadın ve aile konusundaki muhafazakâr eğilimleri, Cumhuriyet’e, kurumlarına ve kurucularına karşı tutumları, Yeni Osmanlıcılık eğilimleri, ümmetçiliği gibi birçok konu sürekli olarak gündeme gelmektedir. İslamcı yönetimin çekirdek kadrolarının ve çekirdek destekçilerinin yaşadığı kentsel alanlar, bu konuları merak edenlere yardımcı olabilir. Ancak benim özellikle dikkatimi çeken Pendik’in bu simgelere sahip olmadığı halde, AKP’nin önemli bir kalesi haline gelmesi oldu. Bu merak, beni, “eylem/söylem” tutarlılığının ya da tutarsızlığının yapısal kaynaklarını aramaya yöneltti. Pendik, havalimanı, marina, Ro/Ro limanı ve teknopark gibi yeni dönem teknolojik olanakları kullanan sektörlerin yoğunlaştığı bir alan olarak ilgi çekiciydi. Bu araştırmada farklı kentsel grupların söylem/eylem ilişkisindeki tutarlılık ve tutarsızlıklarını gözlemleme olanağı buldum. Bu bağlamda çok farklı siyasal yaklaşıma sahip olan kesimlerin, söylem düzleminde çekiştiklerini buna karşılık eylem düzleminde çok da gerilimli ilişkilerinin olmayabileceğini gözlemleyebildim. Bu çalışmada daha çok yapısal değişim kuramlarına başvurarak, eski ve yeni kentli gruplar arasındaki gerilim, uzlaşmaları ve yapısal nedenlerini anlamaya çalıştım.

“AZ HÜNERLİLER İNŞAAT SEKTÖRÜNE YÖNELDİ”

“Yeni nesil popülizm” ne tür yeni kentsel gerilime yol açtı Pendik’te?

Türkiye’deki otoriter popülist gelenek, farklı dönemlerde farklı uygulamalarla yaşamını sürdürmeye devam etmekte. Popülizmin en önemli özelliği kuralların sert, uygulamaların ise esnek olması… Bu durum yöneticilere dostlarını kayırma, düşmanlarını cezalandırma konusunda sınırsız olanak vermekte. Geleneksel hukuk düzenine de benzeyen bu devlet/toplum ilişkisi, köylülükten çıkış sürecini yaşayan Türkiye’de, köylülerin vergiden muaf tutularak ve topraktaki geleneksel kullanım haklarını sürdürerek geçimlerini sağlamasının önünü açarak meşruiyet kazanmıştı. 1960’tan bu yana uygulanan popülist siyaset ise kente gelen köylülerin kentsel kuralları esneterek kendi konutlarını yapmasına izin verdi ve yine vergiden muaf iş alanları açmalarına göz yumdu. Kentleşme ile ilgili yapılmış olan araştırmalar bu siyasetin kentlerde yeniden ürettiği geleneksel cemaatçi ve kayırmacı ilişkileri anlamamıza yardımcı olmuştur. Kentsel alanlarda yeniden üretilen cemaatçi ilişkiler, devlet/toplum ilişkilerinde cemaatlerin varlığını ve gücünü artırmış ve Türkçü/İslamcı kurucu anlayışın neredeyse kurumsallaşmasına neden olmuştur. Uygulanan etnikçi siyaset ve kentlerdeki kural ve kural dışı ortak yaşam, farklı etnik ve dinsel grupların kimi zaman kayırılmalarına kimi zaman dışlanmalarına yol açmıştır. “Yeni nesil popülizm” kavramını son yirmi yıldır yaşadığımız devlet toplum ilişkilerini tanımlamak için kullanıyorum. Bu dönemin en önemli özelliği, yerel koşullar açısından kentleşmenin sona ermesi, küresel koşullar açısından “şirket” küreselleşmesinin etkisini artırması. Bizim yaşadığımız “a la turca” yeni nesil popülizmin, geçmiş dönemlerden farkı, ümmetçilik ve Yeni Osmanlıcılık anlayışıyla küreselleşmeye geçit verilmesi, gecekondulaşmayı sona erdirmesi, eski kuralları ve kurumları esnetmesi ve inşaat/istihraç ekonomisinin önünü açması. Kentsel rantın imar kurallarını esneterek ya da imar aflarıyla yaygınlaştırılması sonrasında az hünerlilerin inşaat sektörüne yönelmelerine neden olmuştur. İmar kararları gibi risk ve sermaye istemeyen kararlarla desteklenen “milli inşaat sektörü” bu dönemde kitlesel desteği sağlayan ve neredeyse bütün siyasal partileri besleyen politikalar olmuştur.

Sema Erder

Pendik’te E5 altı ve E5 üstü arasındaki farklılık/gerilim şekil değiştirmiş mi?

Son araştırmada, 1997 yılında gözlemlediğimiz, E5 altı ve E5 üstü olarak ifade ettiğimiz formel/enformel konut geriliminin azaldığını gözlemledik. Ancak kentsel dönüşüm kurallarının belirsizliği ve esnekliği, tapulu olsun olmasın bütün alt gelir gruplarında konutlarını kaybetme korkusunun yaygınlaşmasını fark etmek bizim için şaşırtıcı oldu. Bu eşitsizliğin muhafazakâr kadroların dışladığı etnik ve dinsel grupları daha da endişeye sevk ettiği açıktır.

“YÜKSELEN HANELER ERKEK ÜYELERİNİ MOBİLİZE ETTİ”

97’deki araştırmasında gözlemlediğiniz gecekondu bölgesinde yaşayan üç farklı grup 2020’lerde nasıl bir dönüşüm geçirdi? Kimler kazandı, kimler kaybetti? 2000’lerden bu yana Pendik ve İstanbul’da en derin ve en büyük kaybı kimler yaşadı?

Gecekondu bölgesindeki üç farklı grubu daha önce yaptığım Ümraniye araştırması sırasında gözlemlemiştim. Bu araştırma enformel konut piyasası ve iş piyasasına ulaşmada etnik ve dinsel cemaatçi dayanışma ağlarının etkileri hakkındaydı. Bu bağlamda, “yükselen haneler” olarak tanımladığım grup, geniş akrabalık ya da hemşeri ilişkilerine sahip oldukları için zenginleşen ve güçlenen hanelerdi. Çok sayıda erkek üyelerini mobilize edebilen haneler siyasette ya da iş dünyasında güç kazandılar. 2000’li yıllara geldiğimizde bu gruplardan İslamcı kimliğe sahip olanlarının iktidara gelecek kadar güç kazandığını ve kentsel siyasete damgalarını vurduklarını gözlemledik. 2020 Araştırması bunu ayrıntılı olarak aktarıyor. Ümraniye araştırmasında gözlemlediğimiz “izole haneler” ise mensup oldukları etnik ve dinsel kimliğe göre ya kazananlara dahil oldular ya da kaybedenlere… En derin ve en büyük kaybı ise dayanışma ağlarına giremeyen, gecekondu sahibi bile olmadığından rant paylaşımında şansı bulunmayan ve enformel konut ve iş piyasasının olanaklarından yararlanamayan “yeni yoksullar” oldu. Küreselleşmenin hızlandığı bu dönemde en zor durumda olanlar ise kesinlikle vatandaşlık hakkına bile sahip olamayan yabancılardır.

Pendik Boşnakların yoğun olarak bulunduğu ilçelerden biri. Onlarda nasıl bir değişim gözlediniz?

1997 Pendik araştırması sırasında Boşnaklara yoğunlaşmamın nedeni o dönemde Bosna Savaşı nedeniyle kaçan Boşnaklarla, Doğu’daki çatışmalar sırasında köyleri boşaltılan Kürtleri devlet kurumlarıyla ilişkileri açısından karşılaştırmaktı. O dönemde yaptığım gözlemler Bosna’dan gelen zorunlu göçmenlerin hukuksal olarak meşru bir konumları olmamasına karşın hoşgörüyle karşılanmaları, yerleşme, çocuklarının okula kabulleri gibi konularda avantajlı olmalarıydı. Buna karşılık zorunlu göçle gelen Kürtler, vatandaş oldukları halde aynı hoşgörüyle karşılanmıyorlardı. Devlet kurumları ve cemaatlerle ilişkilerde kendilerini Müslüman olarak tanımlayan Kürtler göreli olarak avantajlı olsalar da, Alevi/Kürtlerin devlet kurumlarıyla ilişkileri gerilimliydi, onlar aynı müsamahayı ve desteği bulamıyorlardı. 2020 Araştırması sırasında ise bazı Boşnakların Neo Osmanlı siyaseti sayesinde Balkanlarla ilişki kurarak yükselen haneler kervanına katıldıklarını gözlemledim. Esnaf, işçi gibi yoksul kesimlerinin ise “elindeki mütevazı yaşamı bile kaybetmekten korkan” eski kentli alt orta sınıflarla aynı kaderi paylaştıklarını gözlemledim. Zorunlu göçle gelen Boşnaklar ise çoktan burayı terk etmiş ya Bosna’ya ya da Avrupa’ya göç etmişlerdi.

Yeni Nesil Popülizm ve Kentsel Gerilim/Pendik Örneği, Sema Erder, İletişim Yayınları, 2023

“Nöbetleşe yoksulluk” kavramının yerini “Nöbetleşe zenginlik”e bıraktığından söz etmişsiniz? Bu ne demek? Yeni orta sınıfa kimler giriyor? Yeni Pendik’i inşa eden sadece “Ak Camia” mı?

Nöbetleşe yoksulluk, Işık Oğuz ve Melih Pınarcıoğlu’nun Sultanbeyli araştırmasında gözlemledikleri bir olguydu. Bu kavram, kente göç edenlerin süreç içinde geçirdikleri aşamaları ifade ediyordu. Kente önce göç edenlerin yeni gelenlere göre avantajlı olduğunu ve yoksulluğun nöbetleşe olduğunu anlatıyorlardı. Ben aynı sürecin kazananlarına bakarak “nöbetleşe zenginlik” kavramını kullandım, yerini bıraktığını söylemedim… Kente gelen bazı yoksulların yeni gelenlerin emeğini tüketerek zenginleştiklerini ifade ettim.

Pendik, Ümraniye gibi sadece gecekonduluların yaşadığı bir kentsel alan değil. Pendik’te, eski kentli orta sınıflar da yeni orta sınıflar da yaşıyor. Yeni imara açılan alanlarda yapılan eski tarım yeni konut alanlarında, yüksek eğitimli, yeni teknolojileri kullanabilen, vasıflı ve özellikle dış dünyaya açılan yeni Türkiye’nin küresel dünya ile eklemlenmesini sağlayacak nitelikte “yeni orta sınıfların” yaşıyor olması da önemli bir değişim. Bu yeni imara açılan alanlarda hem yeni orta sınıflar hem de inşaat ve emlak gibi fazla hüner istemeyen işlerle uğraşan ve muhafazakâr iktidarın kayırmacı ilişkileriyle zenginleşmiş yeni zenginler, hem de dış dünyaya açılmak isteyen eski işverenler de var. Bir bakıma yeni Pendik, hem AK Parti camiasının yeni zenginlerini hem de kültürel olarak aynı yaşam biçimine sahip olmasa da iktidarın sağladığı olanaklardan yararlanan sermaye sahiplerinin işbirliğinin gözlemlenebileceği ilginç bir kentsel alan.

Projeci belediyecilikten söz ediyorsunuz? Nasıl bir sonuç ortaya koyuyor proje belediyecilik?

Projeci belediyecilik anlayışı, 1980 sonrası getirilen büyükşehir belediyesi ile ilgili düzenlemelerden sonra uygulanan seçimli Belediye Başkanlığı sonrasında ortaya çıkan bir anlayış. Bedrettin Dalan’la başlayan bu anlayışla, uzun erimli rasyonel kararları gerektiren akılcı planlama yaklaşımı terk edilmiş, kararlar hızla alınmaya başlanmış ve gösterişli yatırım projelerine ağırlık verilmiş. Bu belediyecilik anlayışı bir taraftan gittikçe büyüyen inşaat sektörünün temsilcilerine yeni olanaklar yaratmış, diğer yandan halkla ilişkilerin ve propagandanın önemli bir kaynağı olmuş. Bürokrasi, teknokrasi ve demokrasi gibi konuların uzun süreçler gerektiren ayak bağı olarak kabul edilmesi ne yazık ki toplumda da karşılık bulmuştur. Bu uygulamaların önemli çevre tahribatlarına ve kaynak israfına yol açtığını hepimiz gözlemleyebiliyoruz.

KÖTÜLÜĞÜN KÜRESELLEŞMESİ

Şirket küreselleşmesi ve enformel küreselleşmenin sonucunda ‘Kötülüğün küreselleşmesi’nden söz ediyorsunuz. Neyi anlamalıyız kötülüğün küreselleşmesinden?

Türkiye’deki siyasal tartışmalarda küreselleşme konusu daha çok muhaliflerin “anti-küreselleşme” söylemleriyle gündeme geliyor ve kadın hareketi, çevre hareketi ve insan hakları gibi hak temelli hareketlerinin de küresel olduğu pek dikkate alınmıyor. Anti küreselleşmeci söylemin esas olarak karşı olduğu hareketin sermayenin küreselleşmesi olduğunu biliyoruz. Küreselleşme hareketleriyle ilgili araştırmaları incelediğimizde sermaye hareketlerinin de tek biçimli olmadığını anlıyoruz. Şirket küreselleşmesi kavramı, küresel hareketlerin bir biçimini tanımlıyor. Yeni küresel dev şirketler esas olarak, bir taraftan ulus devletlerin kurallarını yıkarken diğer taraftan kendi faaliyetlerini güvence altına alacak yeni uluslararası kurallar getirmeye çalışıyorlar. Bu şirketlerin etkisi ABD dahil bütün toplumlarda radikal olarak hissediliyor. Bu küreselleşme hareketinin büyüklüğü ve etkisi, neyse ki kayıtlı verilere bakılarak saptanabiliyor. Diğer yandan, küreselleşmenin bir başka veçhesi ise ne ulusal ne de uluslararası hukukun düzenlediği insan, para ve mal akımları. Bu akımların bir kesimini yasal olmasa bile ahlaki olarak kabul gören göç hareketleri ya da sınır aşan ticaretler oluşturuyor. Kötülüğün küreselleşmesi ise hukuk dışı olduğu gibi hiçbir toplumda meşru kabul edilmeyen “alegal” diye tanımlanan para, mal ve insan hareketlerini tanımlıyor. Küreselleşmenin en karanlık yönünü oluşturan bu akımlar, uyuşturucu ticareti, kara para aklama, insan ticareti, insan kaçakçılığı gibi para, mal ve insan hareketleri. Kötülüğün küreselleşmesi ile ilgili bilgilerimiz maalesef çok kısıtlı… Bu hareketleri anlamak ve önlemek için gerekli olan araştırmalar yeterli değil. Bu akımın önlenebilmesi ve yeni kuralların geliştirilmesi ancak bu akımlarla mücadeleyi öngören küresel sivil ya da kurumsal hareketlerle iş birliği yaparak mümkün olabilir. Pendik Araştırması’nda maalesef sadece bu konuların varlığına işaret edebildik, yeni araştırmalar yapılmalı mutlaka…

KENTSEL RANTIN PAYLAŞIMIYLA GÖRDÜK

Yeni nesil popülizm topluma ne kaybettirdi? Bundan sonrası nasıl şekillenecek?

Benim yaptığım araştırmalar daha çok kentlerde olan bitenleri anlamaya dönük. Bu nedenle bu soruya sadece kendi alanımdan bakarak cevap verebilirim. Otoriter popülizmin, kentlerdeki yeni nesil “a la turca” versiyonu, ilk bakışta kentsel rantın paylaşımını ve inşaatların yaygınlaşmasıyla gözlemledik. Bu gelişmeleri, kentlerde yaşayan hemen bütün kesimler bir kazanç olarak algıladılar. İnşaat sektörünün ve kentsel rantın devlet/toplum ve devlet/iş adamları ilişkisinde çok önemli bir boyutu olduğunu biliyoruz. Ancak muhalefetin bu konularda ne düşündüklerini bilmiyoruz. Mevcut düzene muhalefet daha çok söylem, simge ve kültürel tartışmalar üzerinde sürüp gidiyor. Bu dönemde yaşananların köylülükten çıkışın ve yapısal dönüşüm olduğu anlamına geldiği, bu değişimin aynı zamanda devlet/toplum ilişkilerini değiştirdiği çoğu zaman göz önüne alınmıyor. Yeni nesil popülizmin kitlesel destek gördüğü inşaat ve rant dağıtımı süreçlerinin yarattığı çevre tahribatının beklendiği gibi güvenli bir yaşam anlamına gelmediğini ancak deprem, sel gibi felaketler yaşandıkça somut olarak görüyoruz. Ancak felaketler sonrasında yapılan müdahaleler ve projeler de çevre ya da insan hakları açısından değil, inşaat ve istihraç ekonomisini ayakta tutmak amacını güdüyor. Gerek post kentleşme gerekse küreselleşmenin kötü yüzüyle baş etmek belki de ancak çevreci ve hak temelli küresel oluşumlarla mümkün olabilir. Yeni ve yaratıcı politika üretmek için, sloganları terk ederek, bilgiye dayanan, gerçekçi, yaratıcı ve yeni düşünce üretimine ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum.