"Kentsel dönüşüm" projeleri, yeni liberal politikaların yaygınlaştırdığı yoksulluk ile kutuplaştırdığı zenginliğin mekâna yanısıması olarak gündemimize geliyor...

DOÇ. DR. HATİCE KURTULUŞ

Kentsel dönüşüm adı altında gerçekleşen yenileme, canlandırma, ıslah etme ve geliştirme projeleri ve uygulamalarına çok boyutlu bilimsel bir bakış açısı geliştirmek giderek daha da zorunlu hale geliyor. Çünkü kent dediğimiz yerleşim olgusu sadece yapılı bir çevre değil, aynı zamanda sosyal olarak inşa edilmiş bir mekansal ölçek. Bu durumda mekâna yapılan her türlü müdahale aynı zamanda sosyal olarak yerleşmiş ve kendi içinde bütünlüğü olan bir yapıya müdahale anlamını taşıyor. O halde bu sosyo-mekânsal yapının oluşumu ve varlığının arkasındaki gerçeklik ile dönüşüm projelerinin arkasındaki beklentiler arasındaki tutarlılık ve çelişkiler iyi tanımlanmalı. Bu çerçevede, "kentsel dönüşüm" konusuna bazı başlıklarla bakmak, konuya bir bakış açısı geliştirebilmek için bazı ipuçlarını yakalamamıza olanak verebilir.

KONUNUN BOYUTLARI

1. Neo Liberalizmin Kentsel Mekânda Yarattığı Radikal Dönüşümleri Doğru Kavramak:

Bugün artık tüm toplum bilimcilerin kolaylıkla kabul ettikleri gibi neo-liberal ekonomi politikaları ve uygulamaları dünyanın her yerinde kentsel rantları etkin bir sermaye birikim aracı haline getirdi. Özellikle son 20-25 yıldır erken kapitalistleşen ve son 1520 yıldır da geç kapitalistleşen ülkelerin kentsel alanlarında radikal dönüşümler açıkça izlenmekte. Türkiye’de de 1980’lerin ikinci yarısından itibaren bu dönüşüm süreci kendini göstermeye başladı ve "kendiliğinden kentleşme" olarak adlandırabileceğimiz bir kentleşme biçiminden, "büyük sermaye yatırımları ile genişleyen emlak pazarının yönlendirdiği" yeni bir kentleşme biçimine yönelindi. Bu süreçte neo-liberal siyasi otoritenin etkin rolü var. Kentsel mekândaki dönüşümlerin önünü açacak yerel ve merkezi politik kararlar, yasa ve yönetmeliklerde yapılan düzenlemeler "dünyaya açılma" söylemi ile meşrulaştırıldı. Bu dönemde gerek dönüşüm projelerini fonlayacak finansal kaynakların temini, gerekse kentin çöküntü alanlarının "ıslah edilmesi" (temizlenmesi) için kamu kaynakları devreye sokulmakta. Bunların arasında kuşkusuz en önemli yeri kamu bankaları, Toplu Konut İdaresi ve belediyelerden sağlanan kaynaklar oluşturmakta.

Bu değişmeyi başlatan temel etmen sermaye ile devlet arasında kentsel toprakların kullanımı konusunda değişen ilişkiler. Neoliberal ekonomi politikalarının kutuplaştırdığı zenginlik kentsel topraktaki mülkiyet haklarını genişletirken, yaygınlaştırdığı yoksulluk kentsel topraklardaki kullanım ve mülkiyet haklarını kaybetmekte. "Kentsel dönüşüm" olarak literatüre damgasını vuracak olan mekânsal dönüşüm sürecine bu bakış açısından bakıldığında mekândaki "operasyonları" kavramak belli ölçüde kolaylaşmakta. Merkezi ve yerel siyasi otorite geniş yasal reformlarla büyük ölçekli toprakları imara açarak ülkenin "eski" ve "yeni" burjuvazisine altın tepside bir birikim olanağı sunmakta.

Daha önceki dönemde üretim sermayesi için ucuz iş gücü deposu olmasından dolayı göz yumulan gecekonduların yerleştiği geniş arazilerde imar sorunları sürerken, kentin merkezi alanlarında prestijli araziler ile çeperdeki geniş araziler imar düzenlemeleriyle hızla yapılaşmaya açılmakta. Neo-liberal siyasi otorite kentsel toprakları sermaye kesimine sadece altın tepside sunmakla kalmayı p onlara "yol" gösteriyor. Bu dönemin büyük kentsel yatırımlarını gerçekleştiren sermaye kesimi ile merkezi/yerel siyasi otorite arasındaki kayırmacılık ilişkileri ise bu sürecin temel belirleyicilerinden biridir. Bu ilişki Bahçeşehir, Beykoz Konakları, Karanfilköy gibi örnek çalışmalarda açıkça ortaya çıkmaktadır. (Kurtuluş, 2005, İstanbul’da Kentsel Ayrışma).

ÇÖKÜNTÜ ALANLARI

2. Kentsel Dönüşüm Neden Gerekiyor?

Yukarıda sözü edilen birikim sürecini aslında yeni olmayan, David Harvey’in deyimi ile "sermayenin ikinci döngüsü" olarak ele alınabilecek bir süreç olarak açıklamak mümkün. Ancak bu birikim potansiyelini mümkün hale getiren yapılar ve ilişkiler ile bu sürecin toplumsal sonuçları her toplumun tarihsel-özgün koşulları içinde analiz edildiğinde daha iyi betimlenebilir. Bu çerçevede "kentsel dönüşümün" neden gerekli olduğu, nasıl gerçekleştiği ve sosyo-mekânsal sonuçlarının neler olduğuna daha derinlemesine bakmak gerekiyor. Kentsel dönüşümün neden gerektiği konusunda çok temel iki yaklaşım ortaya atılmakta.

Bunlardan birincisi kentlerin bazı bölgelerinin çöküntü alanı haline gelmesi ve bu bölgelerdeki sağlıksız çevre ve yaşam koşullarının iyileştirilmesi gerekliliği. Bu argüman, modern kent ideolojisinden (ya da mitinden) kaynaklandığı kadar artan kentsel suçlarla baş edebilme ihtiyacına bağlı olarak ortaya atılmakta. Mekânsal olarak çökmüş alanlar, barındırdıkları yoksullarla kentsel şiddetin yuvaları olarak görülmekte ve bu alanlarda çeşitli kentsel dönüşüm projeleri ile gerçekleşecek "temizliğin" aynı zamanda şiddeti de azaltacağı varsayılmakta. Diğer yandan bu alanlarda yaşayan yoksullara daha yaşanabilir bir çevre ve yaşam koşulları yaratılabilirse sınıfsal çatışmanın da göreceli olarak azaltılabileceği varsayılmakta.

İkinci yaklaşımda ise, kentlerin kapitalizmin sahnesi olmanın ötesinde bizatihi aktörlerinden biri olabileceğinin ortaya çıkmasından dolayı kentsel mekâna bir birikim aracı, bir gelişme sektörü olarak bakılmasının sonucu olan kentsel dönüşüm projeleriyle bu birikim olanağının gerçekleştirilmesi savunulmakta. Bu iki yaklaşımı bir arada düşünmek ise birbiriyle çeliştiği için pek mümkün görünmüyor. Birinci yaklaşımla bakanların çelişkisi bunun artık son demlerini yaşayan sosyal devlet politikalarının dışında uygulanma şansının olmadığı. Bir mekânın orada yaşayan yoksullar lehine kamu ya da özel finansal kaynak aktarımı ile gerçekleşmesi neo liberal dönemin piyasa mantığına aykırı olduğu kadar, kentsel mekânı bir gelişme sektörü olarak ele alan kentleşme politikalarına da aykırı. Bu nedenle bu yaklaşım daha çok sosyal bir ölçek olan mekâna müdahalenin meşrulaştırıcı söylemi olarak görülebilir. Kentsel dönüşüm konusunda güncel yaklaşım kuşkusuz ikincisidir.

hkurtulus@mu.edu.tr