Kıdem tazmİnatı, çalışanlara bİraz tepeden verİlmİş bİr hak olmasına rağmen süreç İçİnde İşçİlerİn mücadelesİyle İlerletİldİ > Zafer Aydın

Kıdem tazminatını savunma komiteleri

> Zafer Aydın

Bir yanda kan gövdeyi götürüyor, AKP hükümeti, “devletin bekası”, “milli birlik” ajitasyonları altında tarihin en berbat savaş oyunlarından birini oynuyor. Öte yandan da çalışma hayatını güvencesizleştirme ve piyasalaştırma yolunda dikensiz gül bahçesi yapma peşinde. Kiralık işçilik ve kıdem tazminatının fona devredilmesiyle ucuz emeğe dayalı “üretim üssü” hedefine bir adım daha yaklaşılacak. Hükümetin yapmayı düşündüğü değişikliklerin maliyeti biliniyor olmasına rağmen ne sosyal ne de siyasal alanda esaslı bir karşı duruş göze çarpmıyor. “Kıdem tazminatı kırmızı çizgimizdir” açıklaması yapan Türk-İş’in sözünün “sarhoş narası” kadar bir ağırlığı olmadığı zaten biliniyordu ama çok çabuk geri vitese takıp, “30 gün ve hazine güvencesi” şartıyla kıdem tazminatının fona devredilmesine yeşil ışık yaktı.

Çalışanların örgütlenme, grev ve toplu sözleşme hakkı gibi kolektif hakları söz konusu olduğunda yasakçı zihniyeti ve uygulamalarıyla karşımıza çıkan egemen akıl, söz konusu bireysel haklar olduğunda, kısmen daha cömert davranabiliyor. Kıdem tazminatı da bu “cömertliğin” ürünüdür bir bakıma.1936 yılında çıkarılan iş yasasında toplu sözleşme ve grev hakkı yoktu ama kıdem tazminatı vardı. 5 Yıl çalışmış olan işçiye işten ayrılması durumunda her bir yıl için 15 günlük kıdem tazminatı öngörülüyordu. Üstelik işçi sadece işveren tarafından işten çıkarıldığında değil, kendi isteği ile işten ayrıldığı durumlarda bile kıdem tazminatı alabiliyordu.

Türkiye işçi sınıfının mücadelesi ve talebi olmadan kıdem tazminatının bir hak olarak tanınması, devlet babanın cömertliğinin ürünü olarak görülse bile, aslında işçileri sistem içinde tutmaya çalışmanın bir bedeliydi. Dönemin CHP Genel Sekreteri Recep Peker “ Yeni iş kanunu sınıfçılık şuurunun doğmasına ve yaşamasına imkan verici hava bulutlarını silip süpürecektir” ( Mesut Gülmez, Meclislerde İşçi Sorunu ve Sendikal Haklar (1909-1961), Ankara, Öteki Yayınevi,1995) derken tam da buraya işaret etmekteydi.
Kıdem tazminatı, çalışanlara biraz tepeden verilmiş bir hak olmasına rağmen süreç içinde işçilerin mücadelesiyle ilerletildi. 1975 yılında yapılan değişiklikle hak etme süresi 3 yıldan bir yıla indirildi, 15 günlük kıdem süresi de 30 güne yükseltildi. 12 Eylül’e yaklaşırken, sendikal hareketin gücü ve mücadelesiyle yasal olarak her bir yıl için 30 gün olan kıdem tazminatı toplu iş sözleşmeleri yoluyla 45-60 hatta 90 güne kadar çıkarılabiliyordu.

12 Eylül’de işçi haklarını asker postalları altında ezmek üzere harekete geçen darbecilerin ilk hedeflerinden biri de, kıdem tazminatı oldu. Başından itibaren kıdem tazminatını sorun olarak gören sermaye özellikle 1990’lı yıllardan itibaren artan neo-liberal saldırının bir parçası olarak kıdem tazminatını, işverenlerin sırtında bir yük olarak propaganda etti. Açık ve gizli faaliyetlerle kıdem tazminatının kaldırılmasını istedi. AKP, 2003 yılında 4857 sayılı iş yasasını yürürlüğe sokarken, yürürlükten kaldırdığı 1475 sayılı İş Yasası’nın sadece kıdem tazminatına ilişkin hükmünü, geçici bir madde ile fon kuruluncaya kadar korunması hükmünü getirdi. Geride bırakılan 13 yılda ise Hükümet Programlarında, Ulusal İstihdam Strateji Belgeleri’nde kıdem tazminatına ilişkin düzenleme hedefler arasında yer aldıysa bile yapılacak değişikliğin yol açabileceği oy kaybı endişesi ve sendikal muhalefet ihtimali nedeniyle harekete geçemediler.

Bugün ise, 1 Kasım 2015 seçim tecrübesi ışığında, ne yaparlarsa yapsınlar hala oy alabilme kapasitelerine ve ne yaparlarsa yapsınlar kendilerini alkışlayan “rehine” sendikacıların varlığına güvenerek düğmeye bastılar. İşçilerin güvenceli çalışmasının önemli unsurlarından biri olan kıdem tazminatını, tamamen güvencesiz çalışma düzeni için tasfiye etmek üzere harekete geçtiler. Tarihsel bir ironi; işçilerin sınıf bilincinin gelişmesini önleyebilir diye devreye alınan kıdem tazminatı, sınıf bilincinden uzak, hak sözcüğünü lügatinden çıkarmış sendikacıların nezaretinde tasfiyeye gidiyor. Hak-İş “kazanılmış haklara dokunulmamalı” diyerek Türk-İş ise “30 gün ve hazine güvencesi” isteyerek kıdem tazminatının fona devredilmesine onay veriyor.

Oysa kıdem tazminatının fona devredilmesi, işçilerin emeğinin yıpranma bedeli, işsizlik parası, emeklilik ikramiyesi gibi özellikleri olan, işçilerin iş güvencesine olumlu katkı yapan bir hakkı zayıflatmanın, işlevsiz hale getirmenin ilk adımıdır. Çalışma hayatının güvencesizleştirilmesi sürecinde son ve en büyük saha temizliğidir. Zorunlu Tasarruf Fonu, Konut Edindirme Fonu ve hatta İşsizlik Sigortası Fonu hak sahiplerinden daha çok, sermayenin ve siyasal iktidarın yararlandığı göz önüne alınırsa, Zorunlu Tasarruf ve Konut Edindirme Fonu’nun nasıl iç edildiğine bakılırsa, kıdem tazminatının fona devredilmesinin ne anlama geleceği daha rahat anlaşılmaktadır. Elbette anlamak isteyenler için...

7 Haziran seçimleri öncesinde CHP, asgari ücreti 1300 lira vadettiğinde, AKP ile birlikte “kaynak nerede” diye soran, AKP 1300 lira yaptığında ise alkışlayan, payanda Hak-İş’in tavrı bir kenara, Türk-İş’in kıdem tazminatı için ciddi bir handikabı var. Çünkü 2011 yılında yapılan 21. Genel Kurulda alınan ve 2015 yılında 22. Genel Kurul’da tekrarlanan karar Türk-İş yönetimine konuyu müzakere etme hakkı ve yetkisi tanımıyor. Karar son derece açık; “Kıdem Tazminatı, Türkiye işçi sınıfının ve Türk-İş’in kırmızı çizgisidir.Türk-İş Genel Kurulu; bugün çalışanlar ve gelecekte çalışacak olanlar için, kıdem tazminatının mevcut haliyle korunmasından yanadır. Kıdem tazminatının fona devredilmesi, süresinin azaltılması gibi bu hakkın tasfiyesine ya da zayıflatılmasına yönelik her türlü girişim karşında Türk-İş’in cevabı genel grev olacaktır.”

Türk-İş Genel Kurul Kararı, kıdem tazminatının bugün ve gelecekte çalışacak olanlar için mevcut haliyle korunmasından başka hiç bir seçeneğe açık kapı bırakmazken, Türk-İş yönetiminin Cumhurbaşkanı’nı ziyaret ederek, hazine güvencesi ve 30 günün korunmasını istemesi açık bir biçimde kıdem tazminatının fona devredilmesini kabul ettiğinin işaretidir. Türk-İş yönetimi bu tavrıyla Genel Kurul iradesini yok saymakla kalmıyor, çalışma hayatının tamamen güvencesizleştirilmesi sürecine yol vereceğini de ilan etmiş oluyor. Bu durumda iş başa düşüyor, işçilerin tabandan örgütlenerek, sendika-konfederasyon ayrımı yapmadan “kıdem tazminatını savunma komitelerinde” birleşmesinden ve mücadeleye girişmesinden başka seçenek yok. Böyle bir adım, pabucun pahalı olduğunu iktidara göstereceği gibi, sendikaları da işçinin yanında, işçinin hakları için harekete geçmeye zorlayacaktır.