Yenildiğimiz maçlar sonrasında ‘deniz üstü’ sohbetlerinde motordaki çoğu kişi teknik direktör oluverir. Taktik-teknik her türlü yorumu

Yenildiğimiz maçlar sonrasında ‘deniz üstü’ sohbetlerinde motordaki çoğu kişi teknik direktör oluverir. Taktik-teknik her türlü yorumu yapabilen arkadaşlarımız, ‘Beşiktaşlılık değerleri’ adına motorun üst katını, –yağmur olsa bile– yanlarındaki yandaşlarla miting alanına çevirirler. Bu durumun bir başka sürümü de, pazartesi günleri dükkân önüne atılan iskemlelere çöreklenen esnafın verdiği bir nevi talkınlardır. Tüm bunların ve dahasının bileşkesinde, herkesin tuttuğu bir takım ve haliyle bir ‘payda’ vardır ortada. Peki bu paydanın ‘pay’ kısmındakiler kimlerdir?
Hangimiz daha Beşiktaşlıyız?
Bazı maçlarda, sıcak evindeki Lig TV karşısında, çayını yudumlarken beni arayıp “hiç sesiniz gelmiyor, biraz daha bağırsanıza oğlum” diyen babam mı; yoksa Süzer Plaza önünden Dolmabahçe’ye akan deremsi suya –mecburen– bastığımız anda ıslanan ayaklarımız gırç gırç ederken, avuçlarımız ayazdan buz tutmuşken, yağmur yüzümüze iğne gibi batarken, stat dışında 5 Türk Lirası’na satılan ama 5 para etmez yağmurluklar oraya buraya uçuşurken, üstelik takım gerideyken de “kar değil, yağmur değil, fırtınalar kopsa da / sevmişiz bi’ kere” diye bağırmaya çalışan Eski Açık’taki harbiden bir avuç taraftar mı daha Beşiktaşlı?
Aynı hava koşullarında biz deliler gibi ıslanırken, Numaralı Tribün’ün belki de kıçtan ısıtmalı koltuklarında maç izleyenlerin, benden daha Beşiktaşlı oldukları, cüzdanlarının kalınlığıyla ölçülüyor elbette! “Ne kaa para, o kaa Beşiktaşlılık”!
Ben ve dolayısıyla İnönü’nün en derme çatma, orijinalliği bozulmamış, arkadan rüzgârı yedikçe yiyen, spikerlerin her maç “deniz tarafındaki kale” diye cümleye başladığı Eski Açık’takiler, bunca cefaya rağmen, yine de “sevinmek için sevmedik” diyebiliyorken, ne bir maça gelen, maça gelse de güneşli havaya seçen, o da yetmezmiş gibi takıma destek namına sadece ‘çıtçıt’ çekirdek çıtlayan esnaf mı daha Beşiktaşlı?
Tren tepelerinde, aç be aç, gece karanlığının en zifirinde, belki anasının kuzusu, belki karısının yeni kocası, belki de kimbilir işsiz bir adamın, siyaha ve aynı zamanda beyaza koşusu mudur mübarek olan; yoksa bir uçağa atlayıp, maçın başlamasına bi’ sakal tıraşı olacak kadar kısa süre kala stada giren, tokalaşmaktan yorulan bir çift ele ve genişçe bir reklam bütçesine sahip olmayı arzulayan yüreğe sahip –yöneticilikten yoksun– bir yönetici mi harbi Beşiktaşlıdır? Kim?
Herkes Beşiktaşlı, herkes sefakâr!
Böyle ki herkes Beşiktaşlıdır şampiyonluk günlerinde. Yenilince çalan telefonlara cevaben “takım yenildi” denirken, olur ya yendiyse Beşiktaş, bizci bir tavırla “nasıl da çaktık 2 tane” deniverir. Yenilgi takımındır, galibiyet o taraftarın!
Altyapıdan onca çamurlu kramponların ağırlığına rağmen As Takıma çıkan futbolcular bir yana, milyonlarca dolar paraya transfer edilen yabancılar bir yana’… Rıza gibi, Ertuğrul gibi ‘adam’lar bir yana, tazminat için kılı kırk yaranlar bir yana!.. İbrahim Altınsay gibiler bir yana, Kenan Öner gibiler bi’ yana! Skorboard ‘seyircileri’ bir yana, her koşulda siyah beyaz çeken ‘taraftarlar’ bir yana!..