“Tek adam rejiminin” ilk bütçesi TBMM’ye sunuldu. Bütçeler her manada siyasi metinlerdir. İktidarların, kaynağın kimlerden toplanacağı ve nereye harcanacağına dair tercihlerini ortaya koyarlar. Bugün Türkiye’nin içinde bulunduğu gibi ekonomik kriz durumlarında bütçenin önemi daha da artar. Ekonomik krizin faturasının kime çıkacağının, krizin etkileri karşısında kimlerin korunacağının işaretleri bütçede verilir.

Egemenliğin halkta olduğu gerçek demokrasilerde bu egemenliğin kullanıldığı en önemli araçlardan biri de bütçe hakkıdır. Bireyin devlete ödediği vergilerin nereye harcanacağına, seçtiği temsilciler eliyle karar vermesi ve bütçenin nereye harcandığına dair hesap sorabilmesinin adıdır bütçe hakkı… Bugün Sayıştay raporlarında yolsuzluklar bangır bangır ifade edilmesine rağmen hukuki hiçbir adımın atılmıyor olması bütçe hakkının siyasi olarak artık gasp edilmiş olduğunun ve yok edildiğinin de en somut göstergelerinden biri. 2019 bütçesi halkın bütçe hakkının gasp edildiği, tek adam rejiminin bütçesi...

Bütçe mücadelesi bir demokrasi mücadelesidir.

Türkiye bugün bir ekonomik krizin ortasındayken, bugün, bütçe mücadelesini demokrasi mücadelesin bir temel zemini haline getirme ihtiyacı dünden de daha büyük. Enflasyon 2003’ten beri en yüksek düzeyine, yüzde 25,2’ye, işsizlik resmen yüzde 10,8, gerçekte yüzde 16’ya, faizler yüzde 30’ların üzerine, üreticilerin maliyet enflasyonu yüzde 45’lere çıkmışken… Ekonomideki yavaşlamayla eş zamanlı olarak yüksek ve artan enflasyonla karşı karşıyayken… Kitap tanımıyla stagflasyon fırtınasının göbeğine doğru yol alırken…

Gelinen aşamada bütçe ve para politikası, bu kasırganın önce kimlere ve hangi şiddette çarpacağını belirleyecek araçlar olarak ön plana çıkıyor.

Stagflasyona doğru hızla gitmemiz, aslında Türkiye ekonomisinin bugün salt talep yavaşlaması kaynaklı bir durgunlukla değil, aynı zamanda hatta daha ağır basan bir arz şoku ile de karşı karşıya olduğunun da göstergesi.

Bu şartlar altında kasırgayı hafifletecek bir bütçenin iki temel hedefi olmalıydı. İlki, kuşkusuz halkı krizin yıkımından kurtarmak, krize sebep olanların faturayı yüklenmesini sağlamak, krizi çıkartan düzen tarafından yok sayılmış olan halkın yüzde 99’unun ekonomik haklarının korunması… Halkçı bir bütçe, kriz ortamında enflasyon ve durgunluktan büyük zarar gören ve görecek olan halk kitlelerinin gelirlerini enflasyon karşısında korumayı, işlerini kaybettikleri koşullarda sosyal devleti var etmeyi, işsizliği engelleyici adımları atmayı hedefler. Bu talebi de canlandırıcı bir adım olur.

İkincisi, krizden bir an önce ve en az zararla çıkmak için arz şokunu doğuran, üretimi olumsuz etkileyen unsurları ve sorunları çözmek… Bugün yaşadığımız arz şokunun temelinde bugüne kadar AKP iktidarının Kamu İhale Kanunu’nu delik deşik ederek, kaynakları Varlık Fonu’na aktararak, verimsiz yatırımlara yüksek Hazine garantileri vererek, taşı toprağı betona gömerek kurduğu rantçı düzen var. Ekonomimizin üretim ve insan kaynağı potansiyelini arttıracak yatırımların yapılmamış olmasının ortaya çıkarttığı üretim kapasitesindeki erozyon var. Eğitim, sağlık, altyapı yatırımlarının yerine rantçı ve partizan bir anlayışla kaynakların har vurup harman savrulmuş olması var.

Açık ki tam da bu düzenin değişmesi, Türkiye’nin krizden çıkışı için bir zorunluluk.

Şimdi o zaman TBMM’de ama hep sokakta ve günlük hayatımızın içerisinde yüksek sesle şu soruyu sormalıyız: bu bütçe kimin bütçesi, Saray’ın mı halkın mı?