Kırık bir yaşam hikâyesi: Kavur
Yönetmen Ömer Kavur’un hayatını anlatan Kavur belgeselinin yönetmeni Fırat Özeler, “İç dünyası çok derinlikli bir insan. Katman katman açılıyor kişiliği” dedi.
Işıl ÇALIŞKAN
“Sadece sinema yapmak istiyorum, içimden geldiği gibi… Yapabildiğim tek şey sinema ve ben bundan çok mutluyum…” Bu sözler iniş çıkışlarla geçen bir yönetmenin 60 yıllık bir yaşam hikâyesinin özeti. Anayurt Oteli, Kırık Bir Aşk Hikâyesi, Gizli Yüz gibi filmlere imza atan Ömer Kavur’dan bahsediyoruz. Genç kuşak yönetmenlerinden Fırat Özeler, bu kült filmleri ortaya çıkaran Kavur’un yaşamından ilginç kesitler sunuyor “Kavur” belgeselinde.
Özeler, çocukluğundan ölümüne kadar geçen sürede yönetmenin yaşadıklarını titizlikle işlemiş. Uluslararası Ayvalık Film Festivali’nin ardından Adana Altın Koza Film Festivali’nde gösterilen belgesel seyircinin beğenisiyle karşılandı. Özeler ile Ayvalık’ta belgeselini konuştuk.
Bir yönetmenin gözünden başka bir yönetmeni beyazperdeye yansıtmak nasıl bir deneyimdi?
Bunun hem avantaj hem de dezavantajları var aslında. Bir yönetmen olarak yaşadığı zorluklara ilişkin empati yapabiliyorum mesela. Bugünle kıyaslayıp değişen ve değişmeyen faktörleri filme yedirebiliyorum. Bunlar başka bir yönetmen için bir yönetmenle ilgili bir biyografi yapmanın artı yanları. Eksi yanları ise Ömer Kavur gibi bir ismi filmleştirmekle ilgili her zaman bir soru işareti kalıyor kafanızda. “Acaba neyi eksi yaptım?” düşüncesi oluyor. En alışıldık tabirle “Acaba hatırasına bir saygısızlık ettim mi?" kaygısı taşıdığım zamanlar çok oluyor. Özellikle arşiv çalışması yaparken neleri kullanacağız neleri kullanmayacağız gibi bilhassa etik tercihler beni çok zorladı.
Bir yönetmen olarak geçmişle bugün arasında yaptığınız kıyaslamalarda nasıl çıkarımlarınız oldu peki?
Bugünden bağımsız olarak da Türkiye’de yönetmen olmak çok zor bir şey. Geriye dönüp baktığımda Ömer Kavur özelinde de daha geriye gittiğimizde de herkes aynı sıkıntıları yaşayıp duruyor ve hiçbir şey değişmiyor. Bu çok garip bir his. Filmi yaparken hep burukluk hissettim. “Neden hiçbir şey değişmemiş?” sorusunu soruyorsun.
Bugüne gelirse ekonomik zorluklar çok ciddi zorluyor bizi. Eskiden de zormuş ama bugün sinemaya dair her şey hem pahalı, hem ticari. Hem de o ticari çembere film sokmaya çalışmak çok zor. Teknik zorluklar, pahalılık, sektördeki kapalılık, bir filmi var etmek zor gerçekten.
Politik baskılar, sansürler var evet ama zaten bunları aşıp anlatabilmek için sinema yapıyoruz.
Ömer Kavur filmlerini izledikten sonra kafanızdaki düşünce ile bu belgeseli oluşturduktan sonra kafanızdaki Ömer Kavur arasında nasıl farklar oldu?
Filmlerini izleyip röportajlarını okuduktan sonra Kavur için çok kusursuz bir insan imajı çizmiştim kafamda. Garip bir şekilde hâlâ yıkılmadı bu düşünce ama onun zaaflarını, kendinde eksik bulduğu şeyleri keyfetmek çok heyecan vericiydi. Filmleri hayatımı değiştirmiş bir yönetmenin ağzından “Ben kendi filmlerimden nefret ediyorum” cümlesini duymak çok garip. O zaman buradan başka bir şey çıkarmalıyım düşüncesi oluşuyor. Düşünceler katman katman artıyor.
Kendi filmlerini izlemeyi reddediyor ve gerekçe olarak, “Bu kadar karamsar filmleri izlemek ister miydim bilmiyorum” diyor mesela belgeselde. Bu içinde bulunduğu psikolojinin bir yansıması olarak değerlendirilebilir mi?
O biraz son dönemdeki hastalığının ve ekonomik darboğazın da etkisiyle kurulmuş bir cümle. Ben başkasının çektiği bir filme bile kolay kolay nefret ediyorum diyemem. Bunu kendi filmleriyle için söyleyebiliyor olması bir öz farkındalık. Belgeselde kullanmadığımız birkaç cümlesi daha var. Bir yerde filmimin gösterimini gördüğümde, sinirlerim bozuluyor, dayanamıyorum görmeye” diyordu. Garip bir küsünlük, kendine dair sürekli bir kavga hali.
Sizi şaşırtan bir şey oldu mu?
Çok zengin, aristokrat burjuva bir aileden geliyor. Buna rağmen halkın içine nasıl bu kadar girip bu filmleri yapabildiği hayranlıkla birlikte büyük bir şaşkınlık yaratıyor bende. O küçük kasabaları nasıl bu kadar gözlemleyebildiği, o insanları nasıl bu kadar iyi anlayabildiği…
Belgeselde Ömer Kavur’u Cem Yılmaz seslendiriyor. Buna nasıl karar verdiniz? Ömer Kavur sineması ile Cem Yılmaz sineması arasında nasıl bir bağ kurdunuz?
Burada birden fazla dinamik var. Birincisi “Kavur”, kurmaca ile belgesel arasında bir yerde hibrit bir formda. Yapı ile oynamaya, bir şeyleri ters düz etmeye çalışan bir çaba içinde. Bunu seslendirmeye de yaydık. Ömer Kavur belgeseli dendiğinde izleyicinin aklına yaşlı bir erkek sesi geliyor, bu algıyı değiştirmek istedik. Cem abinin Ömer Kavur’u anlayabileceğinden ve bir ortaklık kurabileceğinden emindim çünkü inanılmaz bir Yeşilçam sevgisi var. O yaşanılan zorluklara, film yapma tutusuna o kadar hakim ki bir ortaklık yakalayabiliriz diye düşündüm. Öyle de oldu.
Cem Yılmaz’ı ikna etmek zor oldu mu?
Yoo olmadı, bir mail attık o da çok büyük bir istekle döndü. Metni okudu hemen kabul etti.
Ömer Kavur’un hayatını beyazperdeye yansıtmak neden önemli sizce?
İç dünyası çok derinlikli bir insan. Katman katman açılıyor kişiliği. Bu herhangi bir isim de olsa anlatılmaya değer bir karakter benim gözümde. Çünkü inanılmaz farklı dinamikleri var. 10 yılda bir radikal kararlar alıyor, buhranlar yaşıyor. Ve hepsinin haklı sebepleri var, çünkü kendisi üzerine düşünüyor ve kendisiyle kavga ediyor sürekli. Bu bence anlatılmaya değer bir insan hikâyesi.
Ömer Kavur özelinde de kendi deyimiyle ‘yapmaya çalışıp yapamadığı şeyi’, o verdiği mücadeleyi çok kıymetli buluyorum. Beni harekete geçiren şey daha fazlasını hak ediyordu bu adam. Daha fazla tanınmayı, filmlerinin daha fazla izlenmesini de…
Sizin Favori Ömer Kavur filmleriniz hangileri ve neden?
Birincisi çok büyük bir Gizli Yüzü hayranıyım. Hayal gibi bir film benim için. Onun dışında Amansız Yol’a bayılıyorum. Zamanının çok ötesinde bir film. Şu an yapmaya kalksak bütçe bulamayız ve inanılmaz kısıtı imkanlarla 18 gün gibi çok kısa sürede çekmişlerdi o filmi. Bir de aşırı kişisel bir film olduğu için Gece Yolculuğu’nu çok seviyorum. Çok dürüst bir film. Bir insanın endine karşı bu kadar dürüst olabilmesi bile mucizevi bir şey.
Belgelere nasıl ulaştınız?
Belgelere ulaşmak bir yere kadar çok zorladı. Çünkü varlığından haberdar olmadığım belgelerdi bunlar. Mektuplarına, el yazmalarına ulaşmaya çalıştık. Başlarda çok umutsuzluğa düştüğüm zamanlar da oldu. Daha sonra tesadüfen Rukiye Hanım ile karşılaştık. İkinci dereceden halasıydı. Oradan sonra çok rahatladı. Biraz dedektiflik hikâyesi gibi, heyecanı da o aslında biyografi yapmanın.