Erdoğan, biraz daha şehit verilsin istiyor gibi. Silvan kırılma noktasıymış. Ne kadar şehit, o kadar MHP’den oy tırtıklama...

Erdoğan, biraz daha şehit verilsin istiyor gibi. Silvan kırılma noktasıymış. Ne kadar şehit, o kadar MHP’den oy tırtıklama; “MHP, şehit cenazelerinden besleniyor” diyen de, MHP tabanına göz diken de kendileri olduğuna göre…

Silvan’ı, bayağı iyi kullandılar: BDP’lileri marjinalleştirme,  TSK’yı itibarsızlaştırma ve kendi Gestepo’sunu kurmaya meşrûluk üretme, Batı’ya göç etmiş Kürtleri rehine konumuna indirgeme.

Bir olay birilerinin işine bu kadar yarıyorsa,  mutlaka bir bit yeniği de vardır bu işin altında .

“Olmaz” demeyin: Alevî katliamlarının yaşandığı bir ülkede, Alevî yargıçları hedef gösteren, sözlerini açıkça  tahrif ederek ‘yaradana dil uzatmak’la suçladığı Kılıçdaroğlu’nun şahsında Alevîliği yuhalatıp iç savaş kışkırtıcılığı yapmaktan kaçınmayan, cinayetlerin en vahşicesinden hüküm giymiş dinci katilleri serbest bırakıp, milyonlarca vatandaşını hem terorist hem de din düşmanı ilân etmekten kaçınmayan birisiyle karşı karşıyayız.

Evet, Silvan saldırısı iyice araştırılmalı; nasıl bir tezgah çerçevesinde gerçekleşmiş olabileceği  temelinde ve de bu, Reşadiye saldırısında Ergenekon parmağı aramak veya Silivri-Kandil bağlantısından bahsetmekten yüz bin kere daha meşrû bir şüphe; zira, Silivri hapiste, Erdoğan ise iktidar; yani, bütün manivelalar elinin altında.

İktidarın cazgırları, “TSK terörle mücadelede başarısız, devreye polisimizi sokalım” yırtınması içinde; yani, “bunlar yeterince adam öldüremediler, biz daha fazlasını daha iyi öldürürüz” çığlıkları atıyorlar, sivil/sivillikçi liberaller olarak.
 
Bunlarda sadece ar damarı değil, kafa da çatlamış, beyin ise yarılmış vaziyette. Çok değil, daha birkaç yıl önce en üstlerden bir general itiraf etmemiş miydi hayret, biraz da dehşet içinde “ yahu, bunların en az kırk binini öldürdük; ama yine de bir türlü bitmek bilmiyorlar” diye: Girdiğin/tuttuğun yol yanlış/bozuk; ama, sen hâlâ arabaya kabahat buluyorsun, menzile ulaşamadı diye.

AKP, Kürt meselesini terör olayına indirgeyip hepimizi esir almak istiyor: Dışarıda kendisine Afganistan, Irak bulamayan neo-liberalizm, kendi ülkesini Iraklaştırmaya yönelir.

Erdoğan, sürekli bir savaş ortamı yaratmanın peşinde: İnsanları Meclis’e sokmamak için her numaraya baş vuruyor ve siyaseti silahsızlandırmak yerine kendisi silahlanmaya soyunmuş vaziyette, rejimin ‘yeni’ teminatı polisin şahsında.

‘Kürt açılımı’ diyerek, bir yandan insanları kendi etnik kimliklerine hapsederken, kendi aralarında da temsiliyet temelinde çatışır/çarpışır/savaşır/bölünür kılmaya çalışıyor; daha da vahimi, en kanlı dönemlerinde bile sınırları esas olarak PKK-rejim ekseni dışına taşmamış bir çatışmanın etnik bir ayrışma ve düşmanlığa dönüşmesinin yollarını asfaltlıyor. Sivil siyasetin önünü kapatıyor; şu ya da bu şekilde önlerindeki engelleri aşanları da zindana atıyor, orada tutuyor; hem de en hukuk dışı yollardan; buna karşılık silahlanmışları/silaha hükmedebilen, şiddete başvurma gücüne sahip olanları muhatap alırmış numarası yaparak insanları silahlanmaya, şiddete başvurmaya teşvik ediyor.

Bütün bu numaraları çevirirken de en büyük kötülüğü yapıp, yargıyı tümüyle araçsallaştırıyor: Habur’a çadır mahkemeleri kurup “pişman falan değilim, önderin talimatı üzerine geldim” diyeni serbest bıraktırtıyor, ‘etkin pişmanlık’ içindeymiş diye; kendisine ‘bende’ olacakları beklentisi içinde. Ama olay, ‘kulağı kesik bitirim’ aklıyla halledilemeyecek kadar karmaşıktır; daha doğrusu, karşılarındaki, büyük şehir deneyimsizliğinden bilistifade kandırıp kazıkladıkları, sonra da arkasından ‘kıro’ diye dalga geçtikleri delikanlıdan epey farklı bir delikanlıdır ve işte tam bu noktada başka bir hukuksuzluk furyası başlatılıyor: KCK operasyonları/davaları. Burada söz konusu olan, üç ayaklı (istihbarat-polis-yargı) bir düzenek marifetiyle, AKP dışında siyaset yapmanın fiilen yasaklanıp cezalandırılması.

Amaç, halkın siyasal bir özne olarak ortaya çıkmasını engellemek olunca, güya kürtsever ayaklarda birileri daha vardır ki, onlar da tuttururlar ‘masasız barış, Öcalansız da masa olmaz’, yani, devlet Öcalan’ı muhatap almalıdır diye: AKP yardakçılığıyla, neo-liberalizm maşalığının en üst düzeyde mecz olduğu nokta.

Korsan kapitalizminin siyasal iktidarı olarak, her şeyi kaçak-kaçamak, hep yarı karanlıkta, kapalı kapılar ardında şantajlı, rüşvetli gizli pazarlık ve mutabakatlarla halkın üstünden/sırtından hâlletmek AKP’nin zaten fıtratı icabıdır: Hükümet programına bile ‘piyasa toplumu’nu hedef olarak koymaktan çekinmemiştir. Sadece ‘neo’suyla değil, en ‘arke’siyle de, liberal için adalet bile ancak pazarlık üzerinden dağıtılacak bir metadır; hiçbir zaman açıkça söylenmese de, ister istemez herkesin pazarlık gücüne göre.

İşte bu yüzden de, ‘teroristbaşı, otuz bin kişinin katili’ Öcalan’ın muhatap  alınmasına bile taraftar, en azından razıdırlar; ama, Demokratik Özerklik lâfını duydukları anda, tüyleri diken diken, böğürmeye başlarlar “bu, stalinist bir proje” diye; sanki fikir de tabir de bizzat Öcalan’ın değilmiş gibi.

Mesele, Demokratik Toplum Kongresi’nin şahsında sivil siyasetin önünü kesmek, bunun için de onun bağrında biçimlenecek her türlü öneriyi/projeyi peşinen ‘anti-demokratik, çağdışı, otoriter, totaliter, diktatoryal’ ilân etmektir. Bütün bu kötü özellikleri özetlemek üzere kullandıkları ‘stalinist’ tabiri ise, kendi çığırtılarıyla Erdoğan’ın yeni stratejisi arasındaki rabıta ve uyumu sağlayacak  anahtar unsurdur.

Bu yeni stratejide BDP, PKK vb… artık bölücülükten çok solculuk, komünistlik ve din düşmanlığı üzerinden vurulacaktır; ki, bu şekilde bir yandan Gülenci/Hizbullahçı unsurların ‘terörle mücadele’ye aktif katılımları (tabiî, yerine göre silahlı ve devlet korumalı mütedeyyin STK’lar olarak) sağlanırken, diğer yandan da her türlü halk muhalefetinin solculuk/komünistlik/zındıklık üzerinden Ergenekon’la bağıntılıymış gibi gösterilip kriminalize edilmesi (eşkiyalaştırılması) mümkün olacaktır: Malûm gazetedeki malûm elemanın, tutuklu bir generalin nasıl hem Ergenekoncu hem de yasadışı sol örgüt mensubu olduğunu çakma belgelerle manşete taşıma işine, tam da bugünlerde girişmiş olması hiç de tesadüf değildir.