Kış aylarını her zaman sevdi Ozan. Soğuk, çok soğuk, kelimelerin havada izler bıraktığı havaları.

Kış aylarını her zaman sevdi Ozan. Soğuk, çok soğuk, kelimelerin havada izler bıraktığı havaları. O kadar severdi ki bu görüntüyü bazı zamanlar sırf bunun için bile cümleler kurduğu olurdu. Eğer yalnızsa bir şarkı mırıldanırdı soğuğa karşı. Beyoğlu bile bir başka olurdu kış aylarında. Sıcacık kafelere kaçışan insanlar, o kafelerde birbirine karışan sesler, yüzler, kahkahalar... Eldivenler, bereler, iki kat giyilen çoraplar... Kafelerden içeriye girildiğinde sıcak bir yer bulmanın mutluluğu, bir anda çıkarılmaya cesaret edilemeyen montlar, hırkalar, eldivenler ve bereler... Yavaş yavaş çıkarlar. Kahveden alınan ilk yudum mutluluk iksiri gibidir. Soğuk havalarda arkadaşlıklar daha derin, aşklar daha tutkuludur Ozan’a göre. Sevgiliyle battaniye altında, kahve kokusuyla izlenen filmler en güzelleridir. Kazaklar bira göbeğini gizler. Ta ki haziran güneşine kadar... İkinci el bir dükkandan aldığı kazağı 68 kuşağından kalma bir hava katar ona. O sadece yirmi üç olsa da. Aslında hiçbir siyasi partiye bağlı değildir. Politikaya inanmaz. Politikacılara hiç inanmaz. Ama politikayı yakından takip eder. İkna gücü kuvvetlidir. İkna edemediği söz geçiremediği tek kişi vardır; kendisi.

Ozan kısa boylu olmasını dert etmeyi ergenlik sonrası dönemde bırakmıştı. Kendini çirkin bulurdu. Çok da yakışıklı sayılmazdı ama etkileyici bir havası vardı. İri kara gözleri uzun cümleler kurardı sanki ama Ozan’ın virgüllü, noktalı virgüllü, satırlar süren cümleleri olmazdı. Karamsardı ama insanın karamsarlığını dağıtmayı çok iyi bilirdi. Şöyle karnını oynatacak, güzel dişlerini gösterecek şekilde güldüğü çok nadirdi ama güldürmeyi iyi bilirdi. Ve saçları... Darmadağın hafif uzun saçları bütün kişiliğini ortaya koyardı. Karmakarışıktı her zaman saçları Ozan’ın. Tüm telleri ayrı bir yere savrulurdu sanki. Öyle ki  beş saat yağmur altında da kalsa yine de o kabarıklığından o dağınıklığından bir şey kaybetmeyecek gibilerdi. Onun gibi inatçı ve karışıklık içinde... Kazıtmazdı, kestirmeye bile cesaret edemezdi. Severdi belki de onlardan nefret etmeyi. Yine ergenlik sonrası döneme rastlar onlarla boğuşmayı bırakması. Ve yine o döneme denk gelir inançlarının yerini inançsızlığına bırakması. Şarkılar yazardı. Şiir denilmesinden hoşlanmazdı. “Şarkı sözleri yazarı“ denilmesinden de. Bir sıfat eklensin istemezdi yaptığı şeylere. Tiyatro eleştirmenliği ve dramatoloji mezunu bir işsizdi. “İşsiz” yakıştırmasından nefret ederdi. Çok işi vardı halbuki. Sadece her ay hesabına yatan bir para yoktu. Zaten bir banka hesabı da yoktu. Annesi hukuk okusun istemişti. Babası “elin ekmek tutsun ona gore bir bölüm seç, adam ol” demişti. Bütün bu kariyer siparişleri bir yana herkes içten içe bilirdi ki Ozan kendi inandığı şeyi yapacaktı. Halbuki o hergün inandığı şeylerden yavaş yavaş vazgeçiyordu. Çok derdini anlatan biri değildi ama bir akşam içini kemiren şeyleri bir bir anlatmıştı kendisinden yaşça büyük olan sevgilisine. Sevgilisi “yirmili yaşlar bunalımı bunlar, birkaç sene sonra hatırlamazsın bile” demişti sadece. Ergenlik depresyonundan sonra bir de yirmili yaşlar bunalımı eklenmişti bir hayatın mide ağrıtan dönemler listesine. Sanırım sonrası otuzlu yaşlar kriziydi. Peki ne zaman rahat bir nefes alacaktık?
Kış mevsimindeki gibi kat kat örtülü herşey. Montumuzun altından hırka, hırkamızın altından kazak çıkması gibi. Her şeyin altında başka birşey... Yavaşça atıyoruz üzerimizden bizi bir zamanlar sıcak tutan ama sonrasında omzumuza ağırlık yapan şeyleri... Biraz da bu yüzden belki de Ozan kış aylarını sevdi en çok. Battaniye tenine batsa da, onu kaşındırsa da yine de onu ısıttı.