Cumhuriyet’e, aydınlanmaya, çağdaş yaşama açılan savaş; içinde binlerce suç unsuru bulunduran, bir süreci, bundan da ziyade acı bir biçimde küçücük çocuklarımızı çağ dışı zihniyetlerin, hastalıklı zihinlerin istismar aracı haline dönüştürmüş durumda

“Kıyamet çoktan koptu, haberiniz yok!  Siz hâlâ güneşin, her sabah doğuşuna güvenin.”*

ZEYNEP ALTIOK AKATLI - CHP İzmir Milletvekili

28-29 Mart 2012 tarihinde KESK’e bağlı Eğitim-Sen üyesi binlerce eğitim emekçisi görüşülmekte olan 4+4+4 kanun tasarısını protesto etmek için Türkiye’nin dört yanından Ankara’ya yürürken bugünlere fener tutmuşlardı. Bugün çocuklara yönelik cinsel istismar iddialarının merkezinde olan Ensar Vakfı, kanunun tartışıldığı komisyonda hükümete açık destek vermişti. Eğitimi bir ideolojik araç olarak çok önceden keşfetmiş olan siyasal islam, bu kanun sayesinde ilk kez devlete bütünüyle sirayet ederek toplumu dönüştürme yolunu açtı. Esas olan işleyişe egemen olabilmekti. İktidar gelip geçici olsa da devlete bağlı kurumlar İslam ideolojisi inşaası için kalıcı ve kullanışlı bir fırsat alanıydı. Bunun için siyasal İslam’ın ideolojik formasyonundan geçmiş yetişmiş kadrolar için yol açıldı. Bugünün Cumhurbaşkanı o günün Başbakan’ı Erdoğan tarafından yüksek sesle dillendirilen “kindar ve dindar nesil” söylemi boşuna değildi. Bu ülkenin ilelebet siyasal İslam’la yoğrulmuş kadrolar tarafından yönetilmesi için atılacak adımlar adına son derece başarılı olmuş bir örnek karşılarında duruyordu; Gülen Cemaati. Okulları, dershaneleri, yurtları, bağlı kuruluşları ile bu zamana kadar binlerce kadro yetiştirmiş, bu kadrolarla organik bağını hiç koparmamış, bu kadroları devletin en stratejik noktalarına yerleştirmeyi başarmışlardı. Diğer taraftan ise kamu olanaklarının da yadsınamaz katkısıyla dev bir ekonomi oluşturmuş, kendi başına bir mekanizmaya dönüşmüştü. İşte bu mekanizmayı devletin resmi eğitim mekanizması haline getirmek gerekiyordu. %49.5’luk seçmen desteğiyle muhteşem bir fırsat yakalanmıştı, fırsatı değerlendirdiler.

Bugün hâlâ toplumun belleğinden silmeyi başaramadıkları Cumhuriyet ve Mustafa Kemal Atatürk devrimleriyle önü açılan aydınlanmanın devamlılığını sağlayan en önemli mecra eğitimdi ve buraya müdahale etmek şarttı. Öncelikle 4+4+4 yasası ile eğitim müfredatını tek din, tek mezhep ekseninde yeniden biçimlendirdiler. Bugün o müfredat bile iktidarı ve onun uzantısı sivil toplum kuruluşlarını tatmin etmiyor. Okula başlama yaşını 5 yaşına kadar indirdiler, ülkenin her tarafını imam hatip ortaokullarıyla donattılar, öyle ki; öğrencilerin imam hatip ortaokullarını tercih etmeleri için kampanyalar bile düzenledirler. İmam hatiplere kayıt yaptırmayan öğrencileri seçmeli din dersleriyle abluka altına aldılar. Mart 2014’te 7000 okul müdürünü görevden aldılar ve hepsinin yerine kendi kadroları atandı. Eğitim sistemini dört taraftan kuşattılar ve siyasal islam perspektifinde ciddi yapısal değişiklikler yapıldı.

4+4+4 yasası ile beraber özellikle taşrada öğrencileri bekleyen ciddi bir barınma sorunu ortaya çıktı. Bu süreçte 17 bin okul kapatıldı ve taşımalı eğitime geçildi. İktidar öğrencileri çeşitli cemaatlerin ve tarikatların yurtlarına, yasa dışı evlerine yönlendirebilmek için bilinçli ve sistemli şekilde ortam yarattı. 2012 yılında 4+4+4 yasasına direnen eğitim emekçileri ve CHP bunu görmüş ve yasaya karşı direnç göstermişti. Yasa, yıllarca sessiz sedasız bir şekilde öğrencileri yurtlarına, evlerine, okullarına, dershanelerine toplayan cemaatlere, tarikatlara, vakıflara, derneklere hizmet etti. Bu kurumlar, siyasal iktidarın kendilerine açtığı yolda daha özgür, daha denetimsiz bir biçimde, üstelik kamu otoritesi desteğiyle barınma sorunu yaşayan her kademeden çocuğu bünyelerine almaya başladılar. Bir toplumsal dönüşüm aracı olarak eğitim, siyasal iktidarın biçimlendirdiği, dini eğilimli vakıflar ve derneklerin yönlendirdiği bir alana dönüştü.

Ülkenin Cumhurbaşkanı’nın Anayasa Mahkemesi kararı hakkında “Karara uymuyorum, saygı da duymuyorum” dediği yerde siyasal iktidarın Milli Eğitim Bakanları da üstüne düşen “kanun tanımazlığı” fazlasıyla yerine getirdi;

Anayasanın 42’inci maddesine göre “Kimse, eğitim ve öğrenim hakkından yoksun bırakılamaz. Eğitim ve öğretim, Atatürk ilkeleri ve inkılâpları doğrultusunda, çağdaş bilim ve eğitim esaslarına göre, Devletin gözetim ve denetimi altında yapılır. Devlet, maddî imkânlardan yoksun başarılı öğrencilerin, öğrenimlerini sürdürebilmeleri amacı ile burslar ve başka yollarla gerekli yardımları yapar. Devlet, durumları sebebiyle özel eğitime ihtiyacı olanları topluma yararlı kılacak tedbirleri alır.”

Milli Eğitim Temel Kanunu’nun 56’inci maddesine göre: “Eğitim ve öğretim hizmetinin, bu kanun hükümlerine göre Devlet adına yürütülmesinden, gözetim ve denetiminden Milli Eğitim Bakanlığı sorumludur.”

3797 sayılı Milli Eğitim Bakanlığının Teşkilat ve Görevler Hakkında Kanunu’nun 42’inci, 2698 sayılı Kanunu’nun 3’üncü maddesine göre ilköğretim ve ortaöğretim kurumlarında pansiyon ve yurt açmak Milli Eğitim Bakanlığı’nın sorumluluğundadır.

Özetle; Milli Eğitim Bakanı Anayasa ve kanunlara göre yurt ve barınma evi açarak, maddi imkânı olmayan çocuklarımızın eğitimine destek olma görevini tamamen vakıf ve cemaatlere ihale etti. İlk ve orta öğretim seviyesindeki çocuklara yönelik yasadışı olarak açılan evlere göz yumdu, bu yolla suç işleyen bir kişiye araştırma, yakalanma, tutuklanma veya hükmün infazından kurtulması için imkân sağladı, açıkça Türk Ceza Kanunu madde 283’te belirtilen “Suçluyu Kayırma” suçuna esas olacak eylemlerde bulundu. İktidarın siyasal İslam perspektifiyle “kindar ve dindar nesil” yetiştirme arzusu, küçücük çocuklarımıza yönelik bizzat kamu otoritesinin desteğiyle her türlü istismara kapı araladı.

Cumhuriyet’e, aydınlanmaya, çağdaş yaşama açılan savaş; içinde binlerce suç unsuru bulunduran, bir süreci, bundan da ziyade acı bir biçimde küçücük çocuklarımızı çağdışı zihniyetlerin, hastalıklı zihinlerin istismar aracı haline dönüştürmüş durumda. Muhafazakarların iktidarında çocuklara yönelik cinsel istismar vakalarının tavan yaptığı bu dönem kolay kolay unutulmayacak. Ensar Vakfı ve benzeri dini eğilimli vakıf ve dernekler için siper olan herkes, bu dönemin ağır sorumluluğunu tarih ve toplum nezdinde omuzlarında taşıyor. Bu noktada hem topluma, hem siyasete hem de devlete ciddi görevler düşüyor. Ya çocuklarımızı siyasal İslam’ın elinden kurtarmak için Cumhuriyet’e ve Cumhuriyet değerlerine sarılacağız, ya da çocuklarımızın hastalıklı zihinlerin elinde her türlü istismara açık bir biçimde yetişmelerine göz yumacağız. Yarınlara bu tarihsel sorumlulukla bakalım ve güneşi teslim etmeyelim.

“Yitirilince güneş
esmer bir bulutun gölgesinde
hayata kulak ver
deniyor seni
yeni bir iklimde”**

*Metin Altıok
**Ahmet Telli