“Seçilmiş Cumhurbaşkanı’nı”, “Seçilmiş Başkanlığa” oldu bittiye getirip taşıma sürecinin nihai durağı belli oldu.

Fiiliyatta demokrasi zihniyetimizde namevcut “kuvvetler ayrılığı” ve Amerikan, Fransız Başkanlık modeli ilhamlı naif soyut tartışmalar sürerken “Türk Başkanlık Sisteminin” asli çehresi görünmüştü.

Yani hızlı ve çok iş yapmak isteyen, yargı prangasından kurtulmuş “güçlü yürütme”, Türkiye tarihinin “altın fırsatı” diye pazarlanan rejim değişikliği “Hilafet Kurumuyla” taçlanacaktı.

Unesco Kültürel Diplomasi Kürsü Başkanı, garbiyatçı akademisyen Dr. Selin Şenocak, Hilafetin yeniden gündeme gelmesini ve Türkiye’nin tüm İslam Devletleri’nin başına geçmesi gerektiğini söyledi.

Bir kadın akademisyen tarafından dile getirilen “hilafet kurumu” ayrıca yeniden düşünülüp “seküler” şekilde uygulamaya konulmalıydı.

Bu ifadeler boşuna sarf edilmemişti, ama bu “seküler hilafet” modeli kamuoyuna küresel kapitalizmin çıkarları için ürettiği “Ilımlı İslam” örneği gibi aşılamaz iç gerilim ve çelişkilerle maluldü..

Ayrıca  tarihsel bağlamından kopartılmış ve içerik kaybına uğratılmış, Hilafet kurumu ve Sekülerlik gibi “kavram çiftleri” bırakın siyasi lüzum akademik zorlamayla bile yan yana zor gelirdi.

Elbette aklımıza, seçilmiş Cumhurbaşkanı’nın üç yıl önce üst perdeden “kalkıp derseniz ki ‘başkanlık sistemi’ hilafeti getirir kusura bakmayın ‘bu hakikaten cehaletin ta kendisidir” sözleri geliverdi.

Ama tabi ki o üç senenin üzerinden çok sular akmamış, seller taşmıştı.

Siyasi ekseni “muhafazakârlıktan” Siyasi İslamcılığa doğru hızla kıran, gidecek yeri kalmayan iktidar erki Ak-Saray’a uygun “Seçilmiş Başkan” kurgusuna Hilafet kurumunu yükleyip topyekûn sistem değişikliğine doğru koşma planları yapıyordu.

Kitlelerin milli tahayyüllerine seslenen tarihi şaşmış hamaset, gözleri acıtan kostüme tarih imge ve logo patlaması demek ki boşuna değildi. 

Yeni Türkiye piyasa jargonundan arak “küresel vizyon” gereği dünya düzeni içinde “ağırlıklı” yerini IŞİD Halifeliğine rakip Hilafet kurumuyla alır ve yüzyılın ruhuna göre İttihadı İslam çerçevesinde bütün Müslüman ülkelere önderlik edebilirdi.

Ve siyasi iktidarın bitmez tükenmez mağdur/mazlum Müslüman kimliği artık “Eski Türkiye” statükosuna karşı değil, Müslüman halklarını tarih boyunca sömürmüş, kapitalist Batı’ya, BM’ye karşı yeniden üretilirdi.

Küresel kapitalizme yıllardır dünyada eşsiz, benzersiz neoliberal kaynak ve finansal bağımlı, prangalı ülke olduğunuzu, kimse yüzlemezdi zaten.

Kolektif enerjisi emilmiş, çalışma hayatı parçalanmış, örgütlenme kapasitesini kaybetmiş, direnme gücü yıkılmış, güvencesiz, “kader” mahkûmu geniş lümpen kalabalıklarda bu Siyasi İslamcı Cihan Devleti’ni derinden içselleştirdi.  

Dini referansların güdümünde şekillenen yeni toplumsal hayat, evlere tıkılmış tek kimliği “ana” olan kadın varlığı, öğle namazlarını okulda cemaatle kılan Fen Liseleri, yoğun dinselleştirilmiş Milli Eğitim Seferberliği, milli güvenlik gerekçesiyle yasaklanan grevler, Meclis’te zamanını bekleyen faşizan İç Güvenlik paketi, “hukuk ve laiklik ilkelerini” fiiliyatta kaldırmış Siyasi İslamcı Cihan Devleti’nin ön hazırlıklarıydı.

Ve gerçek zamanlı dünyadan bu derece “şahsileşmiş” sistem değişikliğiyle anakronik kopuş hepimiz için kıyametin yolunu gösterirdi.