“Kız çocuklarının hayalleriyle büyüyen bir cehennem”

MELTEM YILMAZ

Gezi eylemleri sürecinde yaptığı haberlerle tanınan gazeteci Makbule Cengiz, ilk kitabı “Üzgünüm Yazmak Zorundaydım” ile okuyucuyla buluştu. Genç bir kadının medya sektöründe deneyimlediği olumsuzlukların yanı sıra, Gezi eylemlerinin gazeteciliğe yansımalarını kaleme alan Cengiz, kitabına ilişkin sorularımızı yanıtladı.

»“Üzgünüm Yazmak Zorundaydım”… kitabınızı okuduğumda, kız çocuklarının hayallerini yutarak büyüyen bir cehennemde yaşadığımızı bir kez daha hatırladım. Peki, neden yazmak zorundaydınız?
Hayallerimizi yıkan o cehennemle baş edebilmek için yazmak zorundaydım. Ancak daha önemlisi, Gezi gibi tarihi bir olaya tanıklığım yazılı halde kalsın istedim. Aslında baştan anlatayım: Ege’nin küçük bir ilçesinde dünyaya geldim ve beni edebiyata, sanata yönlendiren aydın bir aile ortamında büyüdüm. Kendimi bildim bileli hep mücadele eden, ses çıkaran, bir şeylerin daha iyi olması için çaba sarf eden bir çocuktum. Bunun ilk somut adımını, 14 yaşımda Deniz Baykal’a mektup yazarak attım sanıyorum. 6 sayfalık bir mektupla AKP’nin iktidara gelmesinin beni nasıl endişelendirdiğinden bahsetmiştim. O mektupta geleceğe dair ideallerim, hayallerim, CHP’den beklentilerim, yapmak istediklerim vardı. Ancak aradan geçen zamana rağmen, ben hala hayallerini kaybetmemek için yazmak gerektiğine inanan o küçük kızım sanırım. Bu kitabı, direnenleri ve ötekileri anlatabilmek için yazdım. Ve biliyor musunuz, ben ötekilik kavramını Gezi eylemlerine kadar bilmezdim, orada öğrendim. Orda ilk kez devletin karanlık yüzüyle karşı karşıya geldim. Sanırım bu nedenle yazmak zorundaydım…

»’Ötekilik kavramını geç öğrenmiş olmanız, gazeteciliğe başladığınızda avantaj mı, dezavantaj mı oldu?
Bir açıdan avantaj, çünkü ötekiliği öğretmeyen, ayrımcılıktan uzak bir aile ve çevreye sahibim. Farkına vardıktan sonra da “Benim de bir şeyler yapmam gerekiyor” dedim, bu açıdan kıymetli. Görmezden gelmemeyi tercih edebilirdim. Ama bir açıdan da ilk kez polis kavramının gerçekliğiyle ilk kez Gezi’de tanıştım, bu geç kalmış bir deneyimdi. Tecrübesizdim ve süreci ucuz atlattım diyebilirim. Ben devlet ve polis kavramıyla bu kadar barışık büyümüşken Gezi’de bir anda polisle karşı karşıya gelmek beni ürküttü. Ama geri adım da attırmadı.

»Kitap, bir yanıyla da Türkiye’deki medya ortamının, kurumlardan bağımsız olarak, genç kadının hayallerini nasıl yerle bir ettiğini anlatıyor. Biraz sizden dinleyelim…
Kendimi bildim bileli ya gazeteci olacağım derdim ya da avukat. Ankara İletişim ilk tercihimdi, kazandım ve gittim. Bakın, gazetecilik bir hayaldir, bir idealle yola çıkılan bir meslektir. Belli saatleri, kalıpları yoktur. Hep merak eder, hep gerçeği arar gazeteci. Bir mücadele alanıdır da aynı zamanda, ama pratikte gerçekler böyle değil. İdeallerle gerçeklerimiz örtüşmüyor. Türk medyasının en başarılı sporlarından biri, ne yazık ki yükselen birini ayağından tutup aşağı çekmek. Benim için en büyük hayal kırıklığı bu oldu. Ve ben buna da direndim, direnirken işsiz kaldım. Ama bakın hâlâ o direnişim, inatçılığım devam ediyor.

»Gezi’nin size ve gazeteciliğinize nasıl bir katkısı oldu?
Gezi benden yepyeni bir kadın, yepyeni bir gazeteci yarattı. Daha gerçekçi, daha çok empati yapan biri oldum. Dahası, Gezi bana görünenin ardındaki gerçeği aramak gerektiğini öğretti. Çünkü ekranda ya da gazetede yer alanlar muhtemelen gerçeğin çok az bir kısmı oluyor. Ve mücadeleyi öğrendim. Geriye dönüp baktığımda nasıl o kadar mücadeleci oldum bilmiyorum. Habercilik anlamında da daha duyarlı oldum diyebilirim…