Hiç kuşku yok ki bu ülkenin karartılan geleceğini aydınlatan ışık 68 devrimcilerinin başlattığı ve bugüne kadar uzanan ilerici, devrimci mücadele süreçlerinin ışığı olacaktır.

Kızıldere’nin yarattığı aidiyet duygusu

Kızıldere Katliamı’nın üstünden tam 50 yıl geçti. Neredeyse Cumhuriyet tarihinin yarısı kadar bir süre. Katliamı yaşandığı anda hatırlayanlar yavaş yavaş bu dünyadaki varlıklarını kaybediyorlar. Bir elli yıl sonra insan ömrünü uzatan bir mucize gerçekleşmeyecekse yeryüzünde Kızıldere’nin tek bir canlı tanığı kalmayacak. Ama her tarihsel olayda olduğu gibi Kızıldere’de öldürülen devrimciler anılmaya devam edilecek. Haklarında kitaplar yazılacak, filmler belgeseller çekilecek ve dünyaya yeni gelen onlarca genç onların inandıkları değerlere inanmaya devam edecek.


1965 yılından itibaren başlayan Türkiye solunun yükseliş döneminin kuşkusuz en dramatik olayı Mahir Çayan ve 9 arkadaşının Niksar’ın Kızıldere köyünde katledilmesidir. 12 Mart Muhtırası’yla birlikte gündeme gelen açık faşist dönem esas olarak bu yükselişin önünü kesmek için kurgulanmıştı. Dönemin Genelkurmay Başkanı Memduh Tağmaç’ın Muhtıra’yı gerekçelendirirken ifade ettiği “Sosyal gelişim iktisadi gelişimin önüne geçmiştir” sözü adeta bir itiraf gibidir. Darbe sonrasında burjuvazi tarafından Banka Yönetim Kurulu üyeliğine atanarak ödüllendirilen darbeci general sosyal gelişimi bastırmak için darbe yapıldığını çok net bir biçimde ortaya koymaktadır.

12 Mart darbesi onlarca insanın işkenceden geçirildiği, grevlerin yasaklandığı, demokratik hak ve özgürlüklerin baskı altına alındığı, üç devrimcinin idam edildiği, on devrimcinin Kızıldere’de katledildiği, Kaypakkaya’nın işkencede öldürüldüğü onlarca aydının işkenceden geçirildiği karanlık bir dönemdir. Yaptığı uygulamalarla 12 Mart’ın bir 12 Eylül provası olduğu söylenebilir.

Ancak Mahir Çayan başta olmak üzere 68 devrimcilerinin tarihsel önemi sadece 12 Mart dönemiyle sınırlı değildir. Cumhuriyet tarihinin burjuva devrimciliğinin simgesi Mustafa Kemal ve arkadaşlarıysa, proleter devrimciliğinin simgesi de Mahir Çayan ve arkadaşlarıdır. Birinciler bir imparatorluğun çöküşüne tanıklık ederlerken savaşlardan, cephelerden geçip yeni bir devletin kuruluşunu gerçekleştirdiler. İmparatorlukların yıkıldığı ulus devletlerin kurulma çağıydı. O tarihsel dönemin kısıtladığı koşullarda sınıfsal tercihlerini kendi içinden geldikleri sınıfa göre yaptılar.

Cumhuriyet’in kurucu kadroları o günün koşullarında kendi sınıfsal konumlarına uygun yeni bir devlet kurmuşlardı. 1970’ler Türkiye’sinde fabrika grevlerinden 15-16 Haziranlara, toprak işgallerinden öğrenci eylemlerine uzanan toplumsal uyanış ise 68 devrimcilerine kendi sınıfsal konumlarını reddettikleri, işçi sınıfına adanmış bir mücadele pratiği ve sosyalizme inançla taçlanmış teorik bir temel bıraktı.

Cumhuriyet’in yarattığı koşullar içinde şekillenen sanayi kalkınma, ekonomik büyüme yeni bir sınıfın doğuşuna yol açtı: İşçi sınıfı. Mahir Çayan ve 68 devrimcileri bu sınıfın devrimci öncüleri oldular. Enternasyonalizme inandılar, Küba’da Che’ye Castro’ya; Çin’de Mao’ya Rusya’da Lenin’e döndüler yüzlerini yani işçi sınıfı devrimlerine. Çatışmalardan, işkencelerden, ölümlerden geçtiler. Yeni bir devlet kurmak istiyorlardı, yenildiler. Başka bir tarihsel dönemin simgeleri oldular. O nedenle Kızıldere Katliamı’nı ve onun sonuçlarını bu tarihsel derinlik içinde kavramak gerekiyor.

12 Mart devrimci hareketler açısından hiçbir zaman ideolojik bir yenilgi olarak yaşanmadı. Örgütsel bir yenilgi olmasına karşın 12 Mart’ın hemen arkasından devrimci hareketlerin ve solun yükselişi çok daha büyük boyutlarda sürdü. Kuşkusuz her yenilgi dönemi bir anlamda ideolojik-teorik bulanıklığa da yataklık eder. THKP-C hareketi de yenilgi sonrasında örgütsel varlığının sona ermesiyle derin bir ideolojik bulanıklığa sürüklendi. Mahir Çayan’ın teorik görüşleri biraz da uluslararası sosyalist hareketteki bölünmenin de etkisiyle “küçük burjuva maceracılığıyla” suçlandı. Bu suçlama THKP-C hareketinin mistifiye edildiği basit bir tekrar etme tepkisiyle de karşılaştı ortaya çıkan irili ufaklı örgütler birer THKP-C karikatürü olmaktan ileri gidemedi.

Oysa THKP-C 1965-71 devrimci yükseliş döneminin bir ürünüydü. İşçi grevlerinden, köylü mitinglerinden, öğrenci eylemlerinden geçen bir örgütlenmeydi. Salt bir “şehir gerillası”na indirgenemeyecek bir toplumsal örgütlenme deneyiydi THKP-C’ye rengini veren. 12 Mart’ın karanlığı dağılır dağılmaz onlarca genç devrimcinin Mahir Çayan’ın izinden gitmesi bunun en net kanıtıdır.

Kuşkusuz 1974-80 devrimci hareketi 1965-71 hareketinden çok farklı dinamiklere sahiptir. THKP-C’den Devrimci Yol’a uzanan süreci basit bir tekrar olarak görmek mümkün değildir. Kızıldere’nin moral değerleri çok açıktır ki kendinden sonraki döneme damga vuran devrimci bir ruhun taşıyıcısıdır. Teslim olmama, güçlü karşısında ölüm pahasına boyun eğmeme, arkadaşlarını kurtarma adına ölümü göze alma konusunda sergilenen dayanışma ve ezilenlerden yana yeni bir dünya kurma inancı.
Bu moral değerler 12 Mart sonrasında devrimci mücadeleyle tanışan binlerce genci derinden etkiledi. Kendiliğinden yükselen gençlik hareketinin rol modeli 68 devrimcileriydi. Benim kuşağım bir yandan faşist saldırılar karşısında kendini savunmaya çalışırken diğer yandan da 68 devrimcilerinin en çok da Mahir Çayan’ın teorik görüşlerinden etkilendi. Kuşkusuz bu etkilenme başlangıçta bilinçli bir teorik tercih olarak şekillenmedi. Denizlerin idam edilmesinin Mahirlerin katledilmesinin yarattığı adaletsizlik duygusu, hayata karşısında farklı tercihler yapabilme imkanları olmasına karşın ezilen sınıflar için kendi hayatlarını ortaya koyabilmeleri bizim kuşağımızda büyük bir hayranlık duygusu yaratmıştı. Daha sonra kendilerini 78’liler olarak adlandıran ama temelleri 70’lerin ortalarına tekabül eden yıllarda devrimci mücadeleye atılan kadınlı erkekli genç bir kuşağın da “kutup yıldızları” başta Mahir Çayan olmak üzere 68 devrimcileriydi.
Bir yandan güncel görevlerin getirdiği sorunlara yanıt vermeye çalışan, bu temelde örgütlenen THKP-C devamcısı küme içinde ayrışmalar, ideolojik farklılaşmalar ortaya çıktı bütün lider kadrolarını kaybetmiş hareketin ikinci çemberde yer alan kadrolarının inançla tetikledikleri yeni bir süreç binlerce insanın katıldığı büyük bir devrimci dalgaya dönüştü. Kızıldere o dönemde de etkisini sürdürdü. Her 30 Mart hem bir anma hem de bir mücadele günü olarak yaşandı.
Bugün üzerinden 50 yıl geçmiş katledilen insanlardan bize kalan fedakârlık, dayanışma, inanç, mücadele gibi insanı insan yapan değerlerdir. 70’li yıllar boyunca bu değerler bir “hayalet gibi” bu ülkenin üzerinde dolaştı. Ve yine bugüne kadar nerede mücadele varsa yeniden yeniden başka biçimler altında günümüze ulaştı. Cumartesi Anneleri’nden işçi direnişlerine, öğrenci mücadelelerinden kadın dayanışmalarına, oradan Gezi Direnişi’ne damgasını vurdu. Hiç kuşku yok ki bu ülkenin karartılan geleceğini aydınlatan ışık 68 devrimcilerinin başlattığı ve bugüne kadar uzanan ilerici devrimci mücadele süreçlerinin ışığı olacaktır. Kızıldere’nin bize öğrettiği değerler bugün de bu nedenle yaşamaya devam ediyor.
(*) Kişisel bir not
Kızıldere yaşandığında ben henüz bir Lise öğrencisiydim. Mahir Çayan’ın fikirleri hakkında herhangi bir bilgim yoktu. Mahir Çayan’la Hüseyin Cevahir’in kıstırıldığı Maltepe’deki o apartmanın sokağına büyük bir heyecanla gittiğimizi polis barikatlarının uzağından evi görmeye çalıştığımızı hatırlıyorum. Daha bir iki yıl geçmeden üniversite yılları başlayacak ODTÜ’de Deniz Gezmiş’in kaldığı yurt odasında sanki “kutsal bir mekanı” ziyaret edermişçesine kaldığımızı da... Hatırlıyorum. Daha iki yıl sonra onların yolundan yürümeye çalışmam bugünden düşünüldüğünde gerçekten farklı bir duygu yaratıyor. Hiç görmediğin, sesini yüzünü tanımadığın insanların hayat karşısındaki tutumlarının, düşüncelerinin izinden gitmek; bu uğurda uzun hapisler yatmak, işkence görmek bütün hayat çizginin buna göre şekillenmesi önemli bir aidiyet duygusu yaratmaya devam ediyor.