Türkiye'de seçi

Türkiye'de seçimlerden sonra nasıl bir hükümet kompozisyonu oluşursa oluşsun özellikle küçük ve orta boy işletmeleri önemli risklerin beklediği uzmanlarca belirtiliyor. Peki, şimdilerde önemli atılımlar yapan ve dış bağlantılar kuran, elverişli kur nedeniyle yüklü bir döviz borcu da bulunan işletmeler risklerini nasıl yönetebilirler?

Bugün bu konu üzerinde duracağız. Aslında bu konu yalnız küçük işletme sahiplerini ilgilendiren bir konu değil, çalışanları ve onların dışında da geniş bir kesimin "ne olacak" sorusunu sorduğu bir konu. İşte biz bu geniş konuyu iki başlıkta ele alacağız. Birincisi Türkiye, ikincisi ise dünya bağlamı. Türkiye için kırılma noktamız (tarihimiz) seçimler sonrası ve şimdi yaşadığımız konjoktür. Dünya için kırılma noktası ise 2008 sonu. Yani ABD ve Rusya'daki seçimler ve seçimlere bağlı olası değişimlerin olacağı tarih. Tabi ki dünyadaki değişimler Türkiye'yi de belirleyecek. Yani olası risklerimizde dünya ekonomisindeki değişimler ana yol haritamız, Türkiye'deki değişimler ise tali yol haritamız. Dünya önümüzdeki yıldan itibaren çok önemli değişimlere gebe. Rusya'da ve ABD'de 2008 yılı içinde ve sonundaki seçimler birçok dinamiği harekete geçirecek ve değiştirecek. Türkiye, AB ve Ortadoğu'da da taşlar yerine oturmaya başlayacak. Ama ondan önce 2006 ve 2007'in ilk yarısında gerçekleşen büyüme trendinin sürüp süremeyeceğine bakalım. 2006'da Türkiye gibi "gelişmekte olan ülkelerin" ortalama büyümesi 7.3 olmuş. Bu önemli bir büyüme bunun 2007 ve sonrasında sürmeyeceği, çünkü küresel likidite de başta ABD kaynaklı fonlar olmak üzere büyük bir azalma olacağı uzmanlarca ifade ediliyor. Nitekim "Küresel Kalkınma Finansmanı Raporuna göre, 2006 yılında "gelişmekte olan ülkelere" özel kesim kaynaklı küresel fon girişi 647 milyar dolar. Bu rakam bu ülkelerin GSMH'nın yüzde 6'sına varıyor. Bu durumda dış açıklarını küresel fonlara bağlı olarak finanse eden Türkiye gibi ülkelerin 2008'den sonra dış açıklarına bağlı sıkıntılar yaşayacağı aşikâr. Bu çerçevede önerimiz:

Dövize bağlı açık pozisyonlarınızı 2008 sonrası kapatacak şekilde ayarlayın. 2008 ortasına kadar yüksek kur riski olmayabilir. Ama sonrasında var.

ÖNEMLİ BİR TARİH

En önemli tarihlerden biri 2008'in Kasımı, bu tarihte Amerika'da başkanlık seçimleri olacak. Bu tarihi dünyadaki makro ekonomik dengelerin değişmeye başlayacağı milat saymak abartılı bir yaklaşım değil. Amerika'da büyük olasılıkla Bush iktidarı, yerini Demokratlara bırakacak. Bu değişim ilk önce ABD'nin dış politikasını ve buna bağlı dinamikleri etkileyecek. ABD'deki olası değişimin ikinci istasyonu ise ekonomi. Yüksek faiz, karşılıksız ama güçlü dolar politikası resmen sona erecek. ABD, kamu açığını ve dış açığını azaltmak için parasının gerçek değerine dönmesini isteyecek. Bunun için de mali yapısını ve öncü sektörlerini güçlendirmek için bir başka yol açacak. ABD'de teknoloji sektörü ve mali sektörler Clinton dönemindeki parlak günlerine dönme işaretleri verirken, Çin'de ucuz işgücü ve düşük yuan devrini bitire-cek(mi?) Eğer böyle olursa bunun dünya ekonomisine olumlu etkileri orta vadede görülecek.

Peki demokratların iktidarı ve ABD'de 2008 sonunda gerçekleşecek olası değişimi dünyanın önde gelen piyasa uzmanları ve yatırım bankaları nasıl yorumluyorlar bir göz gezdirelim:

Almanya merkezli Commerzbank baş ekonomisti Peter Müller, Amerika'da ekonomiye konjonktür ve faiz politikasının yön verdiğini belirtiyor. Mali piyasalar zaten kamuoyu araştırmalarının sonuçlarından yola çıkarak Temsilciler Meclisi'nde Demokratların çoğunluğu elde edeceği beklentisindeydi. Bu eğilimin 2008 Ka-sımı'nda da süreceği beklentisi devam ediyor.

Merryl Lynch strateji uzmanlarından Richard Bernstein, seçim sonuçlarının uzun vadede ekonomiyi ve mali piyasaları olumlu yönde etkileyeceğini belirtiyor. Bernstein, "Her iki partinin de siyasi açıdan merkeze yönelmeleri piyasayı canlandıracaktır" değerlendirmesinde bulunuyor. Bu iyimser tahminler ABD ekonomisindeki olumsuzlukları örtmüyor. Greens-pan'ın uyarıları yerinde; özellikle ABD'deki mortgage sistemi alarm veriyor. Bu durumda FED faiz artışlarına devam etmeyecek ama başıboş dolar devride bitecek.

ABD seçimlerinden sonra Türkiye gibi ülkelerde ciddi sallantılar yaşanacak. Çünkü karşılıksız dolarlar küresel piyasalarda şimdiki kadar bol olmayacak. Bu durumda Türkiye, 2009'da işbaşında kim olursa olsun, ekonomi politikasını değiştirmek zorunda kalacak. Yani ABD ile birlikte Türkiye'de yüksek faiz, düşük kur politikasını zorunlu olarak terk edecek.

SEÇİM SONRASI TÜRKİYE

Eğer seçim sonrası AB sürecini aksatacak bir koalisyon işbaşına gelirse işiniz zor. Ama iyimser olursak, 2009'dan sonra çok güçlü ekonomik reformlar beklemek gerekiyor.

Bu adımları IMF çıpasını bırakmış bir Türkiye'nin AB süreci ile ilintili olarak atacağını söylemek kehanet sayılmamalı. Bu çerçevede Merkez Bankası politikalarında da değişiklik olacak. Esas olarak para politikasının değişeceğini ve yüksek reel faize ve değerli YTL'ye dayanan politikanın tedrici olarak terk edileceğini söylemek şimdilik yeterli sanırım. Bu değişim çok açık olarak hesapsız borçlanan reel sektörü de biraz silkeleyecek.

AKP'nin çifte seçim telaşı ile yarım bıraktığı Sosyal Güvenlik Reformuna ilaveten vergi, adalet ve tarım alanında önemli değişimler yaşanacak. Türkiye'de ekonomi bürokrasisi seçim sonrası önemli bir sadeleşme ve değişim geçirecek. Para ve Sermaye Piyasalarının denetimi ve yürütülmesi bir müddet sonra şimdikinden çok farklı bir işleyişe oturacak. Bu durum Türkiye'ye güvenli ve kalıcı bir giriş isteyen AB sermayesi için önemli bir avantaj. Yani yüksek faize dayalı cari açık finansmanı yerine Doğrudan Yabancı Yatırımlara dönük finansman öne çıkacak. İstanbul'un bu bağlamda yalnız Avrupa'nın değil, Ortadoğu'nun da fi-nans ve yatırım merkezi olması güçlü bir olasılık. Ünlü yatırım kuruluşu S&P Türkiye için "Carry-Trade"nin, yani spekülatif sıcak paranın, cari açıktan da büyük bir risk olduğunu söyledi. Bu önümüzdeki günler için önemli bir tespit. Eğer Türkiye 2009'a kadar cari açığını sıcak para yerine, ağırlıklı olarak, Doğrudan Yabancı Yatırımlarla finanse etmeye çeviremezse hepimizi ilk önce sıkı bir kriz ve arkasından erken seçim bekliyor.

DİKKAT, TEŞVİK SİSTEMİ DEĞİŞECEK!

Reel sektörde önemli bir değişikliğinde teşvik sisteminde yaşayacağını söyleniyor. Ama bu değişiklik hemen olmayacak. Mali yapısı zayıf ve dış pazarlarda rekabet edemeyecek işletmeleri seçim sonrası kara günler bekliyor. Yüksek döviz borçları 2008'in sonundan itibaren baş ağrıtacak. Her ne kadar Babacan özel sektörün dış borcu risk değil, onlar hesabını bilir dese de işin gerçeğinin öyle olmadığını herkes biliyor. Organize Sanayilerdeki yatırımların bir bölümü, ne yazık ki, el değiştirecek. Anadolu Yaklaşımından sonra teşvik sisteminin organize sanayilerdeki yapılanmayı da göz önüne alarak, KOBİ'lere yönelik gözden geçirilmesi gerekiyor.

Bu çerçevede yeni sistemin yabancı yatırımcıyı özendiren ve KOBİ'lerle ortaklık yapmasının yolunu açan ayrıntıları gözeterek gündeme gelmesi beklenmeli.

Bu doğrultudaki kurumların da (KOSGEB gibi) yeniden yapılanması gündeme gelecek. Bugün 49 ile yayılan ve yeterince kullanılmayan teşvik sistemi yerine daha etkin, seçici ve banka sistemiyle daha yoğun işbirliği yapan bir teşvik sistemine ihtiyaç var. Bunu işbaşına gelecek muhtemel hükümetin kurmayları da biliyorlar.

ÖNEMLİ BİR SENTEZ

Şimdi önemli bir sonuca varıyoruz. Türkiye gibi ülkelere para girişi önümüzdeki 2-3 yıl sürecek. 2009'a, yani ABD seçimlerine kadar bu dengelerin kimse bozulacağını sanmasın. Türkiye'de faizler yüksek, YTL'nin değerlenmesi de enflasyonun biraz üzerinde olacak. Yani kurda yukarı yönlü hareketler olmayacak. Herkesin 2009'da kadar hesaplarını bunun üzerinden yapmasını öneriyorum. Türkiye'ye sıcak para girişi ve Doğrudan Yatırım girişi sürecek. Bu durum gelir dağılımını bozan ama ekonomiyi büyüten bir gelişme olacak. Enflasyon 2007 için yüzde 6-9 aralığında, büyüme yüzde 5-6 civarında olacak. Seçimler bu durumu çok değiştirmeyecek. Türkiye gibi ülkelerde ABD seçimleri sonrası sıcak paraya ve borçlanmaya dayalı ekonomi geriye gitmeye makro ekonomik dengeler bozulmaya başlayacak.

AB'deki sessiz ama derinden gelen durgunluk önemli. Avrupa Birliği Odalar Birliği'nin Nisan ayındaki raporu AB'de durumun iç açıcı olmadığını gösteriyor. AB'de 2010 yılına kadar, her yıl, milli gelirin yüzde 8.2, istihdamın ise yüzde 2.3 artması gerekiyormuş. Bu AB genişlemesinin AB için zorunlu olduğunu söylüyor. AB'nin kendi doğusuna genişlemesi Demokratların işbaşında olduğu bir ABD için de elzem. Bu durumda Türkiye'de, 2009'dan sonra reel ekonomiye, adil gelir dağılımına ve küresel Doğrudan Yatırımlara önem veren bir yönelime girmek ve AB sürecini aksatmamak zorunda. Bunu yapamayan ya da yapmayan bir hükümeti 2009'dan sonra bir kriz ve arkasından erken seçim bekliyor.

Sermaye birikimi geçişlerinde KOBİ'ler

YAVUZ BAYULKEN Y. MAKİNE MÜHENDİSİ

Türkiye'de sermaye birikiminin önemli geçişlerinde, örneğin ithal ikameci sermaye birikiminden ihracata dönük sermaye birikimine geçiş dönemlerinde, KOBİ'ler çok önemli yeniden yapılanma sorunları ve sıkıntılar yaşamışlardır. Şimdi yeni bir sermaye birikim döneminin eşiğinde küçük işletmeler benzer sıkıntıları yaşıyor.

Burada geçiş dönemlerinde veya yeni sanayileşme politikasının (ihracata yönelik model) uygulama sürecinde, KOBİ'ler için yatırım, üretim ve finansman sorunları ortaya çıkmaktadır. Yatırımlarını genişletememe veya modernize edememe, üretim girdilerinin teminindeki sorunlar, kısa ve orta vadeli kredilerden yararlanamama, sisteme entegrasyonu zorlaştırmaktadır. KOBİ'ler, şartları ana firma tarafından belirlenen fason üreticilere dönüşmekte, karlılık ve kalite sınırları daralmaktadır. Tedarik, stoklama ve teslimat problemleri ortaya çıkmaktadır.

Gerek ithal ikameci sanayileşmede, gerekse ihracata yönelik modellerin uygulandığı dönemlerde, makro ekonomik politikanın açmazlarından ve dengelerinden dolayı, dönemsel ekonomik krizler ortaya çıkmaktadır. Bu da kapitalist bir sistemde "istikrar"ın tehlike girmesi demektir Sanayide yatırımlar durmakta, üretim yavaşlamakta, talep daralmakta, kredi hacmi başka sektörlere kaydırılmaktadır. Ekonomi ağır nefes almakta, darboğaza girmektedir.

İşte tam bu noktada,"krizi önleme" veya "krizden çıkma"önlemleri çerçevesinde IMF devreye girmektedir, gelişmekte olan ülkelerin, Türkiye örneğin de olduğu gibi, kaderi IMF tarafından çizilmekte, ülke ekonomisi bu kuruluşun ellerine bırakılmaktadır. Hasta klasik IMF reçetesi ile "sıkı rejime" sokulmakta ve toplum ateş çemberine alınmaktadır. Sanayide bu uygulamalardan en fazla etkilenen işletmeler KOBİ'lerdir.

IMF denetiminde yürütülen istikrar politikaları, hangi gelişmekte olan ülke olursa olsun,aşağı yukarı benzer tedbirlerle uygulamaya sokulmaktadır. Temel hedef, düzenli işleyen bir ödemeler dengesi oluşturmak, böylece dünya ticaretinin önündeki ödeme ve ticari kısıtlamaları en aza indirmektir. Bu yaptırımlardan en fazla etkilenenler, sanayide KOBİ'ler, toplumsal yaşamda geniş emekçi kesimlerdir.

IMF özellikle kriz dönemlerinde, girdiği her ülkede bu politikaları ile, daha büyük krizleri tetikleyecek sorunlar yaratmış ve yapısal değişim adı altında "yoksullaştırma" stratejisini uygulamıştır. Bu konudaki deneyimler, IMF ile istikrar programı uygulamaktan vazgeçen ülkeler için daha başarılı ulusal programlar ile ekonomilerini düze çıkarmalarını mümkün kılmıştır. Dolayısıyla istihdam ve kalkınma odaklı sanayileşme politikalarında, IMF ve Dünya Bankası gibi uluslararası kuruluşların yeri olmadığı savı, giderek gelişmekte olan ülkeler nezdinde hızla taraf bulmakta ve yaygınlaşmaktadır.

Gelişmekte olan ülkelerde sorun, ekonominin mevcut sektörel büyüme hızlarının, ülkenin tüm emekçi katmanlarının yararlarını gözönünde tutarak saptanması, politikaların, gelir dağılımı, istihdam ve bölgesel dengeler esas alınarak planlanması yönünde oluşturulması gerçeğidir. Sanayi sektörü açısından bakıldığında, ülkede istihdamı sağlayan (tüm imalat sanayinin yüzde 78'i), katma değerin önemli bir bölümünü yaratan ve ihracat için ana firmalara fason üretim yapan KOBİ'lerin, aynı zamanda teşvik destekleri ve kredi tahsisinde de adil bir paya sahip olabileceği dir. KOBİ'leri Ar-Ge ve inavasyona yöneltecek kaynaklar ve teşvikler, onların kendi organizasyonu (KOSGEB) ve kanunun bu işlevle yükümlü kurumları tarafından sağlanmalıdır.

Bu bağlamda, IMF destekli sanayileşmeye son vererek, istihdamı geniş bir bölgesel programlama ile tüm sektörlere yaymak, rasyonel kaynak kullanımı ile gerçekçi-halktan yana bir bütçe planlaması yapmak, kalkınmaya ve sürdürülebilir büyümeye yönelik ekonomik politikalarla mümkün görünmektedir.