Aslında elinizi uzatsanız dokunacakmışsınız kadar yakın. Gece, karş

Ümit Otan

 

Aslında elinizi uzatsanız dokunacakmışsınız kadar yakın. Gece, karşının ışıkları neredeyse Akyarlar'ı aydınlatıyor. Aramızda topu topu 1300 metre var. "Çat kapı" gidebilmek duygusunu, vize ve çeşitli sıkıntılı işlemler engelliyor. Ege'de "komşu"nun adaları Kos, Simi ve Rodos'a yolculuğumuz bu nedenle buruk başlıyor…

 

Bir sigara içimi yakınlığa ancak Bodrum'dan çıkarak ve 12 millik yolculuktan sonra bir saatte ulaşabiliyorsunuz. Teknemiz ağır ağır yol alırken, Bodrum'un beton işgaline uğrayan dağlarını izliyoruz. Çıplak dağlara kesme şekeri gibi yerleştirilmiş sözüm ona Bodrum evleri bir talanın hüzünlü fotoğrafı. Zaten çok az yer kalmış, oralar da tüketildiğinde yeni yerler aranacak başka koyların, "keşfedilen" yeni yerlerin talanı başlayacak.

 

Kos'a (İstanköy) yaklaşıyoruz. Yapılaşma düzlükte kalmış. Tepelere tırmanamamış. Bizim tarafta talana nasıl göz yumulduğu, komşuda ise nasıl engellendiği apaçık ortada. Kos kalesi Bodrum kalesinin bir benzeri. Yapılaşmanın orta yerindeki antik kent geçmişle bugünü kucaklaştırmış. Sanki Kos'un bir mahallesi gibi. Bergama'daki Aslepion'un bir benzeri de Kos'ta. Ufak tefek bir ada deyip de geçmeyin. Ünlü hekim Hipokrat'ın memleketi burası. Hipokrat M.Ö 460'da bu küçük adada dünyaya geliyor.

 

Babası ve dedesi de adada doktorluk yapıyormuş. İlk Astroloji Okulu da M.Ö. 280 yılında Kos'ta açılmış. 300 yıl Osmanlı egemenliğinde kalan Kos'ta kalabalık bir Türk nüfusu var. Çoğunun akrabaları da Bodrum'da.

 

Kos'ta ulaşım aracı bisiklet ya da gürültü yapmayan küçük motosikletler. Bir de üç dört vagonlu gezi araçları var, turistlerin yorulmadan adanın her yerini gezebilmeleri için. Meydanın ortasındaki Defterdar İbrahim Camisi bakımlı ve açık. Caminin alt katındaki meydana bakan yüzünde Cafe Aenaos'ta turistler günün yorgunluğunu çıkarıyor. Arka tarafta merdivenlerle camiye çıkılıyor. Birazdan ikindi namazına başlayacak cami imamı ve Koslu Türklerle sohbet ediyoruz. Kimi emekli, kimi çiftçi. Hallerinden memnunlar, yeter ki hep barış olsun diyorlar.

 

Kos, Rodos'taki 12 Adalar Valiliği'ne bağlı bizdeki kaymakamlığa benzer bir yönetim. Ancak bizden farkı, kaymakamı da valiyi de halk seçiyor orada. 1933 yılında meydana gelen büyük depremle yerle bir olan Kos'ta bazı antik kalıntılar da gün yüzüne çıkmış. Çevresini tavernaların süslediği antik agoranın yanı sıra Grigoriu mahallesindeki Roma dönemi izlerini taşıyan evler de ilgi çekici. Kos'taki tüm antik yerlere giriş ücretsiz. Yalnız Asklepion'a iki Euro giriş ücreti ödeniyor. Merkeze 3-4 kilometre uzaklıktaki çok yıldızlı oteller, hemen önlerindeki plajlarıyla tatilcilerin mekânı. Ancak merkezdeki oteller hem fiyatları hem de kentle iç içe olunması bakımından daha uygun. Türklerin yoğun yaşadığı Çınarlı mahallesinde kendinizi Bodrum'da sanıyorsunuz. Yemekler bol zeytinyağlı ve bol yeşillikli. Bizim Cundalılar'ın kabak çiçeği dolması en ilgi çeken yemekler arasında. Erken yatıyoruz, sabah erkenden Simi ve Rodos'a doğru yola çıkacağız.

 

TANRILARIN SUSADIĞI YER: SİMİ YA DA SÖMBEKİ

Dünyanın ne kadar güzelliği varsa sanki gelip buraya özenle yerleştirmişler. 68 kilometre karelik bu küçük ada, sabah güneşiyle sanki ressamın yeni bitirdiği bir tablo gibi. Birbirinin ışığını kesmeyen evler bizim Kayaköy'ün sanki kopyası. Tek fark Kayaköy kimsesizliği Simi turizmi yaşıyor.

Prehistorik dönemden beri yaşama hiç ara verilmeyen adaya, Lelegler, Rodoslular, Romalılar, Bizanslılar, St. John şovalyeleri ve en sonunda 1522'de Osmanlılar konuk olmuşlar. 1912-1945 yılları arasında İtalyan işgali yaşayan Simililer, sonuçta Yunanistan'a bağlanıyorlar.

 

Simi çorak bir ada, suyu yok. Bu nedenle "Tanrıların susadığı yer" olarak biliniyor. Su Rodos'tan geliyor. Adını Paseidon'un eşi Simi'den alan bu küçük kara parçasına Osmanlılar Sömbeki adını vermiş. Bunun nedeni de yörede sünger avcılığında kullanılan  "sümbek" denilen küçük kayıklarmış. Çeşitli renklere boyanmış neo klasik mimarinin örnekleri evler arasında gezinirken çok sayıda kilise ve manastır da dikkat çekiyor. Eğer komşu kent Horio'ya ulaşmak isterseniz 375 basamağı tırmanmayı göze almalısınız.

 

Önemli ticaret yollarının üzerinde olması ekonomik bakımdan güçlenmesini sağlarken, Simi'nin yüzyıllarca en önemli geliri süngercilikten olmuş. 1866 yılından sonra adaya özel dalma elbisesi ve dalma başlığının gelmesiyle sünger avcılığı iyice gelişiyor. Yöre geçmişten gelen geleneksel tahta oymacılığı ile de ünlü.

 

Limanda her ülkeden bayraklarıyla yatlar dizili. Kıyıdaki küçük dükkanlarda yöresel el işleri, sünger, tahta oymalar pazarlanıyor. Kafelerde insanlar "huzur"u yaşıyor. Tersaneleriyle, ürettiği gemileriyle, tüm Avrupa'ya sattığı süngerleriyle adından hep söz ettiren Simi, bugünlerde gelirinin büyük bölümünü turizmden elde ediyor. Simi, barışın ve sessizliğin yeri olarak tanımlanıyor. Doğrusu bunu hak ediyor…

 

ŞOVALYELER ADASI RODOS

Antik tapınakları, surları, şovalye şatoları, Dünya'nın yedinci harikası sayılan Colossus'un kaideleri, camiler, kiliseler, yel değirmenleri, cumbalı kafesli Türk evleri… Tüm kültürlerin iç içe geçtiği, her taşın her duvarın sizi yüzlerce, binlerce yıl önceye götürdüğü gizemli bir ada Rodos. On iki adaların en büyüğü ve görkemlisi, Atina'dan sonra Yunanistan'ın ikinci büyük turizm merkezi.

 

Çok yüksek kalın duvarlı surlar, korunaklı şatolar, Saint Jean şovalyelerinin Rodos'ta 200 yıla yakın süre hüküm sürebilmelerini anlatıyor. Murat Reis Camisi'nin bahçesindeki Türk mezarlığı bakımlı bir parka dönüştürülmüş. Ağabeyi Bayezit ile giriştiği taht kavgasında yenik düşüp 1482'de Rodos'a sığınan Cem Sultan kim bilir nerede yatıyor. Fatih'in hayallerini süsleyen Rodos'u 1522'de Kanuni Sultan Süleyman alıyor. O sırada Cem Sultan'ın oğlu Murat eşi ve üç çocuğuyla orada yaşıyor. İlk iş onlar aranıyor ve bulunuyor. Murat ve oğlu öldürülüyor, eşi ve iki kızları İstanbul'a gönderiliyor.

 

Rodos'tan başka büyük şehri olmayan adanın üç limanı da burada bulunuyor. Merkezdeki Mandrake limanında bir zamanlar Rodos Heykelin bulunduğu ancak bugüne yalnızca ayaklarının kaldığı yerde biri dişi biri erkek iki karaca kente giriş yapan konukları selamlıyor. Karacalar 12 adanın günümüzdeki sembolü olmuş. Aslında dağlık olan Rodos'un kıyı kesimleri düz. Adanın tüm kıyıları kumsallarla ve turistik tesislerle çevrili. Bir yandan tarihsel kimliğin korunması için özen gösterilirken turistik yatırımlara da hız verilmiş. 220'yi aşkın turistik otelin bulunduğu adanın yatak kapasitesi son 25 yıl içinde artarak 70 binlere ulaşmış. Rodoslular son 40 yıldır neredeyse yalnızca turizmden geçiniyorlar.

 

Eski şehir denilen bölgede çoğunlukla Türkler yaşıyor. Tarih eskiden bir yerlerde durmuş gibi. Rodos Çarşısı'nda onca kalabalığın arasında önündeki küçük sehpasında pilakisi, beyaz peyniri ve rakısıyla etrafa gülücükler saçan yaşlı adamın Türk olduğunu öğreniyoruz. Hüseyin Bey, restoran ve küçük bir otel işletiyormuş. Hem manzara hem balık hem de bütçeye uysun derseniz Eftapiges'e, yok ille de yıldızlı oteller ve bol eğlenceden yanaysanız Faliraki'ye gitmelisiniz, ama epeyce parayı da gözden çıkarmalısınız.

 

Eğlence nasıl olsa her yerde var diyenlerden ve Rodos'un antik tarihini keşfetmeye gelenlerdenseniz ilk durağınız Lindos olmalı. Lindos'un Kelebekler Vadisi eski önemini yitirmişse de denizden 150 metre yükseklikteki Akropolis hala çok ilgi çeken yerler arasında bulunuyor. İçinde bir caminin de bulunduğu Lindos'ta, mimari Rodos'tan farklı. Bizim Assos'taki Athena Tapınağı'nın benzerini de burada görebilirsiniz. Eğer Lindos'a kadar gitmeyi göze aldıysanız, Lardos köyüne de uğramalısınız.

 

Şovalye şatolarını, Monte Smith Tepesi'ndeki Rodos Akropolü'nü, Apollo Tapınağı'ndan geriye kalanları, antik stadyumu,

Odium'u, eski ortaçağ kentini, kaldırım taşlarıyla döşeli dar yollardan geçerek Bizans kiliselerini, İtalyanlar'ın "hatırası" görkemli yapıları görmemeniz mümkün değil. Hele bir de antik Ialysos'a kadar uzanıp Filerimos'un restore edilmiş manastırını, Agios Georgios'un yeraltındaki küçük kilisesini ve üçüncü yüzyıl Athena tapınağını da görebilirseniz Rodos'u epeyce keşfetmiş sayabilirsiniz kendinizi.

 

"Komşu"da yabancılık duygusu yaşamıyorsunuz. Kendinizi evinizdeymişsiniz gibi hissediyorsunuz. Yemekler neredeyse aynı, müzik kulağınıza hiç yabancı değil, çoğu bizim buralardan. Türkçe'den başka dil bilmenize de gerek yok. Komşuda Türkçe'yi "çat-pat" da olsa bilmeyen yok. Bunca benzerlik, bunca yakınlık, peki bu vize de neyin nesiymiş demeden edemiyorsunuz. Sahi şu vize işini tümden kaldırıp tarihe gömmek zamanı gelmedi mi? İki komşu arasında vize mi olurmuş…

 

"Komşu"da iletişim sorunu yaşamak mümkün değil. Gerek adalarda yaşayan Türk nüfus, gerek antik çağlardan buyana Rumca'dan Türkçe'ye ya da Türkçe'den Rumca'ya geçen sözcüklerin bolluğu, iletişim sorununu çözümleyiveriyor. . Ortak sözcükler listesi uzayıp gidiyor. Levrek, liman, lodos, midye, kebap, keyif, kılıf, kıyma, kilim, konak, kova, köfte, kumar, kurban, künk, leblebi, leylek, mahmur, mangal, maraz, marifet, maşrapa, mavna, maya, menekşe, mercan, meze, misafir, musakka, musluk, muşamba, müşteri, komposto, kontrat, kopça, körfez, krema, kukla, kulübe, kundura, kupa, kutu, küfe, kümes, lahana, lamba, lapa, lastik, lavanta, limon, loğusa, lokanta, mağaza, manastır, manav, mandal, mandra, mantar, marangoz, marka, marul ortak sözcüklerden yalnızca bazıları.