Komşumuz tam bir  Avrupalı olmuş

Bulgaristan yıllarca bize anlatıldığı gibi değil. Gelişmişler, Avrupa’ya kocaman bir adım atmışlar, sakince yaşıyorlar. Yeşille barışıklar, koca koca otobanları pek yok. Mimarisi, doğası ve tarihi korunmuş, trafik başta olmak üzere saygılılar, göğü delen gökdelenlere rastlamak pek de olası değil

Üç gece, dört gün geçireceğimiz Bulgaristan’da adeta bir zikzak çizdik. Önce doğuda Burgaz, ardından kuzeyde Nessebar, sonrasında batıya yönelip Filibe ile Sofya, nihayetinde Plevne ile Rusçuk’u gezip Romanya’ya geçtik. Varna planımız dışında kaldığı için, Sofya’ya da ekstra bir gün daha yaratmadığımız için pişmanlıklarımız evet var. Ama ne demiştik, bu gezi aperatif, sonrası ve uzunu ileriki yıllarda!

komsumuz-tam-bir-avrupali-olmus-87891-1.

Hamzabeyli Sınır Kapısı’ndan hiç de zorlanmadan geçtik. Elhovo sapağından köylerin içerisinden geçen iki kenti birbirine bağlayan bir yola çıktık. Güneş tam da tepemizdeyken, ağaçlıklı bu yoldan yaklaşık bir saat kadar gittiğimizi hatırlıyorum. Burgaz’a kısa bir mesafe kala orman içinde bir yerde, yoldan çok da uzaklaşmadan karavanımızı sağa çektik. Yurtdışına adım atışımıza istinaden, bir çay demledik, acıkan karnımızı üstünkörü bastırdık. Evet, bir süredir hazırlandığımız Balkan Turu’nun ilk durağı Bulgaristan’daydık!

Çayımızı içtikten sonra, günü öldürmeden Burgaz’a varmak niyetindeydik. Öyle de oldu. Birkaç sene evvel tanıştığımız Burgazlı arkadaşımız Ivan’ın yola çıkmadan evvel bize yolladığı koordinata göre hareket ettik. Vardığımız nokta gözümüzün alabildiği büyüklükte bir kumsal ve gözümüzün alamadığı büyüklükte bir parkın içerisiydi. ‘Sea Garden’ ismindeki bu alanın çevresindeki ücretsiz park alanları, upuzun kumsalında yürüyüşe çıkmış binlerce kişi, kumsaldaki onlarca mekân, park içerisinde sayısını hatırlamadığımız heykel, koca koca ağaçlar, bir sigara izmaritinin bile yere atılmadığı bir park ve nihayetinde Avrupa’ya kocaman bir adım atmış Bulgaristan’ın Burgaz kentindeki ilk izlenimlerimiz.

komsumuz-tam-bir-avrupali-olmus-87892-1.

Akşamdan ‘iz yok’
Yol yorgunluğunu görmezden gelip, kumsalı bir ucundan bir ucuna yürüdük. Belediye tarafından yaptırılan bisiklet yolları ve bisiklet kiralanan elektronik alanlar, kaykaylı gençlerin talim alanları, sokak müzisyenleri ve tiyatrocuları, yürüyüşe çıkmış her yaştan insanı gözlemek mümkündü. Deniz dalgalıydı, malum Karadeniz. Biz denize girmekten çok, havasını solumayı yeğledik Burgaz’ın. Akşamında ise Bulgar biralarını bir bir test ettik, üç paraya karnımızı doyurduktan sonra, ağaçlar içerisinde, üstelik hiçbir ücret ödemeden uyuduk.
Sabah erken kalktık. Gece boyunca etraftan gelen müzik sesleri, parkta vakit geçiren gençler, günün ilk ışıklarına dek süren eğlenceler yerini sessiz ve dingin bir Burgaz sabahına bırakmıştı. Burada dikkatimizi çeken en önemli şey, onca sarhoş gence ve gece geç saatlere kadar süren eğlenceye rağmen, etrafta bir tane bile bira şişesi, akşamdan aklımızda kalan bir kavga, ağaç diplerinde cam kırıkları ve birbirini rahatsız eden insanlar bütünü yoktu.

Öğle vakti Plovdiv’e (Filibe) doğru yola koyulduk ve Yanbol üzerinden yaklaşık üç saat sonunda Filibe’ye ulaştık. Yeni ve modern bir kentle karşı karşıyaydık. Geniş caddeler, yeni yapıldığı belli olan binalar ve alışveriş merkezleri. Biz öncelikle Old Town’u (Eski Kasaba) gezmeyi tercih ettik. Öğle saati olduğu için sokakların boşluğundan faydalanıp bolca fotoğraf çektik elbette. Plovdiv’de Roma dönemine ait yapıların çokluğu dikkati çekerken, amfi tiyatro ve foruma üstünkörü vakit ayırdık. Esas bizi cezbeden ise upuzun bir cadde içerisinde yer alan yüzlerce kafeyle bezenmiş, içerisinde bir caminin, bir kilisenin, birçok sokak müzisyenlerinin klasik müzik çalarak sokağı şenlendirdiği yerdi. Geceyi Plovdiv’de geçirip, ertesi sabah kenti turlamaya devam ettik.

komsumuz-tam-bir-avrupali-olmus-87893-1.

Mimarinin ‘başkenti’
Bulgaristan’daki üçüncü günümüzü Sofya’da geçirmek istiyorduk ve yeniden yola koyulduk. Sofya’nın en önemli meydanının; yani Parlamento Binası’nın, Bilimler Akademisi’nin, Aleksander Nevski Kilisesi’nin ve Çar Osvoboditel Anıtı’nın yer aldığı, daha önce televizyonlardan gördüğümüz, listemize Sofya’ya dair yazdığımız en önemli yer olan meydanın tam da ortasındaydık. Binaların, anıtların, heykellerin inceliğine, mimarisine kaptırdık kendimizi.

Sofya, Bulgaristan’ın başkenti. Komünist rejimden kalma lojman tipi evler ve mimari hemen kentin girişinde dikkat çekerken, bazı mahallelerdeki apartmanların neredeyse birbirinin aynısı olduğunu da gördük. Genç nüfusun oldukça fazla olduğu Sofya’da gezdiğimiz ve vakit geçirdiğimiz parkların hep kalabalık olduğu bir gerçek. Sofya’da yaşam pahalı olmamasına rağmen mekânlar Avrupa kalitesinde. Yolların temizliği, trafiğin düzeni, araç kullananların yayalara saygısı çıtayı oldukça yukarı taşımış. Etraftaki parklarda, sokak aralarında ve kafelerde günün kalanını geçirip, günü geceye vardırdıktan sonra, bir benzinci ve park alanı arasında bulduğumuz uygun bir yerde konakladık. Sofya’ya bir gün daha ayırmak isterdik ama sırada Bükreş vardı.

Levalar biterken
Bulgaristan’daki son günümüzde Sofya’dan ayrılıp Plevne’ye ulaştık. Osmanlı-Rus Savaşı’nın en yoğun yaşandığı yerlerden olan Plevne’yi görmek istememizin bir diğer sebebi de ufak meydandaki yaşamdı. Postane, kafeler, bankalar, çeşme, kilise ve evlerin yer aldığı meydanda koca çınarların altında, gölgenin keyfini süren Bulgarlara rastlamak mümkündü. Bunun dışında çok da uzun vakit geçireceğiniz bir yeri yoktu bize göre Plevne’nin.

Bir çaylık molanın ardından Bulgaristan’daki son ziyaret yerimiz olan sınır kenti Rusçuk’a vardık. Akşam yemeğimizi burada yedikten sonra, üzerimizdeki Levaları tüketip sınır kapısına doğru ilerledik. Bulgaristan’a veda edip, Romanya’ya “merhaba” diyorduk.
Bulgaristan’ın her yerini görmedik, çok uzun süre kalmadık. Ama gördüğümüz yerler, geçtiğimiz yerleşim alanlarını baz alırsak; Yeşille barışıklar, koca koca otobanları pek yok. Burgaz’daki insan profili entelektüel, modern ve medeni bir görüntü çiziyor, Nessebar hiç aklımızda yokken “İyi ki görmüşüz” diyeceğimiz bir kasaba olarak yerini aldı, belki zengin değiller ama özellikle Sofya’daki insanlar lüks yaşıyor, Sovyet Rusya’dan etkilenen ve esinlenilen aynı tip konutlar -özellikle büyük kentlerde- karşınıza çıkıyor, onlar için Avrupalılar diyebiliriz. Fiyatlar Türkiye’ye göre makul, mimarisi, doğası ve tarihi korunmuş, trafik başta olmak üzere saygılılar. Göğü delen gökdelenlere rastlamak pek olası değil ve Bulgaristan yıllarca bize anlatıldığı gibi değil, gelişmişler. Avrupa’ya kocaman bir adım atmışlar, sakince yaşıyorlar.

komsumuz-tam-bir-avrupali-olmus-87894-1.

Nessebar’da Pazar ayini
Avrupa’nın en eski yerleşim merkezlerinden olduğu kabul edilen ve kültürel varlıkları UNESCO tarafından tescillenen ufacık Nessebar, Burgaz’a 35 kilometre uzaklıkta. Kasabadaki St. Stephen Kilisesi’nde Pazar ayinine denk gelmemiz bizim için şanstı. Nessebar tarihi evleriyle, tamamen turistik olmuş mekânlarıyla, kasaba içinde halen kazıları devam eden antik kentiyle gerçekten gördüğümüzde mutlu olduğumuz bir yer olarak hafızamızdaki yerini aldı.

Haftaya: Romanya