Doğan Duru ikinci solo albümü olan ‘Kafesine Uçan Kuş’ ile dinleyiciyle buluştu. Duru “Kafesine Uçan Kuş albümü, her ne kadar özgürlük seviyor olsak da konforlu esarete tutkumuzu anlatıyor” ifadelerini kullanıyor.

Konforlu esaretin tutkunuyuz
Doğan Duru yeni albümü hakkında BirGün’e konuştu. (BirGün)

Işıl ÇALIŞKAN

Bir filmin içinde olduğunuzu düşünün, her sahnesiyle yeni bir kapı açan, her durakta farklı hislere yelken açan… Üstelik tekrar tekrar deneyimlemek isteyeceğiniz türden. Redd grubundan da bildiğimiz Doğan Duru’nun ikinci albümü ‘Kafesine Uçan Kuş’tan bahsediyoruz. Duru, 15 şarkıdan oluşan solo albümünde “Kafes ve gökyüzü arasında asılı kalmak ve ‘O kuş nereye gidecek’ sorusunun yanıtını aramak” istediğini söylüyor. Duru ile albümünü konuştuk. Hazırsanız başlayalım…

Kafesine Uçan Kuş’un ardında nasıl bir hikâye var?

Kafesine Uçan Kuş albümü, her ne kadar özgürlük seviyor olsak da konforlu esarete tutkumuzu anlatıyor. Konforlu esaret; ilişkilerde, işte ya da gündelik hayatta olabilir. Kuşların en mutlu olduğu yerler özgürce yukarıda olmak ve uçmak ama orayı, gökyüzündeki maviyi daha tehlikeli görüp; mavisinin onu sarhoş edebileceği için ya da onu başka bir şeyin kapıp yiyebileceği için, aç kalabileceği, yalnız olabileceği için olabilir, illa kafesine uçmayı arzuluyor. Bir esaretin içine konmak istiyor. Bu albümde bunu anlatmaya çalıştım. Mesela çok mutsuz olduğun bir ilişki vardır; başka bir insana âşıksındır ama senin kendini tutsak hissettiğin ilişkideki konfor, seni o kafese uçurabilir. Dolayısıyla Kafesine Uçan Kuş, o arafta kalma sürecindeki ifadenin kuvvetli bir başlangıcı. Kafes ve gökyüzü arasında asılı kalmak ve “o kuş nereye gidecek” sorusunun yanıtını aramak.

Geçen gün bir tweetinizi görmüştüm: “Konseri yasaklanan sanatçılar konuşmuyor, yine biz konuşuyoruz. Onlar da hakkını arasın” minvalinde bir sitemdi. Bu sessizlik yasakların giderek çoğalmasında bir etken olabilir mi?

O insanlar hiçbir zaman, hiçbir şey için konuşmadılar zaten. Kripto para reklamları yapan insanlar onlar. Belki de kendileri için konuşmamaları lazım, onu ben değerlendiremem. Ben ise olmadığım bir festivalin iptaline karşı çıkıyorum. Ben organizatör olsam o sesini çıkarmayanları line-up’tan silerdim mesela. Doğrusu böyle olması gerekiyor ama onlar zarar görmeyi bırak, ödüllendirildikçe o sessizliği koruyacaklar. O sessizliği koruyan insanlar, sonrasında ses çıkarmış gibi de yapabilirler. Çünkü onlar her devirde böyleler.

Konser yasakları ivmesini arttırıyor. Sanata yapılan baskılar nereye gidiyor, neler olacak sizce?

Aynur Doğan gibi Kürtçe müzik yapan insanların ya Niyazi Koyuncu gibi muhalif olan sanatçıların konserleri çeşitli gerekçelerle iptal ediliyor. Bizim de başımıza geldi böyle şeyler. Biz bunları Fethullah Gülen zamanında da gördük. Kanal Türk’ten kovulduk. Bu sistemde gücü olan, bir şekilde her şeyi yapabileceğini düşünüyor. O zaman da ortada bir demokrasi bilinci kalmıyor. Bunu hatırlatmak toplumun ve sanatçının görevi. Eğer hatırlatamıyorsak buna devam edecekler. Buna devam ederlerse ve hep aynı insanlar ses çıkartırsa, hep aynı insanların sesi bir yerden sonra duyulmayacaktır. Bir noktada biz deli gibi görünüyoruz. Toplum bir şekilde senin sorunlu olduğunu ve her şeye tepki verdiğini düşünmeye başlıyor. Müzik yasaklarında sürekli ben aranıyorum mesela. Hâlbuki herkesin ses çıkarması lazım. Pavyonda çalışan sanatçıda, gece 3’e kadar müzik yapan sanatçıda, gece 4’e kadar servis yapan insanda, mekân işleten insanda, bizim gibi kulüplerde ve kapalı mekânlarda çalan gruplarda var. Tabii bu insanların bazılarının sesi duyulmuyor, onlara mikrofon uzatılmıyor. Şanslıyız ki bize soruluyor ve biz de sesimizi çıkarıyoruz.

Albüme dönelim tekrar. Bir filmin içindesiniz ama sonu yoruma açık olanlardan gibi hissettim ben albümde. Şarkıların insanlarda yarattığı bu sonsuz olasılık size ne hissettiriyor?

Ben uzun yıllar klasik müzik okuduğum için bu albümde müzikal olarak bir genre bağlılığını geri planda tuttum. Yani atmosferik bir bağlantı olsun; sözel bir dille, hikâyenin bütünlüğü aynı dille sağlansın ama müzikal farklılıklar olsun, genre farklılıkları olsun istedim. Film müziğiymiş gibi olsun istedim, bu bir film ve farklı müzikleri var. Hem caz gibi şarkılar var hem de rock var, indie var, klasik müzik gibi yorumladığım şarkılar var. Bu benim için aslında film atmosferiyle zihnimde canlandırdığım bir hikâye. Zaten yaşadığım, bildiğim, izlediğim bir hikâyeyi görseli olmadan film atmosferine sokmaya çalıştım. O da başarılı oldu diye düşünüyorum, albümü baştan sona dinlediğimde sanki bir film müziğiymiş gibi algılıyorum. Tabii bunun handikapları da avantajları da olabilir ama ben sonuç olarak Epoch ve Kafesine Uçan Kuş’ta tek başına olmanın zorluklarına karşın iyi bir iş çıkarttığımı düşünüyorum. Tek başına müzik yapmak, bütün enstrümanları çalmak, söz ve müziği yazmak, mikrofonu kurmak, her şeyi yapmak o kadar tuhaf bir his ki. O yalnızlık hissi, duyguları hiç kimsenin temasına maruz bırakmadan tamamen kendi duygularımı ifade etmemi sağladı. Ama bir o kadar da zordu.

Peki Redd için önümüzdeki süreçte bir albüm planınız yok mu?

Redd için çok şarkı yazıyorum ve kaydediyoruz. Çok da güzel şarkılar var ve çok şarkı var. Ama bir noktada ben, şuraya varıyorum; gerçekten yapsak mı, paylaşsak mı? Bu konu bizi gerçekten çok düşündüren bir mevzu haline geldi. Bütün grup üyeleri olarak böyle düşünüyoruz. Stratejik olarak bakıyoruz ve şarkılarımızı harcamak istemiyoruz. Hem dönem hem koşullar hepsi bir bütün. Dolayısıyla biz muhtemelen ilk yayını ekimde yapabiliriz gibi görünüyor.

SESİ ÇIKANI SEVMİYORLAR

Sanatçı olarak politik birisiniz ve görüşlerinizi açıkça ifade edebiliyorsunuz. Bunun nasıl bir bedeli var?

Cevap soruda saklı. Tabii ki bedeli var. Sanmayın ki sadece güçlü olanın karşısında bir eleştiri getirip oradan bir zarar görüyorsunuz. Hiç alakası yok, yani o zararı her yerden görüyorsunuz. İnsanlar bir kere eleştiren insanı, sesi çıkan insanı sevmiyorlar. Bir, sesinizin çıkmasından rahatsız olan ses çıkardığınız kişiler; bir de sesinizin çıkmasından rahatsız olan ve sessiz kalan insanlar var. Sessiz kalan insanlar da sesinizin çıkmasından rahatsız oluyorlar. Çünkü bir noktada onlara da bir eleştiri döndüğünün farkındalar. Yani onlar da konuşmuyorlar. Çünkü biz konuştukça, eleştiri hakkımızı kullanmamıza rağmen negatif algılanan, marjinal olarak okunan bir duruma geliyoruz. Aslında öyle değil, sanatçı doğası gereği eleştiri yapan insandır. Eleştiriden de hep kötü şeylerden bahsetmek anlaşılmasın. Bir şeyi doğru şekilde ifade ediyorsanız eğer ve yani bu eleştirinin bir kastı yoksa bunun güzel algılanması gerekir her koşulda. Türkiye’de insanlar eleştirdiğiniz zaman size kıskanan insanlar olarak bakıyor. Bu hiç demokratik değil. Keşke herkes bizim gibi özgürce kendini ifade edebilse.