Broch, 1913-1933 arasındaki sessizlik-gürültü-cinayet sürecine götürüyor okuru. Bir de uyarısı var: Uygun ortamı, kitleyi ve vurdumduymazlığı bulduğunda, faşizm kendisine hareket alanı yaratabilir ve derin uykusundan uyanabilir.

Körleşmenin tetiklediği faşizm
Fotoğraf: Arşiv

Ali BULUNMAZ

Hermann Broch, Kıta Avrupası’nda uzun bir süre unutulan ölüm, sorumluluk ve insanın varlığının özü gibi meselelere dair kalem oynattığı kitaplarıyla adından söz ettirirken 1930’lardan itibaren Avrupa’yı kasıp kavuran faşizmi de odağına alarak militarizmi ve kitlesel histeriyi romanlarında işlemişti.

Yaşamın, güzelliğin, bilginin, ölümün ve var oluşun, kitleleştirilen ya da sinikleştirilenlerin ayakları altında nasıl ezildiğini ve buradan da cinayetler işleyen baskıcı rejimlerin türediğini anlatan; Vergilius’un Ölümü, Büyülenme ve Bilinmeyen Değer gibi kült kitaplarla adını dünya edebiyat tarihine yazdıran Broch’un, en az bunlar kadar önemli bir eseri daha var: Suçsuzlar.

Yakın geçmişten günümüze seslenen Broch, 1913-1933 arasındaki sessizlik-gürültü-cinayet sürecine götürüyor okuru: Utanç döneminden başlayarak Nazilerin yükseldiği ve iktidarı ele geçirdiği zaman dilimine varan yazar, tehdit yerine kendi sorunlarıyla uğraşan kabuğuna çekilmiş burjuvaların, doğrudan veya dolaylı olarak yarattığı yozlaşmayı ve apolitizmi anlatıyor.

SUÇSUZLAR
Hermann Broch
Çeviren: Saliha Yeniyol
İthaki Yayınları, 2023

“DİLSİZ KESİLEN BUDALALIK”

Broch, Suçsuzlar’da konuşmak ile susmak ya da görmezden gelmek arasındaki ince çizgiye yoğunlaşırken suskunluğa ve umursamazlığa göndermeler yapıyor. Eylemsizliğin Almanya’da Nazilerin önündeki engelleri birer birer kaldırışını anlattığı birbirine bağlı hikâyelerin özünde, bir bakıma suça ortak olma manasına gelen sükût ve dilsizlik yer alıyor. İlerlemenin, aklın ve demokrasinin faşizmi engelleyeceğine dair kanı, başlangıçta hayli uzakta gibi duran tehlikenin önemsenmemesine neden oluyor. Bir başka deyişle tasavvur etmeyi zorlaştıran, soyut şeyler hakkındaki lafazanlığı kolaylaştıran ve somut şeyler söylenmesi gerektiğinde “dilsiz kesilen budalalığın” yirmi yıllık hikâyesiyle buluşturuyor bizi yazar. Bu hikâyelerde, gerçeklerin kıyısında ve yer yer fantezi dünyasında yaşayan, küçük dertleriyle yol alan, hiçlikte kaybolduğunu düşünen ve aşk oyunları oynayan karakterler bulunuyor.

1920’lerden 1930’ların ilk yarısına kadar, hayatın bazıları için sıradan şekilde aktığı bir döneme yoğunlaşan Broch; büyük utancın önce suskunluğa, ardından kayıtsızlığa dönüştüğünü ve bu zaman diliminde ne pahasına olursa olsun huzursuzluğa kapılmak istemeyenlerin ağırlığını hissettirdiğini anımsatıyor.

1918’den sonra hızla dibe vuran ekonominin yarattığı yoksulluktan ve enflasyondan mustarip, tam anlamıyla yaşama uğraşının, hatta savaşının vücut bulmuş hâli insanlara da yer veriyor romanda yazar. Onlardan biri de “yalnızca körlerin ezberden şarkı söylediğini, görenlerin ise görünenin şarkısını söylediğini” düşünen bir pergel ustası: “Tanrı’nın, fabrikaları ve ticareti yok etmek için yeryüzüne enflasyonu gönderdiğini; bunların yeryüzünden tümüyle silinip yerine zanaatkârlar ve hırsından arınmış köylüler tarafından, paradan bağımsız bir dünyanın hemen ve her zaman için yaradan aşkına kurulması gerektiğini düşünürdü. Bunlara inandığından değildi kuşkusuz, böyle şeyler tasavvur etmeyi sevdiğindendi daha çok.”

ÇEKİCİLİĞİN VE KORKUNUN ZAMANI

“İnsanın ucuzluğundan” ve gösteriş merakıyla daha da ucuzlayan insandan söz eden Broch’un Suçsuzlar’da tasvir ettiği manzaranın en önemli parçası, konforundan vazgeçmediği gibi bunu nasıl artırabileceğini düşünenler. Hazlarını, uykularını ve küçük dertlerini her şeyin önüne koyanlar, kendileri dışındakileri paranteze alarak alışkanlıklarını ve yaşam alanlarını korumaya uğraşıyor.

1920’lerde sosyal demokratların iktidara gelmesiyle ferahlayan burjuvalar ve orta sınıflar, aşırılıklara karşı gösterdiği coşkulu ve apolitik tepkilerin, yakın gelecekte coşkulu bir barbarlığa dönüşebileceğine ihtimal vermiyor. Bunların neredeyse tamamı, insanların “Yahudi uşağı” diye nitelendiği ve antisemitist olup olmadığının tartışıldığı, “Almanya ve Avrupa” ayrımlarının yapıldığı, Einstein’ın ve pek çok aydının aşağılandığı bir ortamda meselenin ciddiyetinden uzak kişiler.

1930’lara girilirken sokaklarda ve kapalı kapılar ardında, “Alman birliği” veya “Alman kardeşliği” gibi 1918’in ve ağır ekonomik koşulların altında ezilenleri kendine getirecek sloganlar dillendiriliyor. Broch’un bu bağlamdaki çözümlemeleri ise âdeta dönemin ruhunu yansıtıyor. Özellikle 1920’lerin ve 1930’ların düşünme biçimi, “Büyük Almanya” düşü ve “nihai çözüm üreten Almanya” söylemi, gören gözler ve işiten kulaklar için önemli ipuçlarıyken günlük yaşayanlar, arzularını tatmin eden ve servetini katlamanın peşine düşenler için yalnızca birer lakırdı! Bu sırada endişeye kapılıp hayatî sorular yöneltenler de var elbette: “İnsanın yakın gelecekteki durumu bu mudur, yani sonu? Bilgi yardımıyla ölüm? İnsanın iki arada bir deredeki tavrının nedeni bununla açıklanabilir miydi? Elbette Batı insanının, özellikle de Alman insanının bilgisi göz önünde bulundurularak sorulmalıydı bu soru; yaşamı ve ölümü kazanmanın aynı şey olduğu bilgisi gibi çekiciliğin ve korkunun da aynı şey olduğu bilgisi unutulmadan... Batının kötülüğünün kaynağı burada mı yatıyordu?”

Broch’un “ucuz sanat” ve “kıyamet” dediği faşizm kapıyı kırdığında, sokaklarda Hitler’in müritleri yürüyor, Holokost hazırlıkları yapılıyor, Almanya “Biz” ve “Onlar” diye ikiye bölünüyor. Hemen her yerde III. Reich’ın Führer’ine tapmaya ve onu Tanrılaştırmaya çoktan razı kitleler peyda olurken “insanın hayatı umursamamayı öğrenmesi gerek” diyen ve kendisini sorumluluktan azade tutan kitle (ya da zümre) yaşamına devam ediyor. Daha doğrusu etmeye çalışıyor. Bugünlerin gelişini görenler ise olup biteni kaygıyla izler ve yakın gelecekte çemberin ne kadar daralabileceğini kestirmeye uğraşırken savaş ihtimalinden ve savaşın kendisinden zenginleşenler de yiğitliğiyle övünüyor.

Hitler’in, kötürüm hâllerinden faydalanmasına izin verdiği kişilerin, Almanya ve Avrupa’yı yıkıma götürme sürecini anlatan Broch, kitabın başlığında asıl suçluyu kastederek ironi yapıyor: Yaşananlara seyirci kalan, hatta Nazilerin iktidara gelip soykırım yapmasında ve cinayetler işlemesinde herhangi bir sorumluluğu bulunmadığını iddia eden kişilerin ruh hâlini gözler önüne seriyor.

Yazarın örtük bir uyarısıyla da karşılaşıyoruz Suçsuzlar’da: Uygun ortamı, kitleyi ve vurdumduymazlığı bulduğunda, faşizm kendisine hareket alanı yaratabilir ve derin uykusundan uyanabilir. Dikkate değer bir uyarı bu.