Koru’ya göz dikenler yurttaşların çoluk çocuk, genç yaşlı direnişleri karşısında çaresiz kalmış ancak çok sinirlenmişti; Koru’nun içerisindeki İzci Evi’nin hemen yanındaki bir alana beton dökmeye çalıştılar yangından mal kaçırır gibi...

Koru'yu korumak

CAN ATALAY

Validebağ İstanbul’un kent merkezinde kalmayı başarabilen en son “yeşil alan” olarak niteleniyor.

Validebağ’ı hem hukuken hem de bilimsel anlamda bir yeşil alan olarak tanımlamak ise eksik, eksik olduğu için de yanlış: Validebağ bir koru, öğretmenlere emanet edilmiş bir eko-sistem...

Yıllarca önce Nazım’ın “Memet” diye seslendiği Memet Fuat’ın çocukluğunun geçtiği Altunizade Acıbadem aksının bağlarının, bahçelerinin, kent ormanlarının geriye kalan en önemli parçası Validebağ.

Validebağ, İstanbul’un diğer bölgelerinden gelenlerin varlığına inanamadıkları bir cennet parçasıdır.

Validebağ ahir zaman haramilerinin iştahını çok uzun bir süredir kabartıyor. Koru’nun devamındaki alanlarda ağaçların katledilmesine izin verilmesini, yoğun bir yapılaşma ile korunun adım adım kuşatılması yetmiyormuş gibi marifetmiş gibi Koru ile ilgili içeriği halen gizli tutulan “çılgın projeler” ile övünmeyi marifet sayıyorlar.

Validebağlılar ve İstanbul’un çeşitli yerlerinden gelen yaşam savunucuları geçtiğimiz aylarda Koru’nun kuzey kapısına yakın üç bin beş yüz metrekarelik bir alanın “otopark” gerekçesi ile betonlaştırılmasının, Koru ile ilgili çılgın projelerin ilk adımı atmaya heveslenenlerin karşısına dikildi önce: Bir pazar günü beton dökülmek için yere döşenen demir filizleri nazikçe alındı ve Belediye araçlarının alıp başka bir yere götürebilmesi için usulca kenara konuldu.

Nezaketten anlamayan beton kafalılar hemen ertesi gün söz konusu alanı paravanlarla çevirdi, konteynerleri yerleştirdi ve hiç sıkılmadan “şantiye alanı” tabelası asıverdi.

Validebağlıların çağrısı ile acil olarak toplanan forumda alınan kararla yurttaşlar beton dökme hazırlıklarını gizlemeye çalışan paravanları yer ile yeksan etti, konteynırların kullanılmasını men etti ve inşaatı fiilen “mühürledi”.

Validebağ Gönüllüleri yıllar içerisinde adım adım ağaçsızlaştırılan beton dökülmek istenen bu alana meyve fideleri dikilmesinin bir zorunluluk haline geldiğini görerek ertesi Pazar günü için tüm yurttaşları piknik yapmak ve fidan dikmek üzere Koru’ya davet etti.

O pazar günü Koru’ya giden yurttaşlar karşılarında sivili, resmisi, çeviği ile birinci derece doğal sit alanında izinsiz ağaç dikilemeyeceğini söyleyen devletin zor aygıtlarını buldu; üç fidanın davasına sahip çıkanlar polis şiddetine karşı fidanları diktiler ve tüm engellemelere karşın diktikleri fidanlara “cansuyu” vermek için direndiler, sonuna kadar...

Koru’ya göz dikenler yurttaşların çoluk çocuk, genç yaşlı direnişleri karşısında çaresiz kalmış ancak çok sinirlenmişti; Koru’nun içerisindeki İzci Evi’nin hemen yanındaki bir alana beton dökmeye çalıştılar yangından mal kaçırır gibi...

Durumu öğrenen yurttaşlar Validebağ Gönüllüleri’nin çağrısı ile buluştu ve beton kalıplarını söktü. Beton kalıplarını söken yurttaşlar çaresizlikle ve hırsla sivil araçların (bugünün beyaz Renaultları) içerisinden kendilerine bakanlara aldırış etmeden iç rahatlığı ile ayrıldılar Koru’dan.

2014 Ekiminin ortasında –bu sefer Koru’nun güney sınırında- bir başka itiraz duyuldu: mahalle sakinleri Koru’nun hemen sınırında olan bir yeşil alanın yapılaşmaya açılmasına karşı koyuyorlardı....

Günlerce süren, yeşil alandaki ağaçların canına kasteden iş makinalarının alana girişlerini engellemek için önüne araç çekilmesi ile başlayıp İstanbul’un zengin bir mahallesinde insanların bilfiil iş makinalarının karşısına dikilmesi ile bambaşka bir “hal” idi karşı karşıya kalınan.

21 Ekim sabahı iş makinelerinin karşısına dikilen kadınların saçlarından tutulup yerlerde sürüklenmesi ile bambaşka bir hal aldı mesele; İstanbul’un dört bir yanından yurttaşlar desteğe koştu...

Sabah erken mahalledeki kadınlara saldırının hemen ardından yaşam savunucuları dövizleri, çay ocakları, pankartları ama her şeyden önemlisi kararlılıkları ve tek bir ağaç için bile sonuna kadar mücadele etme kararlılıkları ile Validebağ’ın güney ucundaki yeşil alanın önündeydiler.

Pek çok şey yaşandı gün boyu ama esas ilginç olan Av. Gülsüm Özdemir’in mahkemenin yürütmenin durdurulması kararı verdiğini muştulayan telefonunun hemen sonrasında Üsküdar Belediyesi zabıtalarının (ya da Mahmut Tanal’ın tespit ettiği üzere zabıta kılığına girmiş kimliği belirsiz kişilerin) yeşil alanın çevresini paravanlarla kapatma çabasına itiraz eden yurttaşların çevik kuvvetin kalkanları ve gazı ile muhatap olması oldu.

Ertesi gün, 22 Ekim’de yürütmenin durdurulması kararını alan Av. Gülsüm Özdemir kapı kapı kararı uygulayacak bir kamu idaresi, bir kamu görevlisi aradı. Sonuç, hukuku içinde kaybolmamız için icat edilmiş bir labirent haline getiren bir kapkaççı (neo-liberal) devletin çıplak gözle görünür hale gelmesinden ibaretti.

Yeşil alanın ister cami ister okul, herhangi bir gerekçe ile yapılaşmaya açılmasına itiraz eden yurttaşlar devlete, devletin tecessüm etmiş hali olan polise yürütmenin durdurulması kararı gereğince inşaatın durdurulması gerektiğine ve ağaçların canına kast edilmemesi gerektiğine ilişkin uyarıları sürdü, yetmedi alana gelen her bir iş makinesi her bir kamyon engellendi, engellenmeye çalışıldı.

23 Ekim itibari ile ise artık kapkaççı, dediğim dedik çaldığım düdükçü (ecnebicesi neo-liberal otoriter ) devletin kendi mahkemelerinin kararlarına dahi uymayacağı, hukukun maddi hayattaki karşılığının artık tek parti devletinin patronajına ve şer’i kaynaklara ne kadar uyduğu ile sınırlı olduğu bu meselelere en uzak mahalle sakini tarafından bile görülebilir hale gelmişti.

23 Ekim öğleden sonra, tüm uyarılara karşın inşaatın durmaması ve göz önünde canım erik ağaçlarının sökülmesi karşısında direnenler bir karar verdi: Kendi mahkemelerinin kararlarına bile uymayan bu kapkaççı, dediğim dedik çaldığım düdükçü devletin gayrı meşruluğuna en açık hali itiraz edilecek, bu rezilliğin teşhir edilmesi için sınırlı sayıda arkadaşımız şantiye sahasına dönüştürülmüş yeşil alana girecek ve ağaçların sökülmesini durduracaktı.

Üç arkadaşımızın şantiye çevrilmiş, polis ve zabıta ablukası altındaki alana girmesi ile önce zabıta sonra polis şiddeti şirazesinden çıktı, arkadaşlarımız polis aracında dövüldü, ölümle tehdit edildi ve kadın arkadaşımız ağır küfürlere maruz kaldı.

İlk on beş dakikası için 90’lardaki beyaz Renault ile gezen terörle mücadele ekiplerinin gözaltıları karşılaştırılabilecek bu uygulamadan Savcılığın haberi olmadığı, polislerin tüm bu rezaleti “göz altı işlemi” olarak dahi nitelendiremeyecek bir gayrı meşruluk cenderesinde sıkıştıklarını ise önemle not etmek gerekir.

Hiç olmazsa kendi mahkemelerinizin kararlarına uyun dediği için dövülen, tehdit edilen, tacize uğrayan, yedi saatlik bir süre için polis araçlarında ve karakolda tutulan yurttaşlar ile ilgili olarak gözaltı işlemi dahi yapılamamış olması nasıl izah edilebilir?

23 Ekim akşam saatleri itibari ile Koru’nun güney ucundaki direnişin kendisinin o ana kadarki halini aşan bir hal aldı, o an itibari ile direnenlerin alana geceli gündüzlü yerleştiler.

23 Ekim ile 30 Ekim akşam saat 18:00’e kadar ise hiç bir kural tanımayan kapkaççı, dediğim dedik çaldığım düdükçü devletin kendi mahkemelerinin kararlarına –bari en azından ona- uymasını talep eden, talep etmekle yetinmeyip bunu sağlamaya çalışan, bunun için her türlü polis şiddetine göğüs germesi ile geçti diye özetlenebilir.

28 Ekim ise polisin kullandığı şiddetin misli ile artması ve direnişçilerin korunmaya çalışılan alandan görece -elli metre dahi olsa- daha uzak bir noktaya sürülmesi ile sonuçlandığı için de direnen gençlere itidal tavsiye etmekle yola başlayan kimi mahallelinin artık anlarda değil sürecin bütününde birer militana dönüşmesi ile de dikkate değerdir.

29 Ekim’de ise gün boyu alana gelip bayramını kutlamak istediği Cumhuriyetin geldiği hale, bu açık diktatörlüğe itirazını en kararlı biçimde ifade etmek isteyenlerin çokluğu ile olduğu kadar olmadık söylentiler yayarak direniş alanına gelen “Cumhuriyetçi” sayısını düşürmek için uğraşan “ulusalcı” müdahalesi ile de dikkat çekiciydi. Bu olmadık söylentiler sonucunda paniğe kapılan mahallelinin ricası üzerine mahallelilerin rica üstüne ricaları, belediyenin “hukuka uyacağız-hukuku bekleyeceğiz” demiş olmasının bir anda mahalleli ile (en azından büyücek bir kısmı ile) diğer direnenlerin arasına bir Truva atı gibi girmesi sonucunda artık bitirilmesi düşünülen inşaat ve zulüm makinelerinin önündeki bekleyiş haline devam etme kararı alınmak durumunda kalındı.

Yukarıda yazılanlar Validebağ’daki direnişin 29 Ekim’e kadar ki seyir defteridir...

Peki, bugünden (31.10.2014) geleceğe kayıt düşülmesi gerekenler nedir?

AKP’nin tek parti devletinin temsilcilerinin Validebağ Korusu’nun güney ucundaki bu yeşil alanda önce ot bile olmadığını, hemen sonrasında ağaç olmadığını, canım erik ağaçlarının kepçelerle söküldüğüne ilişkin görüntülerin suç üstü yakalanması üzerine ağaçlara “eylemcilerin” zarar verdiğini iddia edebilecek kadar kıvrak (!) olabildiğini akıldan çıkarmamak gerekir.

21 Ekim-30 Ekim tarihleri arasında önce yürütmenin durdurulması kararının olmadığını, sonra kararın o alanla ilgili olmadığını, daha sonra o kararın bu karar olmadığını ve en nihayetinde de kararın kendilerine henüz tebliğ edilmediğini söyleyebilen ancak 30 Ekim akşamı saat 18:00’de alelacele bir basın toplantısı düzenleyerek, o alanla ilgili olmayan, kendilerine henüz ulaşmayan bir kararın “kaldırıldığını” zil takıp oynayarak duyuran bir arsızlıkla karşı karşıyayız. Ötesi, Atatürkçü ablalarımızın “nerde bu devlet” seslenişleri nedeni ile ortalıkta hiç gözükmeyen ancak kararın kaldırıldığı basın açıklamasının bitiminden hemen iki dakika sonra direniş alanına gelip oradaki yurttaşları tehdit eden Üsküdar Kaymakamı’nın naçiz şahsında ifadesini bulan bir cüretkarlıkla karşı karşıyayız.

Kendi mahkeme kararınıza uyun diyerek devletin zor aygıtlarının “nazikçe” çizdiği sınırı simgeleyen barikatları aşma cüretini gösterenleri dövdüren, ölümle tehdit ettiren, tacize dahi göz yuman ancak daha sonra hiç bir kuşkuya yer bırakmayan hukuka aykırılıklar sonucunda “biz sizi gözaltına almadık ki” demek durumunda kalan bir “devlet aklı” ile muhatabız.

Gözaltı dahi diyemedikleri gözaltılar, dayak, ölüm tehditleri, biber gazı, plastik mermi, toma falan yetmezmiş gibi sivil polis oldukları tüm İstanbul toplumsal muhalefeti tarafından bilinen sivil polislerin plakasız araçlarla cirit atması talimatını veren, bununla da yetinmeyip ara sokaklarda ablalarımıza sopa gösteren utanmazlardan tutun alana gönderdiği tebliğcilere kadar envai çeşit provokasyona heves edenin AKP’nin yeni güvenlik rejiminin bizzat kendisi olduğunu görmeliyiz.

“Camiye karşı çıkıyorlar” ile başlayıp “ezandan rahatsız olanlar” ile devam eden ancak 30 Ekim tarihinde o zamana kadar adı hiç geçmeyen “sosyal tesisten” vazgeçildiğini ancak caminin yapılacağını duyuran bezirganlığın üç kuruşluk kar için dahi insanlarımızı ve doğal varlıklarımızı felakete götürebilecek bir gözü dönmüşlükle davranmalarını artık durdurmalıyız...

İtiraz etmekle yetinmeyen, hakkını bilen onu almak için ricacı olmayan onu almak için elinden gelen her şeyi yapan ve bu sefer Validebağ’da uç veren AKP’nin yeni Türkiye adını verdiği bu kapkaççı diktatörlüğün karşısına amasız fakatsız dikilen bu yeni yurttaşlık bilincine cansuyu verdiğimiz meyve fidanları gibi sahip çıkmalıyız, bu mayanın tutması ve sınıf hareketi ile buluşmasının biricik umudumuz olduğunun bilincine varmalıyız.

Validebağ’da, Validebağ Gönüllüleri ve İstanbul Kent Savunması direnen herkesin arkasında birleştiği mücadele örgütleri oldular. Mücadelenin ortaklaşmasının önündeki bariyerleri aşacak toplumsal politik mücadele araçlarına sahip çıkmak ve büyütmenin en acil görevimiz olduğunun farkında olmalıyız.

Eşitliğin, özgürlüğün ve kardeşliğin ülkesini kurmak dışında bir şansızımız yok .

Süslü laflara, aşağıdakilerin etkisini bir satranç müsabakasındaki gibi kavrayan kuru lafçılığa değil kapkaççı, dediğim dedik çaldığım düdükçü bu rejime, bu diktatörlüğe karşı her düzeyde direnmeye ihtiyacımız var. Sadece kendimiz için değil tüm canlılar için ...

Koru’yu koruyacağız.